Yargıya Karşı Saldırı...
cumhuriyet.com.trDinlemelerin yargıç kararıyla yapılması olgusu bu yazımızın temel konusudur. Eğer, yargıçların özlük haklarını adalet müfettişlerinin sorgulamasına, müfettişleri de Adalet Bakanı’na bağlarsanız orada artık adalet yıpranıyor demektir. Orada artık gerçek yargı ve yargıç bağımsızlığı yok demektir. Artık gerçek demokrasi ortadan kalkmış demektir.
Yargıtay santralının, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Aykut Cengiz Engin’in, Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sayın Osman Kaçmaz’ın telefonlarının dinlendiğinin ortaya çıkması, demokrasimizin ve AKP iktidarının “zaafları”nın ortaya dökülmesi açısından geçirdiğimiz bu zor dönemin en önemli olaylarından birisidir.
Bu durum karşısında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Başkanvekili Sayın Kadir Özbek yaptığı açıklamada “yargının savunmada” olduğunu söyledi. Evet, çok doğru. Yargı sistemi savunmadadır. Çünkü yargı sistemi ağır bir saldırı altındadır...
Aslında AKP iktidara geldiği günden beri Cumhuriyetin temel felsefesine karşı saldırı siyasetini benimsemiştir.
AKP basın, üniversiteler, TSK ve yargı ile tartışma ve çatışma halindedir. AKP’nin anayasamızda yer alan laiklik ilkesine karşı hareketlerin odak noktası haline geldiği, Anayasa Mahkemesi’nin bire karşı on oyu ile karara bağlanmasından sonra, basına karşı özel tutumlar, özel denetlemeler, Doğan Grubu’na karşı verilen orantısız vergi cezaları, TSK’ye karşı uygulanan psikolojik savaş, üniversitelerin YÖK kanalıyla denetim ve baskı altına alınmaları, yoğunluk kazanmıştır.
Anayasamız erkler ayrılığı ilkesini benimsemiştir. Yargı erki, ulus adına bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır. Mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi bütün modern devletlerin, tüm çağdaş anayasaların ve çoğulcu demokrasilerin vazgeçemeyeceği en temel kuraldır. Yargıçların ve savcıların görevlerini hiçbir etki ve baskı altında kalmadan bağımsız olarak yürütebilmeleri çağdaş anayasaların ele aldıkları birincil ilke olmuştur.
Mahkemelerin bağımsızlığı ile yargıçların bağımsızlığı birbirinin içine girmiş, eşanlamlı kavramlardır. Gerek mahkemeler, gerekse yargıçlar, yasama ve yürütme karşısında bağımsız olmalıdırlar, her ne sebeple olursa olsun, yürütme ve yasama yargıçlara emir ve talimat vermemelidir.
Yargıç güvencesi
Bu düşüncenin gerçekleşmesi demokrasinin de en temel ilkesidir. Bu nedenle, bağımsız yargı ve ona bağlı yargıç güvencesi sonunda ciddi olarak yargıçların özlük işleri güvencesine dönüşmektedir. Yargıç ve savcıların mesleğe kabulleri, yer değiştirmeleri, yükselmeleri, kendilerine disiplin cezası uygulanması gibi hususlar yargıç güvencesinin temel ilkeleridir. Bu işlevler Adalet Bakanlığı’nın takdirine bırakılmamalıdır. Eğer bu konularda Adalet Bakanlığı yetkili kılınmışsa, yargıç güvencesinden söz edilemez.
İşte bu nedenlerle yargı bağımsızlığı için, 1961 Anayasası “Yüksek Hâkimler Kurulu”nu kurdu.Yüksek yargıçların kendi seçtikleri 18 üyeden oluşan kurulun başkanını da kurul üyeleri kendileri seçiyordu. Bu kurul üzerinde Adalet Bakanı’nın bir etkisi yoktu. 1982 Anayasası bu temel ilkeyi değiştirdi, HSYK’nin üye sayısını yediye indirdi ve Adalet Bakanı ile bakanlık müsteşarını bu kurulun üyesi yaptı.
