YARSAV: Polis devleti yaratılmak isteniyor
Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Ergenekon davası kapsamındaki son gelişmelerden sonra bugün "sert" bir açıklama yaptı. Ergenekon soruşturmasının adil incelemeye dayanarak değil, polis istihbaratına dayanarak yürütüldüğünü belirten YARSAV Başkanı Eminağaoğlu açıklamasında Türkiye'nin polis devleti haline getirilmek istendiğini ifade etti. Eminağaoğlu, yargının bağımsızlığının tehlikede olduğunu da vurgulayarak iktidara "gölge etmeyin yeter" dedi.
cumhuriyet.com.trYargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu düzenlediği basın açıklamasıyla Ergenekon davası hakkında çok sert açıklamalarda bulundu. Eminağaoğlu'nun konuşmasından bazı notlar şöyle:
'Yargı bağımsız olmalıdır'
Hukuk, herkes içindir, hukuk ülke içindir, hukuk demokrasinin varlığı içindir. Demokraside herkes hukukun üstünlüğünün koruması altında ve hukukun üstünlüğü için hak, yetki, görev ve sorumluluk sahibidir. Yargı da demokrasinin sigortası, olmazsa olmaz koşuludur. Bunun için yargı bağımsız olmalı, etki altında tutulmamalı, çalışma koşulları iyileştirilmeli, tarafsızlığına el uzatılmamalıdır.
'Siyasi bakış ve beklentiler yargının görevini ilgilendirmemektedir'
Yargı her türlü hukuk dışı eylemden, eli kolu ayağı bağlanmadığı sürece hesap soracaktır. Ama yargı bazı adımlar attıkça, ülkemizde yargı için yargı darbesi nitelemeleri yapılır olmuştur. Bu nitelemeler, siyasi beklentileri karşılamayan kararlar ortaya çıktıkça yapılmış, ancak bu beklentilere uygun adımlar atıldıkça ise yargı sürecine saygı hatırlanabilir duruma gelinmiştir. Yargı hiç kimsenin beklentilerine göre herhangi bir tarafa çekilmemelidir. Siyasi bakış ve beklentiler, yargının görevini ilgilendirmemektedir. Yargıyı kınayanlar, kendi beklentilerine uygun kararlar ortaya çıktıkça alkışlar pozisyona geçiyorlarsa, önce kendi demokrasi ve hukuk anlayışlarını sorgulamadırlar.
'Yargı önünde hesap vermeyecek hiç kimse olamaz'
Yargının tek bir referansı vardır o da hukuktur. Kimse yargıyı bu referansından saptırmaya çalışmamalı, bağımsızlık ve tarafsızlığına gölge düşürmemelidir. Bir hukuk devletinde sıfatı ve görevi ne olursa olsun, yargı önünde hesap vermeyecek hiç kimse olamaz. Cumhurbaşkanı olsa bile, itham edildiği olaylar var ise yargı süreci tıkanmamalı, yargıdan kaçılmamalıdır. Eğer yargıdan kaçılıyorsa, o zaman yargıya kim ne zaman ve hangi koşulda güvendiğini ve neden kaçtığını ve hukuk devleti anlayışını açıkça ortaya koymalıdır.
'Medya kullanılarak bilgi kirliliği yaratılmıştır'
Hakkındaki yargı süreci kesin hükümle sonuçlanana kadar herkesin suçsuz olduğu evrensel kuralı, bugün sonuçlanmamış soruşturma ve yargılamalarda medya kullanılarak yaratılan bilgi kirliliği ile herkes suçsuzluğunu ispatlama zorunluluğuna dönüşmüş, ortaya atılan isimlerin suçluluğu konusunda önyargı yaratılmıştır. Bu, hukuk devletinde olmaması gereken bir durumdur.
Bugün yaşanan olaylar kapsamında hukukun üstünlüğü adına bazı saptamalar yapmak ve bu sorunların çözümü için adım atmak zamanıdır.
'Çetelere karşı savaşan Kanadoğlu'nun ismi çetecilerin yanına konmuştur'
Türkiye'nin en saygın, yaratıcı ve örnek hukukçularından, ömrünü adalete hizmet etmekle geçiren, hukuk abidesi, YARSAV kurucu üyesi Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, diğer pek çok şüphelinin de başına geldiği gibi, yakın zamanda hukuksuzluğa uğradığı kamuoyunun bilgisindedir. Bu durum yaşanan hukuksuzluklar için ilk değildir, mevcut tabloda son da olmayacaktır.
