Yangından geriye filmleri kaldı

Atina'daki yangında el yazısı film notları, şiirleri ve kitaplarının da bulunduğu arşivi yanan efsane yönetmen Theo Angelopulos'un senaristi Petros Markaris Cumhuriyet'e konuştu.

BERİVAN AYDIN

‘Tek üzüntüm, Anna, hiçbir şeyi tamamlamamış olmam. Hepsini müsvedde bıraktım, kelimeler oraya buraya dağıldı’ diyordu yaşlı yazar, Theo Angelopulos’un unutulmaz filmi Sonsuzluk ve Bir Gün’de.

Yunan yönetmenin Mati’deki eviyle birlikte küle dönen arşivindeki el yazısı kelimeler de yitip gitti böylece. Heybeliadalı yazar Petros Markaris, 40 yıllık dostu ve çalışma arkadaşıyla o evde geçirdiği günleri Cumhuriyet’e anlattı.

“9 Mart 1996, Cumartesi. Sulu kar yağıyor, hava buz gibi. Mati’ye giden yol ıslak ve bomboştu. Atina’nın dış çeperindeki bu caddeler, kış aylarının bu ıssızlığında çok hoşuma gidiyor. Doğduğum ve çocukluk yıllarımın çoğunu geçirdiğim Heybeliada’daki sonbaharları, yazlıkçıların ardından ıssız kalan sahillerde tek başıma geçirdiğim zamanları hatırlatıyor bana.”

Yazar ve senarist Petros Markaris’in Sonsuzluk ve Bir Gün’ün fikirden filme dönüşme sürecini anlattığı Günlük* bu sahneyle açılıyor. Ardından etrafı çamlarla sarılı, iki katlı bir yazlık eve dönüyor kamera. Kapıyı usta yönetmen Theo Angelopulos açıyor.

İkilinin 40 yıllık ortak mesaisine ve dostluğuna tanıklık eden o ev, geçen hafta Atina’nın kuzeydoğusunda 90’ı aşkın can alan yangında küle döndü. 2012’de trafik kazasında ölen yönetmenin eşi, kızı ve torunu canlarını zor kurtardı. Fakat Angelopulos’un el yazısı notları, şiirleri, kitaplarının olduğu arşivi de evle birlikte yandı.

“Angelopulos’un saçma ölümünü aşamadım bir türlü. Hâlâ filmlerini izleyemiyorum ağlamaktan. Yetmiyormuş gibi bir de yangın geldi” diyen Markaris, Mati’de biriktirdiği anıları, yitirdiği dostuna duyduğu hasreti Cumhuriyet’e anlattı.

Büyük geçmiş olsun size, sevdiklerinize. Yangın günü neler yaşadınız?

Mati’de yangın başlayınca çıldırdım, yazlıkta olduklarını biliyordum. Eşi Fivi’yi arıyorum yanıt vermiyor cebi. Kızı Eleni’yi aradım, ‘Denizdeler bilmiyoruz ne olacak’ dedi ağlayarak. Bereket kurtuldular. Kâbus gibi bir gün yaşadık. Ertesi gün konuştuğumda eşi dedi ki ‘Ev yandı bitti, bütün arşiv kayboldu’... Bu arşivde ne var yalnız Theo biliyordu. Benim bildiğim, çalışma ofisinden gayrı ne varsa o evdeydi. Hep el yazısıyla yazardı, ömründe bilgisayar kullanmadı. Bazen çalışırken ‘Dur, dur, burada bir iki not almıştım okuyalım’ der, notlarını çıkarırdı. Senaryoları sekreteri bilgisayara geçirirdi, bunların kopyası vardır. Ama notlardan geriye hiçbir şey kalmadı.

Gözlerinizi kapatıp Mati’deki evi düşününce ne canlanıyor gözünüzde?

Çok güzel bir evdi, denize yakın, bahçeli. Theo orada çalışmayı çok severdi. Ama her gittiğimizde panjurları kapatırdı. ‘Açsana güneş girsin’ derdim, ‘Güneşte çalışamam’ diye yanıt verirdi. O güzelim evde kapkara bir odada, yalnız Sonsuzluk ve Bir Gün değil birçok senaryo üzerinde çalıştık. Sonra eşi dostu gelirdi, bahçede konuşur gülüşürdük.

O günlerden en keyifli hatıranız neydi o evde?

O kadar çok ki seçemem... Ama Sonsuzluk’a başladığımız günü unutamam. Çok güzel bir gündü, hava serindi. Otobüsle gittim eve. Beni karşıladığında baktım kasket takıyor. Bana ‘Sen böyle başı açık mı geziyorsun’ diye sordu. Dedim ki ‘Seni ancak çekimlerde kasketle görüyorum, şimdi evde de mi takıyorsun?’ Başladı gülmeye. Sonra üst kata çıktık, büyük bir çalışma odası vardı orada, başladık konuşmaya nasıl yapalım diye... Çalışmanın büyük kısmı orada geçti. Aklıma Sonsuzluk’un senaryosu geldiğinde hep bu evi hatırlıyorum.

