Yaratıcı sanatın dijital orjileri

1987’deki ilk İstanbul Bienali’ne katılan çağdaş sanatçı Morellet’yi hiç unutmayacağız.

Necmi Sönmez

François Morellet, İstanbul sanat ortamıyla yakın bir diyalog içinde olan ender uluslararası sanatçılardan biriydi. 1987’de 1. İstanbul Bienali çerçevesinde Aya İrini’de ülkemizde ilk işini sergileyen Morellet, 1994’te Maçka Sanat Galerisi’nde (MSG), 2012’de ise Borusan Contemporary’de kişisel sergiler düzenledi.

Belli bir sanat eğitimi almadan sanatla ilgilenmeye başlayan Morellet, 1926’da Fransa’nın Cholet kentinde doğdu. 1950’de ilk kişisel sergisini Paris’te açan sanatçı, o yıllarda tartışılmaya başlanan “L’Art Contret” akımının öncü sanatçılarından biri olarak çalışmalarını her türlü duygusallık, dışavurumculuktan uzak “sistemler” üzerinde geliştirdi. Geometrik soyutlamayı farklı araştırmalarının odağına yerleştiren Morellet, 1960-68 arasında GRAV grubu üyelerinden biri olarak, yalın formlar üzerine yoğunlaştı.

Çizgilerini 1962’den itibaren mekânlara taşıyarak o yıllarda ‘intervension’, günümüzde ise ‘installation’ olarak isimlendirilen üç boyutlu çalışmalarına başlayan sanatçı, ‘meşhur’ neonlu (1962), geçici siyah bandlı (1968) işlerine o sırada başladı.

Mayıs 1968 hareketi, aynı zamanda sanat ortamını da derinden etkileyerek, görsel araştırmaların, politik, sosyal, ekonomik içerikli olması gerektiğini savunduğunda, yeni bir estetik anlayışın kapılarını aralıyordu. Morellet ise o sırada, geometrinin dekoratif ve kendisini durmadan tekrar eden boyutunu zaten çoktan aşmıştı. Kendine özgü espri anlayışıyla geometrinin ortodoksluğunu etkileyici deneylerle aşan Morellet, 1980 ve 1990’lı yıllarda izleyicilere, hem düşünebilecekleri, hem de keyif alabileceği bir “sistemler dünyası” sunmayı başarmıştı.

1994 MSG katalog yazısı nedeniyle tanıştığım François ile yakınlaşmam, daha sonra Almanya, Avusturya ve Hollanda’da müzelerindeki ortak etkinliklerimiz nedeniyle gelişti. Sanatı, geometri, sistemler ve rakamlar gibi ölçülebilen değerler üzerine kurulu olmasına rağmen, izleyicinin düş gücüne yeni enerjiler taşıyan “tuhaf bir mizah” anlayışı üzerine kuruluydu. Çizgi, form, renk gibi elemanları “sanatsal çerçeveden” çıkarıp, insanın kendi doğasına, dünyasına sokarken François kara mizahın tüm elemanlarını kullanarak, pek az sanatçının başarabildiği “görsel rahatlamayı” devreye sokuyordu.

Neon malzemesini kullanarak geliştirdiği çalışmalarıyla halka açık alanlarda mimarinin detay fetişmine karşı çıkan deneylere giren François, ‘elektriğin ışığı’ olarak tanımladığı bu malzemeyi, hafifliği ve yalınlığı nedeniyle çok seviyordu. 2012’de Cholet’de kendisini ziyaret ettiğimde, bilgisayarların yaratıcı özelliklerinin sanatçıların çalışmalarını sollayacağını söylüyordu. Doksan yaşına merdiven dayamış bir sanatçıdan bu sözleri duyduğumda şaşırmıştım, kendimi tutamayarak, herhalde espri yapıyorsun dediğimde, tüm ciddiyetiyle “dijital devrimlerin sanatın ve hayatın tüm tozunu silip süreceğini, kendimizi dijital orjilere” hazırlamamız gerektiğini” söyledi. Benim fukara Fransızcamla gırgır geçmeyi sevdiği için ne demek “dijital orji” diye sorunca, büyük bir ciddiyetle yarım saati geçen bir açıklama yaptı.

François Morellet, sistemleri yaratan insanın, bu sistemlerin kölesi olmaması gerektiğini savunurken, hayatın gerçeklerinin üzerine farklı gerçekler yüklemenin hatalı olacağını düşünüyordu. Sanat eserleriyle “anlamların yükünü” kaldırıp, kara mizahın gücünü, neon ışığının büyüsüyle birleştirmeyi başaran sanatçıyı hiç unutmayacağız.