Sayın Kanadoğlu örneğinde bile yaşandığı üzere bir hukuk devletinde kabulü olanaklı olmayacak biçimde, arama kararları, artık arama gerçekleşmeden devlet televizyonundan bile duyurulur hale gelmiş, insanların evleri önünde medyanın konuşlanması için yeterli zaman dilimi beklendikten sonra, bu aramalar gerçekleştirilir olmuş, gizlilik taşıyan soruşturma bilgilerinin daha işlem yapılmadan ya da yapılır yapılmaz medyanın eline geçmesi sağlanarak, medya infazları için kullanılması kural haline gelmiş, içeriği dinlenmeden ve izlenmeden müzik cd lerine bile suç unsuru olarak el konulmuş, bu soruşturmaların adalet için mi yoksa bazı gösteriler ve bilgi kirliliğine zemin yaratmak için mi yapılmakta olduğu soruları ciddi biçimde gündeme oturmuştur. O Kanadoğlu ki, çetelere karşı verdiği hukuk savaşımı görmezden gelinemez iken, ismi onların yanına konulmuş, çetelerin hukuk karşısında sınav vermesi için görevi gereği yaptığı itirazlar, çetelerin suçlarını kapatmak olarak yorumlanır hale gelmiş, yaratılan bilgi kirliliğinin oluşturduğu cesaret ortamında Yargıtay Ceza Genel Kurulu bile verdiği kararla çetelere hizmet etmekle itham edilir duruma sürüklenmiştir. Sorumsuzca yorum ve davranışlarla kamuoyunda ve ülkede yaratılan kafa karışıklıkları, hiç kimse kuşkuya kapılmasın ki yine hukuk tarafından ve hukuk yoluyla önlenecektir.
'Kurgulara dayanılarak soruşturmalar yürütülemez'
Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı; Yargıtay’a suikast planları yaptıkları, Danıştay’a saldırdıkları iddia edilenlerle irtibat içinde gösterilmiş, katiller yargıç ve savcıların evlerinde aranır hale gelmiş, bu irtibatı ortaya koyan somut gerekçeler ise arama kararında her nedense görülememiştir. Bir hukuk devletinde gerekçesiz hiçbir işlem söz konusu olamaz. Kurgulara dayanarak, sosyal birliktelikler dahi bir örgüt varlığı için yeterli görülerek, sosyal veya tesadüfi telefon konuşmaları bile, en ciddi kanıt niteliğinde sayılarak, soruşturmalar yürütülemez.
'Toplumu yönlendirmek amacıyla gizli silahlar kamuoyuna sunulmuştur'
Soruşturma sürecinde kamuoyunda ikna yaratabilmek için, soruşturmada yakalanan silahlar, gizlilik göz ardı edilerek idari birimlerce ivedilikle toplumu yönlendirme amacıyla anında görüntülü olarak kamuoyuna sunulmuştur. Soruşturmanın gizliliği, insan hakları ihlallerine neden olmadan, soruşturma ve yargılamanın yargı organları tarafından yapılması içindir. Soruşturma sürecinde haber alma hakkının ötesinde tüm bilgilerin medyaya sunulması, görsel olarak medyaya verilmesi, soruşturma ve yargılamanın yargı organlarına bırakılmaması, yargı ne karar verirse versin, medya yoluyla kamuoyunda yargılama yapılması sonucunu doğurmakta ve bu yol sıklıkla kullanılmaktadır. Soruşturma ve yargılamalar yargı organlarına bırakılmalıdır.
'Telefon dinlemeleri suçlamak için insanların önüne tek kanıt olarak sunulmaktadır'
Geçmişte işkenceler konusunda çok şey yaşanan ülkemizde, artık telefon dinlemeleri ve ucu açık teknik izlemeler herkesin beynine geçmişteki yaşananların da ötesinde işkence niteliğinde kazınmış, başka türlü kanıt toplanmasının olanaklı olmadığı durumlarda söz konusu olabilen telefon dinleme ve izlemeleri, Orwelyan toplumlara uygun şekilde ilk başvurulan ve tek kanıt niteliğinde, özel yaşamı ilgilendirsin ilgilendirmesin, insanların önüne kanıt ve suçlama olarak konulan tek metin haline gelmiştir.