İşte sıkıntı burada başlamıştır... Ayrıca, yargıçları denetleyen teftiş kurulu tamamen bakanlığa bağlıdır, talimatlarını bakandan alır, oysa bunun tersi olması gerekir. Yargıç ve savcıların özlük haklarına ait, atama, yükselme ve disiplin soruşturması gibi tüm yetkilerin Yüksek Yargıçlar Kurulu’na verilmesi gerekir.
Bağımsızlık sözle olmaz
Yukarıda da belirtildiği gibi, yargıç ve savcıların görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı inceleme ve soruşturma yapmak yetkisi HSYK’den alınarak Adalet Bakanlığı’na verilmiştir. İnceleme ve soruşturma Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmıştır. İşte kritik nokta burasıdır. Yargıç güvencesini ve mahkemelerin bağımsızlığını sakatlayan ve bozan nokta burasıdır. Bu sakatlık yetmezmiş gibi, yukarıda sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararından sonra AKP iktidarı anayasa değişikliği yapmak istiyor... Sürekli olarak üzerinde durulan konu Anayasa Mahkemesi’nin ve HSYK’nin yapısının değiştirilmesidir. AKP bu yapının siyasal etkilere daha da açık bir hale getirilmesini istiyor.
Bu dinlemeler bardağı taşıran damladır. Bugün tüm yargı bir ölçüde Adalet Bakanı’nın manevi baskısı altındadır. Adalet müfettişleri Adalet Bakanı’na bağlıdırlar ve ondan talimat almaktadırlar. AKP’nin iktidarının çok önem verdiği Ergenekon davası savcılarının bağlı olduğu İstanbul Başsavcısı’nın ev, cep ve makam telefonlarının dinlettirilmesi yargı bağımsızlığı açısından “vahim” (çok korkutucu) bir durumdur. Yargıtay santralının dinlettirilmesi akıl durmasıdır.
CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan’a göre 300 milletvekili, 3000 yargıç ve 613 gazeteci şu anda dinlenmektedir.
Başbakan Erdoğan, bu dinleme skandalına karşı “beni de 6 ay yasadışı dinlediler” dedi ve bugünkü dinlemelerin yasal olduğunu belirtti. Öncelikle kendisine ‘Mecelle’deki bir kuralı anımsatalım: “Kötü emsal, örnek olamaz”. Kendisinin yasadışı dinlenmesi ayıptı... Ama bu ayıp, yargıçların ve birçok kişinin dinlenmesi için gerekçe oluşturamaz. Bir ayıp, diğer bir ayıbı örtemez.
Dinlemelerin yargıç kararıyla yapılması olgusu da aslında bu yazımızın temel konusudur. Eğer, yargıçların özlük haklarını adalet müfet- tişlerinin sorgulamasına, müfettişleri de Adalet Bakanı’na bağlarsanız orada artık adalet yıpranıyor demektir. Orada artık gerçek yargı ve yargıç bağımsızlığı yok demektir. Artık gerçek demokrasi ortadan kalkmış demektir.
Ancak adalet müfettişlerinin manevi etkisinden korkarak gelen her isteği kabul edip dinleme kararı veren yargıçlar da, artık vicdanlarının sesini dinlemek zorundadırlar.
Tarih önünde kara cümlelerle anılmamaları ve yargı bağımsızlığının korunması için daha özenli ve duyarlı hareket etmek zorundadırlar.
Tüm bu uygulamalara imza atan AKP’nin adalet bakanları ve bu demokrasi karşıtı uygulamalara kılıf uydurmaya, gerekçeler bulmaya çalışan Sayın Başbakan yargı bağımsızlığına darbe vuran bu ayıplar nedeniyle demokrasi tarihinin olumsuz ve ağır yargısından kendilerini kurtaramayacaklardır...