‘Yaşadığımız dünyanın mahkumlarıyız’
Geçtiğimiz sezon ilk prodüksiyonları Etik Nedir ile dikkatleri üzerlerine çeken bağımsız sanat ve tiyatro topluluğu gestus yeni yapımlarıyla tiyatroseverlerin karşısında. “Orijinal Günahlar” adlı oyun 26 Kasım’da Şişli Blackout Sahnesi’nde izlenebilir.
Emrah KolukısaGökhan Erarslan’ın yazıp yönettiği “Orijinal Günahlar” dört karakter üzerinden suç eksenli bir kapitalizm eleştirisi sunuyor izleyiciye. Farklı toplumsal katmanlardan gelen ve her biri bambaşka bir hikâyeyle kendini var eden bu karakterler suça itilmelerinin ya da şiddete sürüklenmelerinin sebeplerini sanki bir mahkeme salonundaymışçasına izleyiciyle paylaşıyorlar ve bir anlamda karşılarındakileri yargıç konumuna yerleştiriyorlar. Bu yöntem bir yanıyla Brechtiyen bir yabancılaşma da getirirken, bir yanıyla da izleyicinin kendi içine dönmesine olanak sağlıyor ve vicdani bir muhasebenin yolunu açıyor. Şirvan Kalenderoğlu, Ezgi Hüyükpınar Erarslan, Özer Keçeci ve Özge Ünal’ın rol aldığı ve Şişli Blackout Sahnesi’nde sergilenen oyunla ilgili Gökhan Erarslan ile söyleştik.
“Orijinal Günahlar”da anlatılan suç hikâyeleri gerçek hayattan mı alındı yoksa başka bir çıkış noktası mı vardı?
GE: Hayata yakın, kurgudan uzak karakterlerin öykülerini yazmayı severim ben. “Orijinal Günahlar”daki bütün öyküler sanki bir yerlerde yaşanmış gibi bir izlenim veriyor seyircide. Duydukları hikâyeler, gördükleri karakterler onlara yabancı gelmiyor çünkü. Bu kadar sahici olmasının belki de en büyük nedeni, yaşanılabilir bir gerçekliğin olması karşılarında. Üzücü bir gerçeklik hatta bu. Godot’u Beklerken’de Samuell Beckett ‘Dünyadasın, işte bunun tedavisi yok’, der. Bizler çağa tanıklık ederken, içinde yaşadığımız dünyanın mahkumlarıyız bir yönüyle. Evet, anlatılan öykülerde gerçeklik payı var. Yok değil. Nerelerde ne kadar var, bu yazar olarak bende saklı kalsın.
Tiyatroyu bir mahkeme salonuna benzettiğinizi söylemek mümkün mü? Bu anlamda izleyicileri de yargıç yerine mi koyuyorsunuz örneğin?
GE: Biçimsel anlamda bir şeyler denedik biz bu oyunda. Aslında öyküleri bizlere aktaran oyuncular da -bu oyun özelinde- seyirci konumuna da geçiyorlar an an. Oynuyorlar, oyuna katılıyorlar, muhakeme ediyorlar ve uzak açıdan da seyrediyorlar. Fakat seyirciler de oyunun içinde kendi ussal yönelişleriyle bir nevi katılımcılık da sağlıyor… Biz oyun sonunda onlara soruyoruz çünkü sorulması gereken esas soruyu. Kendi değer yargılarına ya da vicdanına göre, o akşam orada olan herkes, bir yargıda bulunuyor. Amacımız salondan çıktıktan sonra da düşünmeye devam etmeleri. Tiyatronun bu etkin yönünü kullanmaya çalıştık biz.
‘ŞİDDET İNSAN DOĞASINA AİT BİR OLGU’
Oyunda belirgin bir sistem eleştirisi var. Kapitalizmin insan ruhunda yarattığı tahribatı suç olgusu üzerinden anlatırken izleyicinin nasıl bir tepki vermesini umuyorsunuz?
İtalyan sahne yerine seyircilerin üç açıdan oyunu izlediği sahne düzenini özellikle mi tercih ettiniz, yoksa mekânın olanakları mı sizi buna zorladı?
GE: Geçen sene sahnelediğimiz Etik Nedir adlı oyunda üç açı değil, tek açıdan seyirciyi konumlandırmıştık. Çünkü oyun bir üniversitenin dersliğinde geçiyordu. Bu kez sahnenin olanaklarını arttırarak seyircinin üç açıdan izleyebileceği bir oyun oluşturduk. Tek bir açı değil, çok açıdan düşünüp izlemelerini istedik.
Müzik seçiminde nasıl bir yol izlediniz?
GE: Müziğin sahne tasarımında önemli bir işlevi olduğuna inanırım ben. O nedenle ilk müzikler ortaya çıkar benim yönettiğim oyunların provalarında. Orijinal Günahlar’da şarkı seçimlerine dikkat ettik, kimlerin neler söyleyeceğine ve nasıl söyleyeceğine çalıştık. İçerikle örtüşen bir tasarım oluşturduk. Bunu sağlarken de seyircinin uzak olduğu, bilmediği şarkılar değil aşina olduğu eserlere yöneldik. Seyirlik zevkini yükseltti bu durum. Seyri güçlendirdi. Seyircinin katılımı da bunu gösterdi bizlere.