'Soruşturmalar yargı eliyle değil, polis eliyle yapılmaya başlanmıştır'
Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden hukuk adına askeri yargıcı çıkartan Türkiye Cumhuriyeti, bu mahkemelerin yerine kurduğu geniş yetkili ağır ceza mahkemeleri ile hukukun üstünlüğü için adım atmayı amaçlamış iken, askeri yargıcın yerini bu sefer soruşturmalarda daha etkin bir biçimde polis almış, soruşturmalar polis veya jandarma bölgesi ayrımı yapılmayarak, polis her noktada kendisini etkili ve yetkili halde görmüş ve işin içine sokulmuş, Cumhuriyet savcılarının bizzat soruşturma yapmakla görevli olduğu yolundaki CMY’nın 251 nci maddesindeki kural atlanmış, yargıç ve savcı dışındaki kişilerin, bu bağlamda polislerin elde edilen evrakı inceleme yetkisi olmadığına ilişkin CMY’nın 122 nci maddesi nedense unutulmuş, soruşturmalar polisin inisiyatifinde ve etkisinde gerçekleştirilmeye başlanmış, savcının talep ettiği kişiler önce polis tarafından dinlenmeye başlanmış, savcılar polis olmadan bizzat yürütecekleri ve yürütmek zorunda oldukları soruşturmaları, kendi olanakları ile yapabilir duruma getirilmemiş, soruşturmalardaki tarafsızlık ciddi biçimde sarsılmıştır. Hatta mevcut olayda, Terörle Mücadele Yasası’nın 1 nci maddesini yorumlama yetkisi sadece yargı organlarına ait iken, bu maddeyi emniyet birimleri yorumlayarak, soruşturma bunun üzerine inşa edilmiş, iddianamenin bile 91, 230 ve 248 nci sayfalarındaki “şube müdürlüğümüz” ibarelerinden de anlaşılacağı üzere, polis iddianamenin yazımına doğrudan katkı yapmaktan geri durmamıştır. Yine şüpheliyi yormama ilkesi unutulmuş sabaha karşı uykusuz ifadeler alınmıştır.
'Siyasi irade olayın savcılığına soyunmuştur'
“Sadece Cumhuriyet savcısına bağlı” bir adli kolluk kurmaktan ısrarla kaçan, tüm ülkelerdeki gelişmelere gözlerini kapatarak bağımsız bir Ülke Başsavcılığı kurmaktan uzak duran siyasi irade, Cumhuriyet savcısına bağlı olmayan; ancak kendisi olayın savcılığına soyunarak ve bunu da ifade ederek, kendisine bağlı bir polis teşkilatıyla bu soruşturmaların yürütülmesini sağlamış, kendisine karşı işlendiği ileri sürülen olayları neredeyse kendisi soruşturur ve sorgular hale gelmiştir.
'Dinlemenin başında Başbakan var'
Tüm adli dinlemeler yürütme organı karşısında hiçbir kurumsal güvencesi olmayan ve tüm faaliyetlerinden derhal Başbakan’a bilgi vermekle görevlendirilen, kuruluşu bir reform nitelemesiyle sunulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na devredilmiş, siyasi iktidar ileride atılacak soruşturma adımlarını ima ve beyanlarla, sürecin doğrudan içerisinde yer almaktan geri durmamıştır. Bu durum soruşturmaların yönlendirme içinde yapılıp yapılmadığı sorularını ciddi biçimde gündeme taşımıştır.
'Yargının tarafsız soruşturma yürütmesi için gerekli koşullar sağlanmamaktadır'
Soruşturma sırasında yargının emrinde olması gereken yürütme birimleri yargının emri altına sokulmamış, kolluk ve savcılığın yürüttüğü çalışmalar, yargı ile yürütme işbirliği biçiminde açıklanmış, Cumhuriyet savcılarının tarafsızlık içinde soruşturma yapmaları için gelişmeler paralelinde atılması zorunlu adımlar atılmayarak, gerekli koşulların sağlanmasından uzak durulmuştur.
