Yankı Enki'den 'Maskenin Düştüğü Yer'

Yankı Enki, “Maskenin Düştüğü Yer” ile 2005-2011 arasında farklı gazete ve dergilerde yayımlanan yazılarını bir araya getiriyor. Enki, yazılarında, Gotik edebiyatta iz bırakmış yazar ve eserleri ele alıp kavramlar üzerinden korku edebiyatını anlamaya koyuluyor. Enki ile kitabını ve Korku edebiyatının gerçekliğini konuştuk.

Reyyan Bayar

‘Korku edebiyatının kahramanı biziz’

-Kitabı, araştırma ya da inceleme değil, “eleştirel deneme” olarak niteliyorsunuz. Kitap özelinde bunu biraz açar mısınız?

-Bu kitap, genellikle birbirinden farklı zamanlarda yazılıp farklı dergilerde yayımlanmış yazılardan oluşuyor. Bir kitapta toplanma sebepleriyse korku edebiyatı çatısı altında buluşmaları. Sistemli bir şekilde yazılmış, giriş-gelişme-sonuç şeklinde, akademik bir yapıda ilerleyen, bir temayı alıp onu bütünüyle inceleyen ya da araştıran yazılar değiller. O nedenle “inceleme” veya “araştırma” olarak nitelersem sadece eksik ya da fazla değil, öncelikle yanlış bir tanım yapmış olacağımı düşündüm. Benim hayranı olduğum eser ya da yazarlara yönelik eleştirel bir tavır yüklemeye çalıştığım, onlara belirli bir mesafeden bakmayı denediğim yazılar bunlar. Konularının ufku çok geniş elbette, ama benim kendi ufkumu görmeyi denediğim, kendime soru sorduğum, zıtlıkları bir elekten geçirmeye çalıştığım denemeler. “Eleştirel” oldukları ve “deneme” oldukları için bu ifadeyi kullanıyorum. Tabii bu yaklaşımımda, bu türdeki deneme ustalarının da gösterdiği yolun etkisi büyük. Özellikle Nurdan Gürbilek, Bülent Somay ve Yaşar Çabuklu gibi isimlerin eserlerinde yıllardır bir okur olarak gördüğüm, hayranlıkla izlediğim ve benimsediğim bir yaklaşım bu.

GOTİK EDEBİYATIN TEMELİNDE MODERNLİK VAR”

-Kitapta yer alan yazıların birçoğuna kavramlar üzerinden korku edebiyatını anlama çabası hâkim bir anlamda. Bu bağlamda, editör ve yazar olarak kavramların edebiyattaki yerine ilişkin neler söylersiniz?

-Bu yazılarda genel olarak yaslandığım kavramlar Zygmunt Bauman’a ve Sigmund Freud’a ait. Bauman’ın “müphem”, “yabancı”, “modernlik” kavramları ve Freud’un “tekinsiz” kavramı başta geliyor. Deneme türünün yazarı ve okuru özgürleştiren yanlarından biri de kavramların bağlamlarından çıkarılmasına izin vermesi. Böylece bir ilham silsilesi ortaya çıkıyor, felsefenin, sosyolojinin ya da psikanalizin resmi büyüyor, bireysel vakalar kültürel vakalara, onlar da edebi vakalara dönüşebiliyorlar ve bu bir döngü halini alıyor. Düşündükçe genişleyen ya da daralması gerektiğinde daralan tanım kümeleri içinde yolculuk yapma fırsatı veriyor. Korku, tanımlamanın o kadar da kolay olmadığı bir duygu. Korku edebiyatının meselelerinden biri de bu. O nedenle farklı disiplinlerden kavramlara başvurmak korku edebiyatını irdelemek için son derece verimli olabiliyor.

-Yine kavramlar üzerinden gidersek, Gotik edebiyatta bazı olguların, yerine göre olumlu ya da olumsuz değerleri niteleyebilmesinin temelinde ne yatıyor sizce?

-Gotik kavramı, hangi açıdan ele alırsanız alın, ortaya çıkışından beri karşıtlıkları kendi içinde barındırıyor. Avrupalı uygar insanın kökünü ve barbarlığı, parlak geçmişe duyulan özlemi ve aynı zamanda pişmanlık duyulan karanlık geçmişi, özgürlüğü ve aşırılığı, doğanın yabani tarafını ve düzenini, insanı ve hayvanı… Yine de bunların modern tanım kümeleri olduklarını unutmayalım. Gotiğin olumlu ve olumsuz tanımları bir arada kapsaması, yani müphem bir kimliğe sahip olması da modern açıdan bakıldığında görülüyor. Kısacası temelinde modernlik yatıyor. Gotik edebiyatın zirvede olduğu dönemin modernliğin de önemli bir dönemi olduğunu hatırlamakta fayda var.