Kitabınız Günlük’te 40 yıllık dostluğunuzun da hikâyesi var. ‘Eskiden umutlarımız, alternatif çözümlerimiz, anlaşmazlıklarımız olurdu. Şimdi yalnızca birbirimizi onaylıyor, kötümserliğimizi vurguluyoruz’ diyorsunuz.

Gerçekten umutlarımız vardı. Sonradan bunlar yavaş yavaş azaldı. Bu 40 yılda çok şey değişti Yunanistan’da, dünyada... Cunta zamanı çok zordu ama düşlerimiz vardı. Çalışmaya, direnmeye gücümüz vardı. Sonradan o da ben de yaşlandık.

Cunta yıllarında baskıya nasıl direndiniz?

Çeviriyle çok uğraştım o zamanlarda. O zamanki anlayışım şuydu: Avrupa’yla, edebiyatla bağlarımız kopmamalıdır. Onun için mesela Bertolt Brecht külliyatını cunta yıllarında çevirdim. Şansım, o dönem bir yandan da büyük bir çimento fabrikasında ihracat şefi olarak çalışıyor olmamdı. Şirket bana kalkan oldu. Onlar olmasa hapse girerdim.

Roman ve senaryoya ağırlık verdiniz sonra...

Romanlarımı dikkatle okuyanlar bilir ki bölümleri aslında edebi anlamda birer bölüm değil, birer sekanstır. Sinemaya daha yakındır. Tüm bunları Theo’dan öğrendim. O vefat ettikten sonra bir daha senaryo yazmak istemedim. Bazen söylüyorlar yaz diye, ‘Ben yalnız roman yazıyorum’ diyorum.

*Sonsuzluk ve Bir Günlük, Petros Markaris. İstos Yayınları, 2014.

 

CUNTA YILLARINDAN NOTLAR YOK OLDU

“Bana en çok acı veren nedir, biliyor musunuz? Kumpanya’da senaryo yoktu, çünkü cunta zamanıydı ve Angelopulos yazılı bir şey olmasını istemiyordu, korkuyordu. Yalnızca notları vardı. Onları okuyup sete gider, prova yaparken diyalogları bulurdu. Senaryo yoktu. Bütün bu Kumpanya notları yok artık. O kadar acı ki bu... Yalnızca anı, hatıra olarak değil. Gelecek kuşaklar, sinemayla ilgilenenler hiçbir şey bulamayacaklar şimdi. Yunanistan’ın en önemli yönetmeninin şahsi arşivinden geriye hiçbir şey kalmadı. Kimin aklına gelirdi Mati’de böyle feci bir yangın çıkacak da bunlar kül olacak diye? Türkler de Yunanlar da hep ‘Aman şunu şöyle yapsaydık’ derler ama hayat normal sürerken kimse bunları düşünmez.”

 

SİNEMANIN EPİK ŞAİRİ

Modern Yunan tarihi ve siyasetini ustalıklı alegorilerle beyaz perdeye taşıyan Theo Angelopulos, görkemli ve hüzünlü estetiği, kadim mitlere göndermeleri, uzun ve genel planlara dayanan diliyle 20. yüzyılın sinema tarihine geçti. Filmlerinde göçmenleri, sürgünden eve dönenleri, yaşam ve ölüme dair derin duyguları, geçmişle şimdinin ve gerçekle nostaljinin iç içe geçtiği hikâyeleri ele aldı. Yunanistan’ın ekonomik krizi hakkındaki filmi Diğer Deniz’in çekimleri sırasında Pire’de bir motosikletin çarpması sonunda yaşamını yitirdi. 76 yaşındaydı.

 

Birlikte yas tutabilmek

Yunanistan’da son on yılın en ölümcül yangınları, başkent Atina’ya semalarını kara dumanlarla kaplayacak kadar yakındı. Yangının kasıp kavurduğu Rafina civarında herkesin bir yakını, bir tanıdığı vardı. Kara haber alan da, almaktan korkan da yas tuttu şehirde. Sokakta, iş yerlerinde, restoranlarda sessizlik hâkim oldu. Yunan hükümeti üç gün yas ilan etmese de ölenlerin anısına saygıyla susacaktı Atina.

Halbuki suyun bu yakasında, birileri diğerlerinin acısına sevinir oldu çoktandır. Kutuplaşma öyle derin ki ölüm bile aşamıyor. Toplum, birlikte yas tutmuyor.

Heybeli’de doğup Atinalı olan Markaris bu konuda ne düşünüyor?
“Yunanlar başkalarının acısını çok iyi anlıyorlar. Herkesin birleştiği nokta, hükümete karşı duydukları öfke ve kin oluyor. Hükümette kim olursa olsun, bu felaketlerin önüne geçilmemesine tepki gösteriyorlar. Ama felaketin acısını, çekenlerle paylaşabiliyorlar.”