'Soruşturma yapılırken insan hakları ihlalaleri en üst düzeydedir'
Gözaltı, arama, yakalama, tutuklama koşul ve yöntemleri konusunda Ceza Muhakemesi Yasası’ndaki kurallar yerine, yeni fiili uygulamalar yaratılarak, insan hakları ihlalleri en üst düzeyde ortaya çıkmıştır. Bir hukuk devletinde esas olan insan haklarıdır ve soruşturmalarda insan hakları ihlal edilerek değil, korunarak yürütülmeli, bu duruma en üst düzeyde özen gösterilmelidir. Darbe, militarizm, YÖK, MGK, laik hukuk karşıtlığı söylemleri; medyanın soruşturmayı göklere çıkarmasına neden olmuş, ancak hukuk devletinin kuralları hiçe sayılmıştır. Darbe ve militarizm karşıtlığı başka bir şey, yaşananlar ise bir başka şey olmuştur.
'Devlete bağlı insanlara gözdağı verilmek istenmekte, güç gösterisi yapılmaktadır'
Devlet katındaki sorumluluk dönemlerinde anayasal sistem ve demokratik, laik hukuk devletine bağlılıkları ile ön plana çıkan kişilere gözdağı verircesine, yaşlarına ve konumlarına en ufak bir duyarlılık gösterilmeden, kameralar önünde, sanki kaçma eğiliminde oldukları izlenimi verilmek istenircesine, sonuçta bu kişilerin şahsında görev yaptıkları kurumlara olan duyguları da sarsıcı nitelikte, yaka paça kollarına girilmek suretiyle ve hoyratça tepesine bastırılarak, sağlıklarını kaybedebilecek biçimde gözaltı sürecinin başlatılması ise, bir güç gösterisinin yansıması yorumlarına neden olmuştur. Kamu yetkisi, hiçbir suretle insan onuruna aykırı bir biçimde güç gösterisine dönüştürerek kullanılamaz, kullanılmamalıdır.
Aksine davranışlar toplumun hukuka olan güvenini onulmaz biçimde sarsacaktır. Korkuyu egemen kılıp, hukukun etkisizleştirilmesi ve güçsüzleştirilmesi sonucunu doğuracaktır. Hukukun etkisizleştirilmesi, yıpratılması ve hukuk kurallarının uygulanmayarak içinin boşaltılması da ancak ve ancak mevcut hukuk sisteminden hoşnut olmayan çevrelerin yararına olacaktır. Geçmişte yaşanan olaylar hakkında kesinleşmiş yargı kararlarının tekrar ele alınmasının yol ve yöntemi yasada açıkça belli iken, bu kararlar bile gelişigüzel tartışmalara konu edilir olmuştur.
'Yasadaki kurallar yerine, fiili uygulamalar kural haline getirilmektedir'
YARSAV bu soruşturmalarla gidilen yerin hukuk devleti olmasını istemektedir. Ancak mahkemelerin ve savcıların davranış kurallarını, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen yasadaki usul kuralları yerine, fiili uygulamaların ortaya çıkması ve bu uygulamaların adeta kural haline gelmesi, polisten gelen taleplerin irdelenmeden altına imzalar atılması, yargının çalışma koşullarının ve bağımsızlığının belirli olaylarda olabildiğince zedelendiğini, yargının hukukla baş başa bırakılmasının amaçlanmadığını gösterdiğini ifade etmektedir.
'Bir polis devleti yaratma projesi ile karşı karşıyayayız'
Bunun somut bir örneği, suç öncesi izleme kararlarıyla ortaya çıkmıştır. MİT, EGM ve JGK’ndan gelen ve gerektiğinde tüm ülkenin izlenmesini amaçlayan, izlenecek isimleri içermeyen ucu açık talepler, irdelenemeden, sorgulanamadan yargı kararı haline gelmiş, bu hukuksuzluk JGK yönünden engellenmiş, ancak MİT ve EGM yönünden bu hukuksuzluğun sürmesine Adalet Bakanı, gerçekle, hukukla bağdaşmayan gerekçelerle kol kanat germiş, kendisinin HSYK Başkanı olduğunu da görmezden gelerek, hukukun ve yargının yanında değil, istihbarat organlarının yanında yer almaktan geri durmamıştır. Adalet Bakanı, Yargıtay kararını nedense JGK için hatırlamış, konu MİT ve EGM olunca yargı ve Yargıtay süreci başlatılmamış, yargıya saygı söylemi nedense bu noktada unutulmuştur. MİT ve EGM, hukuksal çerçevede çalışan kurumlar olmaktan uzaklaştırılmamalıdır. Bu tabloda terör söylemi kullanılarak, yaratılmak ve kurulmak istenen Terörle Mücadele Müsteşarlığı ile de, süreçte karşılaşılan ve engel olarak görülen hukuksal denetimlerin yaşanmayacağı, demokrasi ve saydamlığı yok eden bir polis devleti yaratma projesi karşımıza çıkmaktadır ki, hukuk devletinden dönüşün olanaklı olmadığı bilinmelidir.
