'Yargılanan gerçeğin kendisi'
Tuluhan Tekelioğlu "Gazeteciler, mesleklerini yaptıkları için tutuklular. Bu yüzden yeni kitabımı gerçeğin peşinden koşan basın emekçilerine ithaf ettim" diyor.
Ceren ÇıplakCan Dündar, Fatih Yağmur, Ayşenur Arslan, Murat Aksoy, Fatih Altaylı, Derya Sazak, Aydın Doğan, Rıdvan Akar, Ahmet Şık, Bekir Coşkun, Hasan Cemal... Hepsi “Ya Bizdensin Ya Da...” kitabında anlatılıyor. Bu kitap vesilesiyle susmadıkları için bedel ödeyenlerle, sustukları için bedel ödeyenleri izliyoruz aslında.
Medya kuşatma altındayken bu kitabı hazırladığını vurgulayan gazeteci Tuluhan Tekelioğlu’nun çektiği “Persona Non Grata” (İstenmeyen Kişi) belgeselinden süzülen bu kitap Kırmızı Kedi’den çıktı. Bekir Coşkun’un kitapta anlattığı “O sarı ineği vermeyecektiniz” hikâyesi ise aklımıza gelen tüm soruların cevabı aslında. Hikâye ise şöyle: Aslanlar, ineklere ve öküzlere diyorlar ki, “Sizi yiyeceğiz!”. Karşılık olarak “Aman durun” deniyor. Aslanlar da “Peki şu sarı ineği verin, vazgeçelim” diyor. Öküzler de sarı ineği veriyor. Derken aslanlar her hafta bir inek istiyor. En sonunda iki öküz kalıyor. O öküzlerden biri diyor ki; “O sarı ineği vermeyecektik...”
- Bu kitaba Can Dündar’la başladınız, biz de öyle yapalım. Dündar, Gül ve diğer pek çok gazeteci tutuklu... Yargılanıyorlar... Aslında yargılanan ne?
Hırsızlığın ödüllendirildiği, dürüstlüğün yargılandığı bir dönemden geçiyoruz. Değerler altüst oldu. Bu yüzden toplum yaşadıklarına kayıtsızlaştı, hissizleşti, bu en kötü şey. Yargılanan gerçeğin kendisidir bugün. Gerçeğin peşinden koşan gazeteciler, sadece mesleklerini yaptıkları için tutuklular. Bu yüzden kitabımı gerçeğin peşinden koşan basın emekçilerine ithaf ettim.
Bu kitabın başlangıcı, 2015 yılında çektiğim, “İstenmeyen Kişi” belgeselidir. Belgeselin çekimine Dündar’ın duruşmasıyla başladık. O gün, Cumhurbaşkanı’nın kendisine hakaret ettiğini ileri sürdüğü gazetecilerin duruşması vardı. Dündar Cumhurbaşkanı tarafından hakkında en çok dava açılan gazeteci. O gün “Yargılanmayan gazetecilerde bir mahcubiyet hissi oluşuyor, biz işin tadını çıkarıyoruz” demişti. Bugün ise tutuklu.
Biz bu dayanışmanın temelini Silivri’nin kapısında atmaya başladık. Umut Nöbeti, gazetecilik açısından da umut verici.
- Şu an medyada çalışıyor musunuz?
Hayır. Bu dönemi bağımsız işler yaparak geçirmeyi düşünüyorum.
- Kitapta işten çıkartılan gazetecilere sorduğunuz soruyu ben de size yönelteyim: Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
Hayatımı küçülttüm, daha basit, daha yalın bir hayat yaşıyorum. Lüks olan her şeyden vazgeçtim. Belgeselcilikte daha çok yol almak istiyorum. Başarılı olmuş insanların cesaret verici öykülerini çekmek istiyorum. Onlardan biri de babamdır. İdealisttir. (Prof. Yavuz Tekelioğlu) Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni yoktan var etti. Kendi kurduğu fakültesinde ona şu an ders verdirilmiyor.
- Neden?
Atatürkçü olduğu için. Ailece bu günleri mizahi yönünden bakarak geçirmeye çalışıyoruz.
