Yandaş yazar iddiası: Hükümet darbeyi biliyordu
Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, darbeyi üç ay önce haber veren iki yazıya imza attı. Hem de subliminal mesaja gerek duymadan. Fuat Uğur'un yazılarında hem darbenin olacağını hem de hükümetin hazırlıkları bildiğini iddia etti.
Ahmet ŞıkGazetemiz Cumhuriyet’e yönelik susturma operasyonuna ve arkadaşlarımızın tutsak edilmesine yönelik suçlamalara kaynaklık eden bir “"bilirkişi"” raporuydu. Kim tarafından hazırlandığı bilinmeyen rapor, kısıtlama kararı nedeniyle avukatlara da verilmedi. Türkçe dilbilgisi kurallarını yerle yeksan edecek ifade bozuklukları başka bir tartışmanın konusu. Biz raporun meramını, asılsız suçlamalara kaynaklık etmesi siparişi verilen "bilirkişi"nin “tespitlerini” tartışalım. Tamamında dile getirilen iddiaları bilmemekle birlikte, söz konusu "bilirkişi" raporunun asılsız suçlamalara kaynaklık eden bölümlerinde neler yazdığını savcılık sorgusunda arkadaşlarımıza yöneltilen sorulardan yola çıkarak öğrenebildik. Rapor öz olarak, dönemin ruhuna uygun yeni bir gazetecilik tarifinden yola çıkarak, mesleki sınırları daraltıyordu. Ele alınacak konunun haber değeri taşıyor olması, kamusal fayda, basının kamu adına denetim yetkisi gibi bir dolu temel ilkeyi gözardı etmişti. Raporda, “Yeni Türkiye”de gazetecilik sınırının, iktidarın ve kendisine eklemlenmiş güç odaklarının menfaatlerini zedeleyen hiçbir konunun haberleştirilemeyeceği olarak çizilmişti. Hakikati dile getirmeye çalışan haberler mi yaptınız? "Bilirkişi" raporuna ve buradan yola çıkarak suçlamalar yönelten savcıya göre bunun adı gazetecilik değil manipülasyondu.
“Yeni Türkiye” gazeteciliği!
“Yeni Türkiye” denilen garabette istenen gazeteciliğin ne olduğunu anlatmak için, raporda önce uzun uzun manipülasyonun tarifi yapılmıştı:
“Bir asimetrik savaş taktiği olarak terör örgütleri ve çıkar çevreleri tarafından kullanılan manipülasyon psikolojik harekatın gizli aracıdır. Devletleri zayıflatmak, terörle mücadeleyi yıpratmak, meşru siyaseti tartışılır hale getirerek kayıt dışı siyasete zemin hazırlamak, kaos meydana getirmek, etnik ve mezhepsel gerilimleri tırmandırmak, insanları kamplara bölmek, ekonomiyi sarsmak için kullanılmaktadır. Araç ise medyadır. Çıkar çevreleri, illegal örgütlenmeler ve terörizm medya organları sayesinde hedefine sıfır maliyetle ulaşmak istemektedir. Bu isteğe cevap vermek ise gazetecilik değil, çıkar çevrelerinin amacına hizmet etmek, illegal örgütlenmelerin illegal hedeflerine aracılık etmek, terörizmin propogandasını yapmaktır. Terörizmin, illegal örgütlenmelerin ve çıkar çevrelerinin temel amacı yaptıkları işin topluma ulaştırılmasıdır. Topluma ulaştırılmasında yöntem yine manipülasyondur. Medyanın manipülatif haberleri terörizmin, illegal örgütlenmelerin, çıkar çevrelerinin kullandığı silahtır.”
Hakkını yemeyelim. "Bilirkişi", arada doğru şeyler de söylemiş. “Medyanın görevi haber ve bilgi aktarmaktır. Medyanın ilkesi; dürüst ve doğru iletişimdir. Basın mensupları çalışmalarında hukukun genel kurallarına uymakla yükümlüdür” tespitine itiraz eden olmaz herhalde. Ancak... Savcılığın mesnetsiz suçlamalarını kanıtlama gayretkeşliğindeki "bilirkişi", bu tanımın hemen ardından kendisine sipariş edilen gazetecilik tanımına girişi de bundan sonra yapmıştı:
“Manipülasyon ile gerçeği perdeleyip, terör örgütlerinin amacına uygun hareket etmek, iç kargaşa çıkartmak ve ülkeyi yönetilemez hale getirmek gazetecilik değildir. Türkiye Cumhuriyeti devletini ve hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasına kısmen ya da tamamen engellemeye aynı şekilde medya yoluyla teşebbüs etmek, gizli kalması gereken bilgileri casusuluk maksadıyla açıklamak, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibarıyla gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askeri casusluk maksadıya temin etmek basın özgürlüğü değil, bizzat basın özgürlüğü maskesi altında psikolojik operasyondur.”