'70 milyonu izlemek, 70 milyonun terör şüphelisi görülmesi demektir'
70 milyonun izlenmesi, 70 milyonun terör şüphelisi görülmesi demektir. Bu durum, bir hukuk devletinde değil, ancak bir polis devleti ve dikta yönetiminde söz konusu olabilir. 70 milyon izleme kapsamına sokularak, istenilen herkes için irtibat ve takip sağlayacak bilgiler toplanmış, bizzat savcının yapması gereken bu soruşturma tüm toplumun izlendiği kararlarla yönlendirilmiş, böyle bir cesaret ortamının içinde görev yapan polis, soruşturmanın sahibi olarak kendisini görmeye başlamış ve bu merkezde çalışmalarını yürütmüştür. Bu anlayış, kanıt olarak kullanılamayacak istihbari dinlemelerin bile, sonuçta bir yargı kararıyla kanıt sayılması talebine kadar gitmiş, böyle bir talebin hukuk adına reddi gerekirken bu çalışma ortamında polisin istekleri, Ülkemizdeki darbe karşıtlığı duyarlılığından yararlanılarak bu yoldaki söylemlerin coşkusu altında kamuoyu desteği yaratılarak, yargı organları noter pozisyonuna sokulmak istenmiştir.
'Yargı yargıya bırakılmalıdır'
Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının çalışma koşullarındaki olumsuzluklar görmezden gelinmiş, 1982 Anayasası’nın yargı için yarattığı olumsuzluklara her geçen gün bir yenisi daha eklenmiş, yargı Adalet Bakanlığı’na daha fazla nasıl bağlı kılınabilir yolunda irade sergilenmiş, bir suçun olmadığı inceleme ve disiplin soruşturması için bile hiçbir kamu görevlisi için söz konusu olmayan telefonların izlenebilir ve dinlenebilir olma durumu, yargıç ve savcılar için söz konusu edilmiştir. Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu, Adalet Bakanı’nın ayrımcı bakış açısıyla görev yapar duruma sokulmuş, yargıç ve savcılar arasında beklentilere uygun soruşturma ve kararları olup olmamasına göre ayırım yapılmıştır. Siyasi iradeye dokunan yargıç ve savcılara dokunulmuş, yargıda sessizlik, edilgenlik ve korku ortamı yaratılmaya çalışılmıştır. Yargı, yargı bırakılmalıdır, aksine davranışların sürdürülmesinin, yargıyı ortadan kaldırmakla kalmayarak, hukuk devletini de yok edeceği unutulmamalıdır.
'Adalet Bakanı polisin istihbarat faaliyetlerine destek vermiş, yargıç ve savcıları unutmuştur'
Bu tabloda yargıç ve Cumhuriyet savcılarının yaşadığı sorunlar için çözüm üretmesi gereken Adalet Bakanlığı ve Adalet Bakanı, teknolojiyi yargıya kazandırmak söyleminden yararlanarak, yargının UYAP sanal hapisanesine kapatılmasını, yeni binalar söyleminden yararlanarak, bağımsızlık sorunu yaşayan yargıda altın kafesler ortaya çıkarılmasını önemli ve olumlu olarak göstermiş, bu görsel boyutla sorunların çözüldüğü mesajını yayma yoluna gitmiş, yargıç adaylarını tek seçicinin ve meslek içi eğitimlerde etkin gücün Adalet Bakanlığı olduğunu, artık Başbakanlık Müsteşarı’nın yargıç ve savcı maaşlarını belirleyen tek kişi konumuna geldiğini de görmezden gelerek, yargı bağımsızlığının pekiştirildiğinden söz eder olmuştur. Adalet Bakanı, terör soruşturmalarının bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmesi konusundaki kendi genelgesini bile hatırlamak istememiş, polisin hukukla bağdaşmayan istihbari faaliyetine ve bu faaliyetlerden hareketle yürütülen iş ve işlemlere destek vermiş, yargıç ve savcıları memuru olarak görme anlayışını pekiştirmiş, polis istihbaratıyla çalışan savcılara ve de bu istihbari faaliyetlere destek verirken, diğer yargıç ve Cumhuriyet savcıları için hukukun ötesindeki bu denli koruyuculuktan uzak durmuş, yasa yararına bozma yoluna gitmeyerek yargının değil, açıkça istihbari faaliyetlerin yanında yer almıştır. Oysa kendisi aynı zamanda HSYK Başkanı’dır ve bu tutumu HSYK Başkanlığı ile bağdaşmamaktadır. Adalet Bakanlığı, istihbari faaliyetler için değil, yargı için seferber edilecek bir birimdir. Adalet Bakanı’nın bu gerçeği kavrayarak hareket etmesi gerekmektedir.
