Yakın tarihin unutulmaz acısı; Sarıkamış!
Enver Paşa’nın dünyadaki bütün Türkleri ve Müslümanları aynı bayrak altında toplama düşüyle giriştiği Sarıkamış harekatının yüz bin askerin açlıktan ve soğuktan ölümüyle sonuçlanan acı öyküsü, Sarıkamış Dramı’nda bütün ayrıntılarıyla inceleniyor.
Hidayet Karakuş"Oltu’dan girdik de Sarıkamış’a
Akıl ermez orada yatan leşe
Askeri kırdıran Enveri Paşa
Kitlendi kapılar mekân ağladı"
Anısı güzel Ruhi Su, gür, bas bariton sesiyle bu türküyü söylerken yüreğim titrerdi. Yalnız o mu, nice halk ozanı Sarıkamış üstüne türküler söylemiş, acımasız gerçeği türküleriyle yaşatmaya çalışmıştır. Bu kitabı okuyana dek Allahüekber Dağları’nda binlerce askerimizin donarak öldüğünü bilirdim de, nasıl donduklarını bilmezdim.
Doktorların bir insanın biyolojik olarak nasıl donduğunu anlatan açıklamalarını bir yana bırakıyorum. İnsanı ürperten bilimsel açıklamadan hızlı yaşlanmanın ne olduğunu da öğrendim.
Sarıkamış Dramı yayımlandığı zaman okumak için sıraya koymuştum. Bir haftadır alt üst oldum. Anadolu çocuklarının zalim bir komutan, gözünü hırs, makam, büyük ülküler (!) bürümüş, gücünü bilimden, akıldan değil yetkisinden alan Enver Paşa’nın elinde nasıl ölüme sürüldüğünü bu kitapla ayrıntılarıyla öğrendim. Padişahın damadı olmasının da etkisiyle istediği kararı imzalatan bir düzenbaz Enver Paşa. Yine padişah damadı olan Yarbay Hafız Hakkı’nın da Sarıkamış öletinde Enver Paşa kadar suçu var.
EN BÜYÜK DÜŞÜ TURAN’DI
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Almancı önderleri kendilerine göre düşler içindedirler. Enver, dünyadaki bütün Türkleri, Müslümanları aynı bayrak altında, halifenin buyruğunda toplamayı düşlüyor. Cemal Paşa Mısır fatihi olmanın peşinde Süveyş Kanalı’nda Anadolu çocuklarının yok olmasına neden oluyor. Bu yetmiyor, Almanlara yardım etmek için Galiçya’ya asker gönderiyor Enver. Ağalık böyle bir şey işte!
Alman komutanlarını da kararlarıyla hayretten hayrete düşüren, askerlik biliminin gereklerini değil, kendi hırsının hedeflerini öne koyan bir insanın acımasızlığı insanın kanını donduruyor.
Kitapta 12 Kasım 1914 ile 5 Ocak 1915 arasında iki aydan az bir sürede yüz yirmi bin kişilik 3. Ordunun 18 Ocak 1915’te 8900 askere inmesinin gün gün öyküsünü tüylerim ürpererek okudum.
Harbiye’den yeni çıkmış, buyruğundaki askerlerin hepsi ölmüş, bir ağacın dibinde kara kara düşünen yorgun argın bir teğmeni o durumda görünce kurşuna dizdirecek kadar zalim bir Enver.
SARAYIN DAMADI
Enver Paşa, orduyu Alman komutanlara teslim etmiş bir Osmanlı subayı. Balkanlarda çetecilik yapmış, Edirne’den geri çekilen ordunun ardından İstanbul’a giren sahte kahraman; saraya damat olmuş, yarbaylıktan on sekiz günde paşalığa yükselmiş bir asker.
Burnu Kaf Dağı’nda. Aptalca şeylere inanıyor. Kaşındaki beyaz bir kılın kendini cihangir bir komutan, bir Napolyon, bir İskender yapacağına inanmış.