Alıntılanan cümlelerin bir "bilirkişi"ye mi yoksa hükümet komiserine mi ya da iktidar yanlısı bir medyacıya mı ait olduğunun tartışmasını size bırakıyorum. Bir ihtimal sanal alemde boy gösteren bir dolu troll hesaplardan birinin sahibi de olabilir. Yoksa, “Cumhuriyet gazetesinin manipülasyon ile gerçeği perdeleyip, terör örgütlerinin (FETÖ) amacına uygun hareket ederek, iç kargaşa çıkartmaya ve ülkeyi yönetilemez hale getirmeye yönelik haberlere imza attığını görmekteyiz” demesinin başka izahı yok. “Sümeyye’ye suikast” konulu haberlere, üzerine çay dökülerek eski görüntüsü verilmeye çalışılarak üretilmiş sahte belgelerle yazılan yalanlara ise hiç girmeyelim.
Cumhuriyet tarihinin en güçlü iktidarlarından birine ve liderine yönelik yolsuzluk iddialarıyla gerçekleştirilen operasyonları yöneten savcıyla söyleşi yapmak da, Suriye’deki iç savaşın taraflarından olan cihatçı örgütlere yasalara aykırı biçimde silah gönderilmesi de haberdir. Bir savcıyı makamında rehin aldıktan sonra öldüren örgüt üyeleriyle de, devletin süregiden bir savaşa çözüm bulmak iddiasıyla masaya oturduğu bir örgütün liderlerinden biriyle söyleşi yapmak da haberdir. Yaklaşık 6 milyon oy alarak TBMM’ye giren bir partinin yok sayılmasını da, soruşturulmasına kimsenin itiraz etmeyeceği kanlı bir kalkışmadan yola çıkarak cadı avı başlatılmasını eleştiren haberlere imza atmak da gazeteciliktir.
Nokta.
“Diliniz Kaba vicdanınız Taş”
Farklı gazetelerin aynı manşetle çıkması basın dünyasında “pişti olmak” diye anılır. Ama Zaman ve Cumhuriyet gazetelerinin, ülke gündemini belirleyen aynı olaylarla ilgili iki kez aynı manşetle çıkmış olması "bilirkişi"ye göre “iki gazetenin tek elden çıktığının” kanıtıymış. “Diliniz Kaba, vicdanınız Taş” deyip susuyorum.
Neredeyse tüm meslek yaşamı Gülen Cemaati tehlikesine işaret eden yazı ve kitaplar yazmakla geçen Hikmet Çetinkaya'nın “FETÖ ile yakınlaşıp iş birliği yapmakla” suçlanmasını nasıl izah edebileceğimi bilemedim. Geçelim. Dosyada Gülen Cemaati’nin yıllardır organize ettiği Abant Toplantıları’na gitmek de şüpheli gösterilmek istenmiş. Eğer buradan suç icat ediliyorsa, savcılara “Ne istediler de vermedik” diyeni anımsatmak gerek. Aynı kişi, 15 Temmuz kalkışmasının ardından da “Ben de bunlara çok yardımcı oldum” itirafında bulunup rabbinden ve milletinden af da dilemişti. Tanrı’nın kendisini affedip affetmeyeceği bu dünyanın konusu değil. Ama Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti, yargısının da bağımsız ve tarafsız olduğu iddiasındaysanız savcılara görev düşüyor. Uyaralım. Muhtemel ki “Kandırıldım” diyecektir. Bu savunma subliminal bir mesaj içeriyor olabilir.