'Hitler ve Mussolini de iktidar darbelerini hukuk yoluyla yaratmıştır'
Süreçte yapılması gereken, iktidara karşı darbe iddiasını içeren soruşturmanın iktidara bağlı ve güvencesiz, yürütmenin açıkça etkisinden korunaksız olan polisler eliyle yürütülmesinin örneğinin yaşanmadığı, bunun Dünya tarihinde, hukuk tarihinde, Hitler ve Mussolini’nin hukuk yoluyla iktidar darbelerini yarattığı gerçeği karşısında, etki altında kalmadan, tarafsız bir soruşturmanın yürütülmesi için sayı ve mesleki tecrübe anlamında yeterince Cumhuriyet savcısının sadece bu soruşturmayla görevlendirilmesi, soruşturmanın yasa hükmü uyarınca bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından yürütülmesinin sağlanması, bu konuda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararname ya da yetkilendirme ile işlem yapması, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile ilgili yasanın bir an önce anayasal denetim sürecinin sonuçlanması, polisin CMY’ndaki konumu içinde tutulması, siyasi iradenin etkisini yaratabilecek etkenlerin ortadan kaldırılması, Adalet Bakanı’nın yargı üzerinden gölgesini çekmesidir.
'YARSAV çetelere karşı çıkmaktadır'
YARSAV yasalarda yer almayan kontr-gerilla, gladyo, Susurluk tipi devlet içinde konuşlanmış tedhiş ve ruh hali yaratma örgütlenmelerini her zaman, ulusun gerçek iradesini yansıtan demokratik toplum düzeni için bir tehlike olarak görmüş ve varsa her türlü bağlantılarının ortaya çıkartılmasından yana olmuştur, olacaktır da.
Bu çerçevede ise tek talebi vardır: Bu tür soruşturma ve kovuşturmaların tarafsızlıkla, hukuk içinde, insan haklarına saygı çerçevesinde yürütülmesi.
'Yargı, iktidar sahiplerinin aracı değildir'
Türk yargısı, iktidar sahipleri tarafından gerekmediğinde yok saydıkları, gerek duyduklarında ise kullanacakları bir araç değildir. Yargının bağımsızlığına sürekli/aşırı müdahale etmek ve yargıyı kendi çıkarlarına uygun ve güdümlü hale getirmek isteyenler ve ortakları bilmelidirler ki, Ergenekon, güdümlü yargı yaratmanın izdüşümü olmayacaktır. Varsa gerçekliği ortaya çıkarılacak, yoksa masumiyet korunacaktır.
'Hükümet gölge etmesin'
Cumhuriyetin yargıç ve savcıları bunu başaracak yetenek ve birikimdedir. Gölge edilmemesi yeterlidir. Türk yargısı dahili ve harici bedhahlarına karşı onurlu mücadelesini sürdürecektir.
Yargı insanlar için varsa, her şeyden önce insana saygıdan uzaklaşılmamalıdır.
YARSAV Tüzüğü'nde yer alan ilke ve hedefler doğrultusunda her zaman olduğu gibi bu süreçte de yaşanan hukuka aykırılıkların bertaraf edilmesi için üzerine düşeni yapacak ve yapmaya da devam edecektir.