Yaşayan bir hazineydi: Heykel sanatçısı Ali Teoman Germaner'i yitirdik

Heykel sanatçısı Ali Teoman Germaner yaşamını yitirdi.

Ahu Antmen

Türk heykel sanatının usta sanatçısı Ali Teoman Germaner yaşamını yitirdi. Germaner’in cenazesi, 26 Şubat Pazartesi saat 11.00’de uzun yıllar eğitimcilik yaptığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Merkez Kampüsü’nde gerçekleştirilecek tören sonrasında Kılıç Ali Paşa Camisi’nden kaldırılacak. Türkiye’nin en özgün sanatçılarından biri olan Ali Teoman Germaner, nam-ı diğer Aloş, uzun soluklu bir hayatı geride bıraktı; tuhaf bir rastlantıyla tam da doğumgünü olan 23 Şubat’ta aramızdan ayrıldı. 1934 doğumlu olan Aloş, hem sanatçı hem eğitimci olarak Türkiye’de heykel sanatının 1950’lerden itibaren modernleşme evresine tanıklık eden ve katkıda bulunan önemli bir figürdü. 1949- 1957 yılları arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde Rudolf Belling’in yanı sıra modern Türk heykel sanatının kurucu figürlerinden Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu’nun yanında yetişen Aloş, 1960-65 arasında devlet bursuyla Paris’te École des Beaux-Arts’da heykeltıraş René Collamarini atölyesine devam etti, 1965’ten 2000’lere kadar Akademi’de Türkiye’de yeni sanatçı kuşakların yetişmesine katkıda bulundu.

Resim, gravür, desen...

Fakat Aloş’u Türkiye sanat ortamının sıradışı bir figürü kılan özelliği, salt heykelci yönü değildi; Aloş’un resim, gravür, desen gibi farklı mecralarda son derece yetkin bir üretimi vardı. 1970’li yıllardan bu yana sürdürdüğü, toplumsal ve kişisel bir görsel günce niteliğindeki “Aloşname” desenleri dizisi de, başlı başına dikkat çekici görsel bir birikim olarak gelecek kuşaklara kaldı. Türkiye’nin yaşadığı sancılı politik süreçlerin örtük bir yansıması olan bu desenlerde Aloş, yerelden evrensele uzanan bir bakışla, insanlığa dair görsel masallar kurgulayarak iyilik, kötülük, vicdan, zaaf ve korkunun anlamını sorguladı. Aloş’un sanatsal ifade biçimini ilginç kılan, belli dönemlerde belli eğilimlerin her zaman dışında kalan, adeta zamansız diyebileceğimiz imgesel bir dünya kurabilmesiydi. Geçmişte günümüzü sezebilmek ve görsel olarak ifade edebilmek arayışı, sanatını besleyen en önemli kaynaktı. Mezopotamya, Mısır ve Orta Amerika kültürleri başta olmak üzere geçmişin görsel hafızasına duyduğu ilgiyi modern heykel sanatının ifade dağarcığına aktarırken, sanat üretiminin malzeme ve teknik bilgisine, bir anlamda zanaat olgusuna duyduğu yoğun ilgiyle harmanlaması da Aloş’un yine kendine has bir özelliğiydi. Ahşap, pişmiş toprak, tunç, bakır gibi malzemeleri yeğleyen; çok eski dönemlerde kullanılan geleneksel kayıp mum tekniğiyle çalışmayı seven sanatçının heykellerinde geçmiş böylece yalnızca görsel çağrışımlarla değil, binlerce yıllık tekniğiyle de bugünlere taşınıyordu. Türkiye’de geleneksel anıtların dışında modern heykel sanatı üretiminin kamusal alanlara taşınamaması ve yaygınlaşamaması sonucunda Aloş’un heykelleri de kendisinin hayal ettiği daha büyük oranlarda ve hayal ettiği ortamlarda uygulanamadı. Örneğin, 1970’lerde Fatih Anıtı yarışmasında birincilik kazanan projesi ne yazık ki kağıt üstünde kaldı. Üretimiyle ve birikimiyle daha düne kadar “yaşayan bir hazine” olan Aloş’un bir heykel sanatçısı olarak çok sevdiği ülkesinde gerek kamusal alanlarda gerek müze ortamlarında daha görünür olmaması ne kadar şaşırtıcı ve ne büyük bir eksiklik.