Bir suçlama gerekçesi olarak subliminal
Subliminal sözcüğünü kullanmamızın haklı bir nedeni var. Çünkü "bilirkişi" ve savcılık gazetenin haber ve yorumlarda kullandığı başlıklarla, yazarların da kimi yazılarıyla subliminal mesajla yayın yaparak, psikolojik harekatın bir parçası olduğu, darbe çağrısı yaptığı kanaatindeler. Benzer iddialar hapisliklerinin gerekçesi yapılan Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler için de söylenmişti. “Bilinçaltı mesaj” diye de anılan subliminal mesajın sözlük anlamı; başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesaj. Normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanan subliminal mesajların bilinçli olarak fark edilemese de insanın bilinçaltını etkiledikleri öne sürülüyor. İnternette yazılanlara bakılırsa şu ana kadar yapılan çalışmalar, en bilinçli ve defansif kişilerin bile bu mesajları ilk bakışta yüzde 100 olarak çözemediğini ortaya koymuş. Hal bu iken ve dinciliği memleketin başına bela eden 1980 darbesini “demokrasi”, cuntanın eli kanlı liderini ressam sanan bir ülkede subliminal mesaj vermek.
FUAT UĞUR DARBEYİ ÜÇ AY ÖNCE YAZDI
Hal bu iken zorlama yorumlarla suç icat edip yöntemini de subliminal diye tarif eden "bilirkişi" ve savcılığa biraz yardımcı olalım o halde. Öyle subliminal gibi anlaşılması zor sözcükler kulanmaya da gerek yok. Örneğini vereceğimiz yazılarda açık açık darbenin olacağı anlatılıyor. Hem de aylar öncesinden. Fuat Uğur, Türkiye gazetesindeki köşesinde 15 Temmuz darbesinden 3 ay önce iki ilginç yazı kaleme aldı. Uğur’un 2 Nisan’da yayımlanan ilk yazısı, “Cemaat’in ‘Hususiler’i darbe için Ankara’da toplandı” başlığını taşıyordu. “Hususi”, düzenlenen iddianamelere ve soruşturma evraklarına yansıyan bilgilere göre Gülen Cemaati’nin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki örgütlenmesine dahil olan askerlere verilen isim. Uğur, TSK’ye darbe çağrısı yaptığını iddia ettiği ve isimlerini vermediği kimi yazarları eleştirerek başladığı yazısında darbe olacağını yazıyordu.
Darbe hazırlığını ihbar eden yazılar
“Öncelikle emniyette, eğitimde, iş dünyasında ve yargıda ciddi oranda geriletilen Paralel Yapı heyecan içinde. Ordudaki cemaatçilerin yakında harekete geçeceğini fısıldamaya başladılar” diyen Uğur, “İşte tam da bu aşamada Hususiler’in haberi geldi” dediği yazısında şunları dile getirdi:
“Onlara ‘Cemaat’in Derin Adamları’ diyebiliriz. Kısaca CDA. Cemaat’in örgütlendiği her yerde imamların yanı sıra bu adamlar da vardır. Genellikle eğitim ve iş dünyasında örgütlenmeleri, iletişimi ve koordinasyonu sağlayanlar onlardır. Kendilerini saklarlar CDA’lar. Alınan her karara müdahale edebilirler ve imamların hep yanındadırlar.
Cemaat’in içinden bana çeşitli bilgiler aktaran kaynağım geçtiğimiz günlerde ‘Hususiler artık yer değiştiriyorlar’ demişti ve bunu yazmıştım. Ancak önceki gün çok yeni bir bilgiyi aktardı:
‘Hususilerin önemli bir kısmı Ankara’da toplandı...’
Neden peki?
‘Onlara yeni bir görev verilmiş. Fethullah Gülen 2016 yılında mutlaka halife olmak istiyor. Artık darbe çağrıları yapılmasının altında yatan sebep bu. Hususilere verilen görev de bununla ilintili. Yani, Hususiler, ordu içindeki Cemaatçi subayları uyandırmakla görevlendirildiler.’
Bu nasıl yapılacak? Anlatalım.”
TSK içindeki Cemaat mensubu subayların kendilerini gizlemeye azami dikkat gösterdiğini ve Cemaat içi emir-komuta zincirinin dışında kalmak zorunda oldukları için yetkilileriyle hiçbir temasta bulunmadıklarını anlatan Uğur, “Bu subaylar çok dar kapsamda sadece birbirlerine zimmetliler. En fazla iki ya da üç kişi birbirini tanıyor ama bir zincirin halkalarını oluşturabilecek bağlantıyla irtibatları yok. İşte, Hususilerin Ankara’ya gidip yerleşmelerinin amacı bu. Cemaatçi subaylar arasındaki bağlantıyı sağlamak, onları zincirin halkaları hâline getirmek üzere parçaları bütünleştirmek. Çünkü Cemaatçi subayları oralara yerleştirenler onlar. Tek tek temasa geçiyorlar” iddiasında bulunuyordu.