- Kitabın kapağında “Patronundan muhabirine, medyada hâkim gücün yanında olmamanın bedelini ödeyenler...” yazıyor. Ancak kitaptaki medya patronları, medyanın üst yöneticileri hâkim gücün yanında olmamaktan değil, aksine hâkim gücün yanında oldukları için, iktidarla dans ettikleri için bedel ödediler... Niye hepsini aynı kefeye koydunuz?
Bu kitap sektörün içinden üç boyutlu bir selfiedir. Bu kitaptaki bazı isimleri koymasaydım sadece tek katmanlı bir mağduriyet kitabı olurdu. Medya yöneticilerine, medya elitlerine hatta Aydın Doğan’a da yer verdim ki, okuyucu Türk basınını içten tanısın. Medya elitlerini, medyanın ürkek yöneticilerini kitaba koymasaydım bu mağduriyet anlaşılmazdı. Aslında gücü alan diğerine hükmetti ve sonunda herkes kaybetti. Türk basınının bu hazin sonunu korkak patronlar ve vicdanından vazgeçen, güce biat eden gazeteciler getirdi. En büyük bedeli ise emekçi muhabirler ödedi.
- Ama aynı başlık altında verdiniz, “Ya Bizdensin Ya Da...” diye. Susmadıkları için bedel ödeyenlerle, susmanın, göz yummanın, kelle vermenin bedelini ödeyenler aynı başlık altında...
Sonuçta onlar da kaybettiler. Kitabın kapağı her şeyi anlatıyor. Gücün yanında yer alan medya elitleri de kaybetti. Bu medya elitlerini koymasaydım okuyucu karşılaştırma yapamazdı.
- Mesela Fatih Altaylı yeri geldi iktidar için muhabirinin kellesini verdi...
Mesele sistem meselesi. İnsanlar değil. Sistemi sorguladım bu kitapta. Basında bir kast sistemi var. Bu kast sistemi Türkiye’de özgür basının önünü tıkıyor. Siz ayda 2 bin lira maaş alan muhabirden kahramanlık yapmasını bekleyemezsiniz. Ama kahramanlığı yapan onlar oldu, özellikle Gezi sürecinde. Ve önce onlar tasfiye edildiler.
‘Prim için sendikadan vazgeçtiler!
- İçeriden bir gözle bakacak olursak, medyanın bugünkü hali için iktidarla dans eden patronlara ne dersiniz?
Medyanın bu hale gelmesinin sorumlusu sadece onlar değil. Bizler de varız. Birinci sorumlu korkak patronlar, ikincisi, patronların sözünden çıkmayan medya yöneticileri ve sonra da biz gazeteciler! Kendi haklarımız için örgütlenemedik. Haklarımızı koruyamadık. 90’lara kadar gazeteciler sendikalıydı. 90’lardan sonra gazeteciler sendikal haklarını kaybediyorlar daha doğrusu vazgeçiyorlar, birkaç seyahate ve prime... Bu çok acı. Mesele elimizi taşın altına sokmak. En güçlü kalemler bile tek tek kırıldı. Türkiye basınını kurtaracak olan patronsuz medyadır.
- Medyanın özgürlüğünü kaybediyor olmasının sorumlusu kim?
Sorumlu bizleriz. İğneyi de çuvaldızı da kendimize batırıyorum. Susmuş basın, susturulmuş toplumu getirir.
- Kitaba yazmadığınız bilgiler oldu mu?
Aydın Doğan’ın söylediği birkaç özel şey var, yazmadım, ama bu da çok özel olduğu için söyleyemeyeceğim.
- Aydın Doğan, kitapta “Sütten çıkmış ak kaşık değilim” diyor, peki “sarı inek” meselesini kabul ediyor mu sizce?
Evet. Aydın Doğan, satır aralarında “o sarı ineği vermeyecektik” diyor. Bence kendisi de pişman.
‘Silivri’de tellerin ardından CAN ile ERDEM için bağırdık
- Silivri’deki Umut Nöbeti notlarınız neler?
