Yaşamı, yazınıyla taşra…

Yazındaki ana izleklerden biri de taşra. Orada yaşamak, taşralı olmak anlamına gelmez elbet. Ne ki sivil kent yaşamı, alabildiğine çarpıtılmıştır taşrada. Ayrıca büyük gözaltı ağır örtü halinde uzanıp gider…

Cumhuriyet Kitap Eki

Zaman zaman çakıp sönen veya süreğenlik gösteren mahfiller, dar gruplarca kurulan fan kulüp benzeri çevre, gezi, fotoğraf kolonileri, meydan okumaya yatkın amatör tiyatrolar, okuma grupları, hey heylenen sanat dergileri, bu işin imecesindeki insanlar için hep birer yaşam odası olarak alınabilir taşrada.

Ancak bu olgu taşranın sonuçta açık hava hapishanesi olduğu gerçeğini değiştirmez yine de. Varlığını taşra bulanıklığıyla sürdürmek zorunda kalanlara yaşam havını tazelemede birer adacıktır bu tür etkinlikler, o kadar.

Herkesin birbirini görerek karardığı, rendelenip törpülendiği, birörnek halde sisteme uyumlandığı bir taşradır bu. Omurgası yasaklarla örülü, aynı boyunduruğa baş uzatılmış, hoşgörüye, sıra dışılıkla aykırılığa sırt dönülmüş böylesi tahammülsüz toplumda nasıl yaşanır; edebiyatın işlevlerinden biri de birey aracılığıyla taşrayı teşrih masasına yatırıp deşmek, buna ayna tutmak…

İLKER AKSOY’LA ‘BİR BAŞKA DÜNYADA’

İşte İlker Aksoy’un Bir Başka Dünyada (Kafka, 2019) romanı, taşranın bu yanını somutlayan, birey soluksuzluğunu örtük polisiyeyle açığa çıkaran, bir taşra anlatısı. Haluk, üniversiteden sonra “[d]oğup büyüdüğü” (10), kasabaya dönmüş, arkadaşıyla ortaklık yapıp, “bir mahalle barına tıkılmıştı(r).” (50) Yaşamı “tahmin edilir bir hal(de)”dir, durağanlıktan sıyrılmak için, “[k]ış aylarını kütüphaneden aldığı kitapları okumakla geçir(ir).” (13,14)

Ancak seçtiği romanlar, yıllar önce bir kasabalının kütüphaneye bağışladığı kitaplardır. Haluk, “edebiyattan anladığını düşün(ür)” (11). Okudukları, kütüphanede nitelikli kitaplar arasındadır hep. Bağışçıyı tanımak ister, peşine düşüp onu araştırmaya karar verir. Tanımadığı hemşerisi “hakkında bir yazı yazılabileceğini düşünür”, kendisi de “bir ara” dergilerde “gazetecilik” yapmıştır. (25,41) Ayrıca kütüphanenin buluşturduğu bir aşk da girecektir araya.

Tanımak için adım attıkça, “topluma yararlı bir birey, artık nesli tükenmiş bir aydın portresi” çıkar karşısına; “şimdi olmayan bir Türkiye’nin sembolü, kasabaya heykeli dikilebilecek örnek bir vatandaş olmalı”dır o. (38) Entelektüeli cehennemde yaşatacak, aydın olana ayrıca bedelini ödetecek taşra kafasına karşı insanın mutluluk sığınağı, kütüphaneyle oluşturduğu bağadır herhalde kendisine.

İlker’in senaryo havasında kurguyla yapılandırdığı, ancak birbirine girmeli geçişleri, anlatmayı değil göstermeyi yeğleyen söyleşim düzeni ve gerçektenliğiyle okunası roman olarak dikkati çekiyor Bir Başka Dünyada.

MANGUEL İLE TAŞRALILIKTAN KURTULMAK

Alberto Manguel, popülerliği, yaygın sevilirliğiyle bizdeki okuryazarın Nasrettin Hocası ya da Sinoplu Diyojen’i gibi de alınabilir görece. Nitekim Manguel, kitap havarisi konumuyla “kütüphane”yi, “yalnızlıkla baş etmek bakımından elzem araç” (24) bağlamında görmenin soylu yapılandırmasıyla karşımıza çıkıp engin kitap deneyimiyle değerli bir katkı getiriyor nefis deneme kitabında: Kütüphanemi Toplarken (Çev.: Yeşim Seber, YKY, 2020).

“Kütüphanem benim için hem dört bir yandan varlığımı kuşatıp içine hapseden hem de bana ayna tutan son derece mahrem bir alandı,” (14) demesi boşuna mı? Fransa’da, “on haneden daha azını barındıran sessiz sakin bir köyde” (11) kurduğu kütüphanesi için söylüyor bunu Manguel.

Özgür yaşam arzulayan herhangi insanın katılmaması olanaksız bir önerme Manguel’den: “Hayatımda şu veya bu şekilde bir kütüphanemin olmadığı hiçbir zaman dilimi aklıma gelmiyor.” (18) Nasıl kurulur peki bu kütüphaneler? Kitapları “[t]oplamak ve toplananları kutularından çıkarmak arasında gidip gelmek”tir bu iş özetle. (25) Sonrasında gururla seslenir Alberto: “Kütüphanem benim kaplumbağa kabuğumdur.” (24)

Bizde de dünya edebiyatında da çok önemli bir yere sahip taşra izleği. Üstelik taşralılık, geri kalmış toplumlarda değil yalnız, gelişmiş uygar toplumlarda da yaşanabiliyor. “Taşra” coğrafi yer; “taşralılık”sa, yeryüzü cehenneminin öteki adı. Kütüphanemi Toplarken, mutlaka okunmalı.

SEVTAP AYYILDIZ’DAN TAŞRA: ‘NE MUTLU APARTMANI’

Sevtap Ayyıldız, kent taşrasındaki apartman dairelerinde soluksuz sıkışıp kalmış yaşamlardan portrelere özgülüyor öykülerini Ne Mutlu Apartmanı (İndie, 2020) adlı kitabında.

Öznel koşullarıyla yaşama çabasındaki insanlar, taşranın hâkim mahalle baskısı altında ezilirken bu arada devletin işten çıkarma, yoksullaştırma gibi ötekileştirici tutumuyla karşılaşıyor. Ama kendileri de birbirlerinin gözcüsü, denetçisi, bekçisi haline geçip taşralılık kavrayışının ekmeğine yağ sürebiliyor.

Sinemada, tiyatroda, edebiyatta örneğine çokça rastladığımız, geçmişte “aile evi” olarak yaşanan olgunun, bu kez apartman kılıfıyla yeniden önümüze gelmesi, her dairenin, diğeri için “tehdit” oluşturması özetle.

Ne Mutlu Apartmanı, Sevtap’ın üçüncü öykü kitabı. Öncekileri okumuş değilim. Dikkatimi çeken yan, verimlerini, bağlamlı öyküye örnek sayılabilecek metinler halinde kitabına yerleştirebilmesi. Taşrada kaynayan kazanı gösterme başarısıyla Ne Mutlu Apartmanı dikkat çekici bir öyküler toplamı diyeyim.

Ama iki bin beş yıl önce İskenderiye Kütüphanesinin yok edilip bilimci Hypatia’nın öldürülmesini de asla unutmamak gerekiyor. Taşra artık her yerde!

www.sadikaslankara.com , her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.