BİLİNMEYENİN KORKUSU”

-Korku edebiyatı bir kaçış değil kaçtıklarımıza dönüş edebiyatıdır, deyip bu alanı hatırlamak ve barışmakla ilişkilendiriyorsunuz...

-Evet, “kaçış” terimi spekülatif kurgunun tamamı için belirli bir kesim tarafından sık sık kullanılır. Edebiyatın akademide ne kadar yer kaplayacağını, hangi eser ve yazarların kanona girip girmeyeceğini belirleyenlere bu alanı hatırlatmak, korku edebiyatının hangi toplumsal koşullarda hangi biçimlerde ortaya çıktığını ve nasıl devam ettiğini, ne şekilde dallanıp budaklandığını anımsatmak, tartışmaya değer olduğunu göstermek gerekiyor. Korku edebiyatının iyi örnekleri, tıpkı bilimkurgu ve fantastik kurguda olduğu gibi, aradığınız cevabı kendi içinde taşır zaten. Neden önem arz ettiğini satır arasında yansıtır. Sevmek ayrı bir mesele, ama hayalet öykülerine gereken önemi vermezseniz, neyin ya da kimin korkunç olup olmadığını kategorize ederseniz, dışarıda bıraktıklarınız sizin içinizde kalır. İçerisi daha korkunç olur. Korku edebiyatının tamamını tek, sonsuz bir hayalet öyküsü gibi tasavvur ediyorum o yüzden. Kahramanı biziz, hepimiziz.

-Yüzyıllardır korkmaktan, korkuyu yazmaktan ve okumaktan vazgeçilemediği vurgusu yansıyor metinlerinizden. Bu durumun arka planında ne olmalı?

-Bunun arkasında boşluklarla kaplı ama içinin dopdolu olduğunu bildiğimiz bir küme var. Lovecraft buna “bilinmeyenin korkusu” diyor. Her şekilde, dilimiz döndüğünce bir tanımlama yapmaya çalışıyoruz. Bilim insanı, akademisyen, filozof, teorisyen ya da kurgu yazarı, herkesin bir tanım çabası ya da bu çabaya ilişkin bir yorumu var, ama şimdilik en somut görünen ortak nokta şu: Bizler ölümlü varlıklarız. Ölümden kaçamıyoruz, korkuyoruz ve ölümlü olduğumuz gerçeği değişmediği sürece gündelik hayatla ilişkimiz de böyle kurulacağa benziyor.

KORKU ÖĞELERİ BİZİ BİZE ANLATIYOR”

-Geçmişten günümüze korku edebiyatı yazarlarını ve verimlerini mercek altına alıp zaman, mekân ve kahramanlarını irdeliyorsunuz. Korku öğelerindeki kültürel değişim bize ne anlatıyor/anlatmalı?

-Öncelikle bize bizi anlatıyorlar ve anlatmalılar. Dünyanın iki ucundaki iki yazarın iki farklı öyküsü bize çok şey anlatabilir. Paralellikleriyle de anlatabilirler, uzaklıklarıyla da... Oğuz Atay’ın ölümle, yasla, melankoliyle kurduğu ilişkiye karşılık Poe’nunki örneğin. Dönem ve coğrafya olarak uzak olsalar da birbirlerini tamamlarlar. Böyle birçok örnek sayabiliriz.

-Peki, Türk edebiyatında da böyle bir çalışmanın izi sürülebilir mi? Sizin bu eksende başka çalışmalarınız olacak mı?

-Elbette sürülebilir, sürülmeli de ama kapsamı daha farklı olur. Bu kitaptaki yazılar benim yüksek lisans tezimi yazarken üzerinde çalıştığım akademik metinlere yaslanıyor. Gotik edebiyatı mercek altına aldığı için Britanya ve Amerikan kurgusunun üzerine eğilen ve Batı kültürünü deşifre etmeye çalışan yazılar. Türkiye’nin korku edebiyatı üzerine düşünmek için ise farklı açılara, farklı yol haritalarına ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz gerek. Benim bu eksende planladığım yeni bir kitap var. Bu kitap için bir modern korku klasiği olarak Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken’ini temel alan bir metin üzerinde çalışıyorum. Giovanni Scognamillo’nun da bir kurgucu olarak öne çıkarılmasını gerektiren öyküleri mevcut. Bir de 2000’lerin Türkçe korku edebiyatı üzerine bir çalışma için hazırlık yapıyorum. Özellikle yakın dönem korku öykücülüğünün yeri çok önemli bu çerçevede.

Maskenin Düştüğü Yer/ Yankı Enki/ İthaki Yayınları / 120 s.