Darbe için uygun bir zemin hazırlanması ve kaos ortamının da sağlanması için Cemaat’in PKK ile iş birliği yaptığını da öne süren Uğur, kendisi de kumpas mağduru olan Dursun Çiçek’e atıfla Cemaat’in istihbarat, bilgisayar ve insan kaynakları yönetiminde etkin olduğunu belirtip 15 Temmuz kalkışması sırasında yaşanan bir olayı 3 ay öncesinden duyuruyordu: “Şimdi soralım: Her türlü kumpası, iğrençliği, ahlaksızlığı ve sahtekârlığı yapabilen bu adamların istihbaratın içinde olmaları büyük tehlike değil midir? Ya Bilgisayar yönetiminde etkili olmaları? Bizzat Dursun Çiçek’in ıslak imzalı belgesini bile üreten bu şebeke bir MÜDAHALE emrini emir komuta zinciri içerisinde tüm kuvvet komutanlıklarına ve alt birimlerine gönderse ne olur düşünebiliyor musunuz? O emrin manipülasyon olduğunu anlayana kadar iş işten geçmez mi?..” (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/590844.aspx)
“Devlet her şeyi biliyor”
Uğur’un konuyla ilgili bir sonraki yazısı ise, “Cemaatçi askerlere son uyarı: Tavuk ‘tar’da sayılır!” başlığıyla 21 Nisan’da yayımlandı. İddialarına kaynaklık eden kişinin Cemaat’ten ayrılmış olan Ümit Akdemir olduğunu belirten Uğur aralarında geçen bir sohbeti yazısında şöyle anlattı:
“Bir anısını aktardı bana. Yıl 2013. Mart-Nisan ayları. Yer Nahçıvan. Bugün Nokta dergisinin ismini kirleten Murat Çapan o sırada Cemaatin Nahçıvan imamı. Ümit Akdemir 2011’den itibaren Cemaat içinde Tayyip Erdoğan karşıtlığını tartışmaya başladığı için artık adı ‘Tayyipçi’ye çıkmış. O da o sıralarda Nahçıvan’da yurt müdürü. Bir gün Murat Çapan’ın ofisinde otururlarken dersaneler müdürü Şahin Uysal da geliyor ve başlıyorlar sohbete. Şahin Uysal, Ümit Akdemir’e dönerek ‘Senin Tayyibi ve Oltulu’yu bitireceğiz.’
Oltulu dediği Efkan Âlâ.
Sonra nasıl bitireceklerini anlatır. Hesaplamalarına göre Yüzde 16 oy oranları vardır. Ak Parti yerine başka partiye verip Erdoğan’ı devireceklerini söyler.
Ümit Akdemir de ona Zaman gazetesinin tüm abonelik yapısını bildiği için anlatır. Gerçek abone sayısı 400 bindir. Ailelerini ve 200 bini daha ekle. En fazla 1 milyon kişi. Onların da yüzde 30-40’ı yine Ak Parti’ye oy verir. Etkileyebileceğin oy potansiyelin sadece Yüzde 1, taş çatlasa 1,5...
O sırada Murat Çapan yerinden kalkar ve masasına geçer.
‘Ümit bey ben de biliyorum oyumuz en fazla senin hesapladığın kadar. Ama bizim sen de biliyorsun ki devletin kritik noktalarında arkadaşlarımız ve hizmete inanmış insanlarımız var. Onlar gerekeni yapacaklar.’
Bu konuşma 7 Şubat MİT darbesinden sonra, 17-25 Aralık darbe girişiminden de öncedir.”
Fuat Uğur, bu anıdan yola çıkarak darbe kalkışması hazırlığı yapıldığını ima ettiği yazısında Ümit Akdemir’in Cemaateki arkadaşlarına verdiği ilginç yanıtı da aktarıyordu: “Siz sanıyor musunuz ki emniyet sadece bizden. Bu yargıda da, bürokraside de böyle. Sanıyor musunuz ki devlet uyuyor. Hepsini takip ediyor. Emir yukarıdan geldiğinde harekete geçenler aynı zamanda kendilerini de ifşa etmiş olurlar. Devlet de onların zaten hizalanmasını beklemektedir ve büyük temizliğe başlar.”