Kırmızı güllerle karşıladılar bizi. Silivrili gençler ellerinde sıcak çay termosuyla geldiler akşam üzeri. Bize Gül ile Dündar’ın koğuşlarının uzaktan görülebildiği yakın bir yere götürdüler.
Hep birlikte infaz tellerinin arkasından onlara seslendik. “Yalnız değilsiniz, sizinleyiz” diye.. Bu kitap sadece işsiz bırakılan gazetecileri değil Türkiye’nin gerçeğini de anlatan bir kitap. Ya bizdensin ya da... diyerek ikiye bölmek istediler bizi... İktidarda olanlara biat edenler ve biat etmeyenler olarak.
Silivri'de Can Dündar'a böyle seslendiler - VİDEO
Medya yöneticilerine sınırsız kredi kartı
- Konuştuğunuz isimlerde gördüğünüz ortak payda ne oldu?
Herkes bir çeşit yalnızlaşma ve hesaplaşma içinde. “Nerede hata yaptık” sorusu hep var. Bu ülkede muhalif olmanın bedeli ağır. Özellikle geçtiğimiz bu despot dönemde sanırım her muhalif bir gün Silivri’yi tadacak!
- Belki de nerede hata yaptık sorusunun cevabı o sarı inek hikâyesidir...
O patronlar o sarı ineği vermeyecekti. Bekir Coşkun’un analizi bu; “O ineklerden biri de benim” diyor. Patronlar tek tek kalemlerini harcadılar! Aydın Doğan, daha iyi yöneticilik yapsınlar diye bazı gazetecilere sınırsız kredi kartları verdiğini, ama onların dünyanın bir ucuna gidip içtikleri şarabı yazdıklarını vs anlattı bana.. Hatta onlara bunları yazmayın demesine karşın yazdıklarını söyledi. Bir patron bile yöneticilerinin ne kadar şımardığını görüyor ve onları uyarıyor. Üstelik “gazeteci” bu insanlar. Nasıl koruyacaklar muhabirlerini? Nasıl savunacaklar gazeteciliği?
KİTAPTAN DEMEÇLER
Kovan, kovulanla selfie çektiriyor
Rıdvan Akar
“Tazminatımı almaya gittiğimde insan kaynakları müdürü bir selfie çektirmek istedi benimle. Çok garip geldi bana. Sizi işten atan insan, sizinle selfie çekmeye çalışıyor. Hani silahşörler vurdukları insanlarla tabancalarına birer çentik atarlar, öyle yorumladım.”
Fatih Yağmur
“Bu haberleri kimse yapmazsa, kamuoyunun 17 Aralık’tan haberi olmayacaktı! Birisinin yazıp kendini feda etmesi gerekiyordu. Gazetecilik bana göre buydu...”
'Her türlü alçaklığı kullanan bir yok ediş operasyonu'
Bekir Coşkun
“Bugün Türkiye’de her türlü hilenin, her türlü mikropluğun, her türlü lanetin, her türlü kalleşliğin, her türlü alçaklığın rahatlıkla kullanıldığı müthiş bir yok ediş operasyonu yaşıyoruz.”
Derya Sazak
“17 - 25 Aralık Yolsuzluk Operasyonu sürecinde tapeler ortaya çıktı. Erdoğan Demirören’in Başbakanı arayıp “Patron seni üzdük mü?” dediği söyleşinin sonundaki özür konuşmasında utanmadan ağladı. Bir Başbakan konuşmasıyla, bir gazete sahibini ağlattı.”
'Gazeteci aristokrasisi'
Kadri Gürsel
“Türkiye’de lüks yaşayan, havuzlu villalarda oturan, kendi özel şahsi teknelerinde gezip tozan bir gazeteci aristokrasisi teşekkül etti ve bu zümre ahlaken yozlaşmış bir zümreydi. Gazeteciler kendilerini fazlasıyla patronların hizmetkârı hisseder oldular. Hak etmedikleri paraya, lükse, imkâna kavuştular. Gazeteciliği o lükslere sahip olmanın aracı haline getirdiler.”