Yargıtay: Manevi cebirle darbe suçu olamaz
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gazeteci yazarlar Ahmet Altan, Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak’ın arasında bulunduğu 7 sanığa verilen “anayasayı ihlal” suçundan mahkûmiyet kararının bozulmasına yönelik tebliğnamesinin ayrıntıları ortaya çıktı. Yerel mahkemenin kararının “somut olay bakımından hatalı, yasal ve yeterli gerekçeden yoksun olduğu” anlatılan tebliğnamede, anayasayı ihlal suçunun “elastik bir şekilde” “kanun yoksa suç da yoktur” ilkesine aykırı bir şekilde uygulanamayacağı, “manevi cebirin” suçun unsuru olmadığına dikkat çekildi.
Alican Uludağ<haber-dikey:1113980,1100578>
Yargıtay Cumhuriyet Savcıları Faik Ersöz ve Mücahit Erdoğan tarafından hazırlanan 28 sayfalık tebliğnamede, Altan kardeşler ile Nazlı Ilıcak’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almasına neden olan “anayasayı ihlal” suçu masaya yatırıldı. Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçunun oluşması için “Cebir ve şiddet” unsurunun olması gerektiğine işaret edilen tebliğnamede, tek başına “manevi cebirin” başka bir ifadeyle tehdidin suçun oluşumuna elverişli ve yeterli olmadığı kaydedildi. TCK’nin 309. maddesindeki “cebir ve şiddet” ibaresinin açık olarak düzenlendiği anlatılan tebliğnamede, şöyle denildi:
“Bu durum, AİHM kararlarında da belirtildiği şekilde ‘kanunilik’ ve ‘düzenlemelerin açık ve anlaşılır olması’ ilkelerine de uygunluk göstermektedir. Bu şekilde ise anayasayı ihlal suçunun kanuni düzenlemeleri elastik bir şekilde ‘nullum erimen, nulla poena sine lege (kanun yoksa suç da yoktur )’ ilkesine aykırı bir şekilde uygulanamayacağını ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda ise kanun metninde yer almayan manevi cebirin yani tehdidin anayasayı ihlal suçunda da bir unsur olarak aranması gerek ulusal mevzuat gerek AİHM kararlarına aykırılık teşkil edecektir. Cebir kavramını geniş yorumlamak gerek başta ‘kanunilik’ ilkesine gerek anayasayı ihlal suçunun teşebbüs suçu olma özelliğine aykırılık teşkil edecektir. Doktrindeki genel kabul de anayasal düzeni koruyan TCK 309. madde, bu düzeni değiştirmeye yönelik icra hareketlerinin varlığını aramakta olduğuna ilişkindir. Yargıtay, burada manevi cebirin bu suçun unsuru olamayacağını belirtmektedir.”
“Sanıkların atılı suç bakımından iddia ve kabul edilen eylemlerinin, Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere vahamet arz ettiği hususunda hükümde yeterli, yasal ve hukuki bir gerekçe bulunmadığı” ifade edilen tebliğnamede, “Hükümde sanıkların cebir ve şiddet kullanarak ne şekilde bu suç iştirak ettikleri hususu da açıklanmamıştır” görüşüne yer verildi. Suçun cebir ve şiddet yoluyla işlenmesi gerektiği, cebrin de maddi cebir olduğu ifade edilen tebliğnamede, “Dosya kapsamında sanıkların iddia ve kabul edilen planlaması içerisinde darbe kalkışmasıyla birlikte basın yolunu kullanmak suretiyle atılı suça cebren iştirak ettikleri kabul edilmiş ise de, atılı suçun ne zaman işlenmeye başlandığı, sanıkların da hangi anda suça iştirak ettikleri, bu şekilde cebir ve şiddete başvurdukları hususu açıklanmayarak genel bir kabulle hüküm kurulmuştur” denildi.
Darbeyi önceden bildikleri iddiasını, suça iştirak bakımından önemi olmadığı belirtilen tebliğnamenin sonuç bölümünde, sanıklara atılı anayasayı ihlal suçunun somut olay bakımından oluşmadığı, mahkemenin kararının hatalı, yasal ve yeterli gerekçeden yoksun olduğu vurgulandı.
Sanıkların hukuki durumunu buna göre değerlendiren Yargıtay Başsavcılığı, sanıkların “Silahlı terör örgütüne yardım” suçundan cezalandırılmalarını isterken, “...Sanıkların örgütün varlığından haberdar olarak, gazetecilik ve yazarlığın vermiş olduğu statüden istifade ederek ancak bu faaliyetlerin dışında örgütün amaçlarına hizmet edecek şekilde bir bütün olarak manevi yardımın da dışında maddi eylem boyutunda sayılacak yayın, yazım, sosyal medya paylaşımı ve program yapmak suretiyle örgüte bilerek ve isteyerek yardımda bulundukları anlaşılmıştır” dedi.