Yazıda geçen, “Devlet de onların zaten hizalanmasını beklemektedir ve büyük temizliğe başlar” cümlesi, herkesin kafasında soru işaretleri bırakan bir dizi karanlık ve kuşkulu yanlar barındıran 15 Temmuz kalkışmasının “tiyatro” olduğuna inananlar için gerçekten hayli kullanışlı bir cümle. “Hususi” denilen yetkili Cemaatçilerin, subayları ikna etmeye çalıştığını belirten Uğur, “TSK içindeki kripto askerler artık darbe macerasına atılmak, kendilerini ateşe atmak istemiyorlar” diye devam ediyordu. Ancak darbe kalkışmasında yer almak istemeyen subayların “Sizi deşifre ederiz, hayatınız kayar” diye tehdit edildiğini de anlatan Uğur, subliminal yollara sapmadan açık açık şunları yazıyordu:
“Tekrar uyarmak gerekir ki Devlet onları izliyor. İstihbaratıyla, tüm silahlı kuvvetler hiyerarşisi olarak komuta kademesiyle, hükümetiyle, emniyetiyle, halkıyla, siyasetçisiyle, STK’larıyla bir bütün olarak devlet ‘suç’ işlemelerini bekliyor. Yani TAR üzerinde hizalanmalarını. Teker teker sayacaklar hepsini.
Oysa önlerinde farklı bir seçenek var.
Bu tehditlere pabuç bırakmayarak ve devletine, ülkesine ihanet etmemek. Silahlı kuvvetlerin emir komuta zincirine bağlı kalmak. Pensilvanya imamlarının ve hususilerinin ‘Sizi deşifre ederiz’ tehdidi karşısında devletle iş birliği yapma yolunu seçmek. Diğer seçenek ise dediğimiz gibi sonu belirsiz ölümcül maceraya atlamak.
Tekrar cemaatçi kripto askerleri uyarıyorum. Devlet ve komuta kademesi her şeyi biliyor ve suç işlemeye teşebbüs etmenizi bekliyor.
Hayır, kimsenin; ne Devletin ne de TSK’nın bu olası kalkışmadan çekindiği yok.
Sadece ister soru çalarak ve sınav yolsuzluğuyla, ister normal yollarla girdiği hâlde devşirilerek kriptolaştırılan bu insanlar sonuçta vatanın evlatları. TSK’nın emek vererek yatırım yaptığı, yetiştirdiği asker ve subaylar.
Eğer bu akıl dışı hezeyanlara kulak verdikleri takdirde kendilerine yazık edecekler.
Ama en çok korktuğum da bu sıkışmışlıkla orduda intihar vakaları olabileceği.” (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/591124.aspx)
Savcılar, söyledikleri doğru çıkan bu iddiaların sahibine bir soru yöneltmez mi?
Yazılar ortada. 15 Temmuz kalkışmasından haftalar önce kaleme alınmış bu yazılarda açık seçik darbe olacağı anlatılıyor. Öyle subliminal yollara başvurmaya gerek de duyulmamış. Hatta hükümetin, ordunun, MİT ve polisin ve hatta sivil toplum kuruluşlarının bile bu hazırlıkların farkında olduğu anlatılmış. Üstüne, “Darbeye kalkışmanızı bekliyorlar, böylece hepinizi avlayacaklar” diye de uyarmış. Savcılar, söyledikleri doğru da çıkan bu iddiaların sahibine bir soru yöneltmez mi acaba? 25 Temmuz 2015’te Cumhuriyet gazetesinin “Yurtta savaş, dünyada savaş” manşeti ile Aydın Engin’in yazısına “Cihanda sulh, peki yurtta ne?” başlığını uygun görmesinden yola çıkıp darbeden önceden haberdar olduklarına kanaat getiren "bilirkişi"yi haklı bulan savcılık size soruyorum.
Cumhuriyet Yayın Danışmanı da olan yazar Kadri Gürsel'in darbeden 3 gün önceki yazısında geçen kimi ifadeleri “örtülü ya da subliminal mesaj yöntemiyle darbeyi işaret etmek” anlamına geldiğini düşünüyorsunuz ya “Cemaat Ankara’da darbe planı yapıyor” diyen sonra da “Devlet her şeyi biliyor” deyip parmak sallayana bir sorunuz olacak mı? Yoksa bu kanlı kalkışmayı bilenlerin suçları mı örtbas edilmek isteniyor?