Enver Paşa’nın savaşa giden bir orduyu her şeyiyle donatması, yiyeceğini, içeceğini, giyitlerini sağlaması gerekirken şu buyruğu Sarıkamış felaketinin nedenini açıklıyor: “Saldır ve düşman topraklarında karnını doyur!”
Bu arada İttihat Terakki’nin askerliğe meraklı Doktoru Bahattin Şakir’le, ünlü çetecisi Yakup Cemil’in Ardahanlılara nasıl bir düş kırıklığı yaşattığını da acıyla öğreniyor insan kitaptan.
Her şeyi buyruklarla çözmeye kararlı bir komutan. Öylesine ki dağılmış, tükenmiş orduları sürekli saldırı için sağa sola yerleştiriyor, görev veriyor. Karakışta açlıktan, hastalıklardan, tifüsten kırılan Anadolu çocuklarının ayaklarında çarık, sırtlarında mintanlarından başka bir şey yok. Karınları aç, günde otuz-kırk kilometre yürütülüyor, yürüyüşün bitiminde düşmana saldırmaları isteniyor Enver Paşa tarafından. Bir yandan İstanbul basınında Turan türküleri söyleniyor, Sarıkamış’ta askerlerimizin kesin zafer kazanacağından söz ediliyor. Dahası 122.000’den fazla bir sayısı bulunan 3. Ordu Allahuekber Dağları’nda donarak sekiz on bin kişiye indiği zaman bile İstanbul gazeteleri gerçeği yazamıyorlar. Zafer çığlıklarıyla dolduruyorlar sayfalarını. Çünkü Enver Paşa, sansür uyguluyor. Sarıkamış’tan kaçarken İstanbul’a çektiği telgraflarla kamuoyunu sürekli zaferlere inandırıyor. Bu arada o kadar duygusal ki (!)karısı Naciye Sultan’ın sağlığıyla köpeğinin sağlığını soruyor telgraflarında.
SARIKAMIŞ DRAMI
Türkiye, Sarıkamış Dramı’nı ne yazık ki tutsaklıktan beş buçuk yıl sonra Sibirya’dan 1920 yılının ortalarında dönen Yarbay Şerif’in anılarından öğreniyor.
Enver Paşa, 1915’in 18 Mart’ında kazanılan Çanakkale Zaferi’nde de cepheye gidiyor, Alman Generali Liman Von Sanders’i kutluyor ama Mustafa Kemal’i in ününü kıskandığından görmeden İstanbul’a dönüyor. Mustafa Kemal, onuruna yediremiyor, istifa ediyor. Alman generalin diretmesiyle Enver Paşa özür diliyor, Mustafa Kemal görevine dönüyor. Zaten Çanakkale’den sonra Mustafa Kemal’i Kafkas Cephesi Komutanlığına Silvan’a göndermemiş miydi?
Almanların Karadeniz’e çıkardıkları Yavuz’la Midilli’nin Rus Limanlarını topa tutmaları, bitmiş, tükenmiş Osmanlı ordularının Birinci Dünya Savaşı’na girmesine neden oluyor. Bu ayrı bir dram elbette.
Padişah damadı Hafız Hakkı da Sarıkamış’tan bir yıl önce yazdığı Bozgun kitabında gerçek bir asker gibi savaş biliminin gereklerini yazdığı halde Enver’i kıskanarak “Benim neyim eksik” dercesine yazdıklarının tersine davranıyor, Enver’le yarışıyor. 3. Ordu’nun karlara, açlığa, hastalıklara, tifüse kırdırılmasında etkin görev yapıyor. Enver, Sarıkamış’tan kaçarken Yarbay Hafız Hakkı’yı general yapıp bacanağını ödüllendiriyor. Ne var ki Yarbay Hafız Hakkı, generalliğinin tadını çıkaramadan Sarıkamış’tan döndükten sonra 12 Şubat 1915’te Erzurum’da Tifüsten ölüyor.
Yakın tarihimizin unutulmaz dramını bin dolayında kaynaktan araştırarak yazan sayın Alptekin Müderrisoğlu’na bin teşekkür…
Sarıkamış Dramı / Alptekin Müderrisoğlu / Bilgi Yayınevi / 608 s.