Yargıda Tutuklama Alışkanlığı -I-

cumhuriyet.com.tr

Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, ‘mahkûmiyet ve suçluluk’ ile aynı nitelikte görülen bir ‘hak ve özgürlükten kısıtlanma’ dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur.

“Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, yargı dünyamızda son yıllarda giderek yaygın hale gelen “tutuklama” ile ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin 2. fıkrasını değiştirmektedir.

Konuyu yeterince ve açıklıkla ortaya koyabilmek için, önce 101. maddenin tümünü ve değiştirilen ikinci fıkrayı aktarmak yararlı olacaktır.

“1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya resen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir.

2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir.

Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.

3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.

4) Tutuklama kararı verilmezse, şüpheli veya sanık derhal serbest bırakılır.

5) Bu madde ile 100. madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebilir.”

Değiştirilmek istenen 100/2. madde aynen şöyledir:

“Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.”

Her iki fıkranın karşılaştırılmasında, yürürlükteki hükümde yer alan “Hukuki ve fiili nedenler ile gerekçeleri gösterilir” şeklindeki cümleciğin, “a) Kuvvetli suç şüphesini, b) Tutuklama nedenlerinin varlığını, c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu, gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir” cümleciği haline getirildiği görülmektedir.

Tutuklama ile ilgili bu değişiklik, iktidar yetkililerince reform olarak topluma sunulmaktadır. Acaba bu değişiklik gerçek bir reform mudur? Bu değişiklik, ülkemizdeki tutuklama alışkanlığını ortadan kaldırabilecek midir? Bugün cezaevlerindeki yüz bini aşmış kişinin yarısını oluşturan tutukluların sayısını bu değişiklik azaltabilecek midir? Türkiye’mizin siyasal ve toplumsal yaşayışına yön vermiş yüzlerce değerli insanın tutuklanması durumunu etkileyecek midir?

Reform olarak nitelenemez

Yürürlükteki CMK 100-108. maddeler arasında düzenlenen tutuklama ile ilgili kurallardan sadece birinde bir değişiklik yapılması ile bu sorulara olumlu cevap verilebilmesi çok zor görünmektedir. Üstelik bir maddedeki bir fıkranın bir cümleciğinin değiştirilmesinin bir reform olarak nitelendirilmesi çok yanlıştır.

Aslında tutuklama ile ilgili durumu yeniden ele almak ve yürürlükteki CMK maddelerini çok iyi incelemek gerekmektedir.

Öncelikle şunu vurgulamamız gerekiyor ki, 2005’te yürürlüğe giren CMK, suç karşısında şüpheli olarak gördüğü insanı savunmasız bırakan ve haklarından, özgürlüklerinden soyutlayan bir düzen kurmuştur. Bunu, yakalamada, gözaltına almada, aramada, kolluk, savcı ve yargıç sorgulamasında, telefonların dinlenmesinde, teknik izlemede saptayabilmek mümkündür. Bunların yanı sıra, adli yargıdaki, olağan mahkemeler ve özel yetkili-görevli ağır ceza mahkemeleri ikiliği ya da bölünmüşlüğü, kurulan yargı düzenini gittikçe ağırlaştırmakta, “insana karşı bir düzen” haline getirmektedir; kovuşturmalarda gizlilik kararlarının daha sıklıkla alınması, bu durumun bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Tutuklama, ülkemizde, pek anlaşılmayan, ne olduğu bilinmeyen, “mahkûmiyet ve suçluluk” ile aynı nitelikte görülen bir “hak ve özgürlükten kısıtlanma” dönemidir. Tutuklular cezaevlerinde, cezaevlerinin kendilerine ayrılmış bölümlerinde tutulurlar. Aslında bu ifade tarzı yanlıştır; tutuklular cezaevlerinde tutulurlar. Tutuklular için ayrı tutukevleri yoktur. Tutukevinin ayrı bir mimarisi, topluma açık bir konumu, sağlık, eğitim, dinlenme, spor, gelişim olanakları bulunmamaktadır.

Tutuklular, hükümlülere o kadar çok benzetilmektedir ki, infaz ile ilgili ayrı bir kanunları bulunmamaktadır. “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun”un 108. maddesi hep hükümlülerle ilgili iken, sadece 3 maddesi tutukluların haklarına ilişkindir. Aynı kanunun 116. maddesinde hükümlülerle ilgili bazı maddelerin tutuklular için de uygulanabileceğini belirtmektedir. Bu nedenledir ki, nice tutuklular, cezaevlerinde tek başlarına yaşamaya zorlanmakta, izinli olarak dışarı çıkarılmamakta, kötü sağlık koşullarına sürüklenmektedir.

CMK’deki düzenleniş biçiminde ise tutuklamanın koruma tedbiri niteliğinin çok aşıldığı görülmektedir. CMK 100/3. maddede gösterilen kimi suçlarda kuvvetli suç şüphesinin bulunması, tutukluluğun nedeni olarak kabul edilmiştir. Uygulama kuvvetli suç şüphesini genellikle göz önünde tutarak sadece suçun işlendiği varsayımına dayanmış ve sık sık kararlarını vermiştir. Bu suçların sadece TCK’deki sayısı otuz civarındadır; TCK’deki suç sayısının iki yüz yetmiş civarında olduğu düşünüldüğünde, on suçtan biri tutuklama için neden olarak kabul edilmektedir.

CMK 100/3. maddede belirtilen bu suçlar, uygulamada, tutuklama yönünden aşırı bir eğilim oluşturmuş ve binlerce kişinin hak ve özgürlüğünden yoksun bırakılmasını sonuçlamıştır.

CMK 100/3. maddede sıralanan suç biçimleri tutukluluğun devam etmesinde de hep öne çıkarılmakta, bu neden kullanılarak tutukluluk aylarca, yıllarca sürüp gitmektedir.

Türkiyemizde, tutuklama süresi çok uzundur. Yıllarca süren tutukluluk hali, insan haklarına aykırıdır; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 30.09.1985’te verdiği Elvan Can / Avusturya kararında 1 yıl 2 ay devam eden tutukluluk halini Sözleşme’nin 5/3. maddesine aykırı bulmuştur. Bir yıl iki aylık süreyi, makul tutukluluk süresinin aşılması olarak gören AİHM’nin kararı ile Türkiye’deki durum karşılaştırıldığında, içinde bulunulan hukuka aykırı ve hukuku ihlal eden durum daha iyi anlaşılabilmektedir.

Prof. Dr. Köksal Bayraktar Yeditepe Üni. Ceza ve Ceza Usul Hukuku Öğr. Üyesi