"Bilirkişi" mi internet trolü mü?
Meçhul "bilirkişi"nin internet trolü olabileceğini düşünmemiz boşa değil. Çünkü Cumhuriyet gazetesine yönelik soruşturma dosyasının tüm çerçevesi internetteki sosyal medya araçlarında dile getirilmiş saçma sapan suçlamalarının bir araya getirilmesiyle çizilmiş durumda. AKP’li twitter trolleri ile Saray’dan beslenen medyacıların iftiraları, güya muhalif köşe sahiplerinin hezeyanları önce "bilirkişi" raporuna ardından da savcılık suçlamasına dönüştürülerek hazırlanmış bir soruşturma dosyası var karşımızda.
Twitter’de @tazemazi ismiyle boy gösteren bir kullanıcı hesabı var. Cumhuriyet gazetesine operasyonun yapıldığı 31 Ekim gün, bu hesaptan yapılan bir dizi paylaşım soruşturmanın mahiyetini de anlatıyordu. Burada dile getirilen iddialar ertesi gün Sabah’ın köşecisi Hilal Kaplan’ın yazısında kendi fikirleriymiş gibi aktarıldı. Trol görevi üstlenmiş bir twitter hesabında yazılanların Kaplan’ın Sabah gazetesindeki köşesinde yer almasını tesadüfle açıklamak mümkün. Ancak eşi Süheyb Öğüt’ün, aynı zamanda Saray’a damat olan Berat Albayrak’ın finansmanıyla bir dizi trol hesabı ve internet sitesini yönettiği bilgisiyle birleştirince tesadüf ihtimali zayıflıyor. (Konuyla ilgili Efe Kerem Sözeri’nin şu yazısına göz atmakta fayda var: https://goo.gl/Bp5VXM) Kaplan’ın yazısının yayımlandığı gün öğleden sonra iddialar, Anadolu Ajansı’nın soruşturma dosyasının detaylarını ele aldığı haberinde çıktı karşımıza. Sabah başta olmak üzere AKP medyasının yaygarayla duyurduğu iddialar, nihayetinde savcılık sorgusunda saçma suçlamaların delili olmuşlardı.
@tazemazi görselleri
Sabah görselleri
Düşmanın adı değişti yöntem aynı
Bu yeni hukuksuzluk süreci çok tanıdık. Yakın geçmişin iktidar ve suç ortakları olan AKP ve Gülen Cemaati eliyle hayata geçirilen, Ergenekon diye anılan siyasi ve toplumsal davalar sürecinin bir benzeri yeniden sahnede. O dönemde suç birliği yapanların, ele geçirdikleri devletin ganimetinin bölüşümünde düştüğü anlaşmazlıkla tutuştukları savaş, 15 Temmuz kanlı kalkışmasını da içererek günümüze kadar uzandı. Eskinin suç ortakları şimdi birbirini suçluyor. Kazananı yanlış tayin eden birileri, hatalı tercihinin ceremesini çekiyor. Doğru tarafa oynayanlar mı? Bildiğiniz gibiler. Etikmiş, insan haklarıymış, hukukun evrensel normlarıymış umurlarında değil. O yüzden hukuksuzluklara kamusal meşruiyet sağlama görevlerine devam ediyorlar. Aralarına bir dönem infaz etmeye çalıştıkları isimleri de kattılar. Düşmanın adı da, Hizmet Hareketi’nden FETÖ’ye evrilen Cemaat oldu o kadar. Bankalarından milyon dolarlık krediler çekmiş olabilirler. Birlikte TV ekranlarını paylaştıklarını şimdi infaz ediyor da olabilirler. Türkiye’yi, hukukusuzluk temeline oturtarak hep birlikte yeniden inşa etmeye çalışmış da olabilirler. Önemi yok. Çünkü sahipleri için düşman kimse onlar için de öyle. Devr-i Saadet döneminde ne kadar doğru ve hukuki olduğunu anlattıkları soruşturma ve davaların hepsi FETÖ’nün oyunuydu. Hükümet kandırılmıştı. Kendileri kullanışlı aptallardı. Şimdilik...