"Yasaklar amacının tersine hizmet ediyor"

Yasakların ters teptiğini vurgulayan Tan, sınıflandırma sistemi konusunda da cinselliğe gösterilen duyarlılığın şiddete karşı gösterilmediğini söylüyor. Tan, ‘Müdahaleci bir yaklaşımla değil, diyalog kapısını açık tutarak sinema sektörünü daha ileriye nasıl taşıyabiliriz bunu düşünmek lazım’ diyor.

Ayşegül Özbek / Cumhuriyet


İstanbul Film Festivali geçen yıl tüm sinemaseverler için Emek sineması direnişi içinde hayli ‘gaz’lı geçmişti. Yarın akşam törenle açılışı yapılacak festivalin ilk günü 5 Nisan Cumartesi de yine bir Emek protestosu gerçekleşecek. 33. yılına giren festivalin 8 yıldır direktörlüğünü yürüten Azize Tan, “Sinemayı yakından ilgilendiren böylesi konularda festivalin bir platform yaratma gücünün olduğunu gördük. Biz her zaman söylüyoruz, bu festival seyircisiyle var olan bir festival” diyor.

- Bu yıl Türk sinemasının 100. yılı için özel bir bölüm oluşturdunuz. Siz , Fatih Özgüven ve Engin Ertan’ın küratörlüğünü yaptığı ve iki Türk filmini ortaklık ya da zıtlıkları üzerinden ele aldığınız “Bu İkiliye Dikkat” bölümü nasıl oluştu?  

100. yıl için bir şey yapmak geçen seneden beri aklımızdaydı. Klasik bir şey de yapmak istemedik. Türk sineması tarihinin Türkiye tarihiyle paralel gittiğini görüyoruz. Erkek meselesi, kadına bakış, saplantılı ilişkiler, her zaman fethedilmek istenen bir şehir, İstanbul. Kendi başına Beyoğlu. Ya da sinema endüstri halindeyken, 300 film çekildiği zamanlardaki star sistemi. Bu bölümde toplamda 19 çiftten oluşan 38 film yer alıyor. Sinemamız nereden nereye gelmiş, hangi dönemlerden geçmiş bütün bunların izlerini görebiliyorsunuz. Çok bildiğimiz filmler de var, kadri kıymeti bilinmemişler de...

‘Nerdesin Aşkım?’

-Türkiye için öğretici, önemli bir yılı geride bıraktık. Gezi’de ortaya çıkan “Nerdesin aşkım?” sloganından da yola çıkarak bir bölüm oluşturdunuz. Bu süreç sinemamıza nasıl yansıdı?

Geçen sene çok önemli toplumsal olaylar yaşandı Türkiye’de. Bunu anlayabilmemiz ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmemiz için yeterli zaman geçmiş değil üstünden. Devam eden bir süreç. Sinemada bununla ilgili filmler yapılmaya başladı, öncelikle belgeseller çıktı. İlerleyen yıllarda bununla ilgili üretimler daha fazla olacaktır, olmalı da.
Türkiye’de çok uzun yıllardır mücadelelerini hayranlıkla izlediğim LGBT hareketi Gezi’de ön plana çıkanlardan biriydi. “Nerdesin Aşkım?” sloganı da onlara ait bir slogan. Bu bölümde aslında aşk filmleri gösteriyoruz. Aşkın yaşı da cinsiyeti de yoktur temasını vurgulamaya çalışıyoruz.

-100. yıla sadece güzel haberlerle girmedik tabii. Mesela sizin de programa aldığınız “Nymphomaniac” (İtiraf) filminin gösterimi yasaklandı...

Aslında bu ülkenin en büyük problemi yasaklarla ilgili. Zaten bir filmi yasakladığınız zaman, o filme olan ilgi de artıyor. Normalde 5 bin, 10 bin kişi izleyecekken, şimdi filme olan merak arttı. Yasaklar tamamen amacının tersine hizmet ediyor.
Bunlar basit düzenlemelerle halledilebilecek şeyler. “Nymphomaniac” aslında evrensel uygulama içinde tabii ki her yaşta izleyiciye uygun bir film değil.Doğru yaş gruplarına doğru bilgilendirme yapılarak gösterilebilirdi. Festivalde de zaten gerekli uyarıyı yaparak gösteriyoruz.

Kayıt-tescil formu

-İstanbul Film Festivali’yle tekrar gündeme gelen ve festivallerden istenen kayıt-tescil formu da tartışma yarattı.

Bence o mesele “Nymphomaniac”ın durumuyla çok bağlantılı. Mesela yabancı filmler gösterildiği zaman bu sorumluluk festivalin üzerine veriliyor, ama Türk filmleri için sınıflandırmanın yapılması gerekiyor. Aslında yumurtanın kapıya dayandığı yer bu sınıflandırma sisteminin düzgün oturtulmaması. Kültür Bakanlığı’nın bildiğim kadarıyla bu konuyla ilgili çalışması var. Biz de festival olarak, nasıl bir yöntem herkesi rahatlatır diye görüşlerimizi ileteceğiz. 33 yıldır bir festival düzenliyoruz ve seyircilerimize karşı sorumluluklarımız var.

-Sınıflandırma sistemi ile ilgili de sorunlar var. Objektif bir şekilde yapılmıyor mesela...

Evet, sınıflandırmanın yapılması evrensel koşullarda olmalı, keyfi koşullarda değil. Dünyada zaten belirlenmiş kriterler var. Mesela neden cinselliğe gösterilen hassasiyet hiçbir şekilde şiddete karşı gösterilmiyor? Normalleşmeye gidiyor olmamız lazım. İnatlaşmaya ve zıtlaşmaya değil...

Sinema enstitüsü...

-Genelde bir yapım şirketi ile hareket etmeyen belgesel ve kısa filmler için bu uygulama nasıl olacak peki?

Belgesel ve kısa film konusunda bir esneklik göstereceklerini söylediler, ama mevzuattaki durum düzeltilmediği sürece bu her zaman Demokles’in kılıcı gibi hepimizin kafasının üstünde duracak. Müdahaleci bir yaklaşımla değil, karşılıklı diyalog kapısını açık tutarak sinema sektörünü daha ileriye nasıl taşıyabiliriz bunu düşünmek lazım.

-Bir sinema enstitüsü bu sorunları aşmaya katkıda bulunur mu?

İki yıldır Mecliste bekleyen yeni bir sinema kanunu var. O kanun geçse belki herkes rahatlayacak. Çözümlerin ne olacağına dair öneriler de yapıldı. Aslında Türkiye’de sinemanın her şeyiyle ilgilenen bir sinema enstitüsünün olması da bütün sektörü bir araya toplayacak. Çünkü bir sorunuz oluyor, kime soracaksınız? Kimi bana geliyor, kimi ona gidiyor ya da Bakanlık’ta kime danışacağını bilemiyor.

Bütün her şeyin tek elden koordine edildiği bir kuruma ihtiyaç var. Dikkat, kontrol değil, koordine... Sinemamız gelişiyor, ihtiyaçları artıyor. İnsanları birbirinden haberdar eden, yeni mevzuatları ve uygulamaları sinemacılarla paylaşan, sinemamızı yurt dışında temsil edebilecek bir kurumun varlığı çok önemli.