‘Ya deli derler, ya da dışlarlar’
Yeni filmi ‘Dört Köşeli Üçgen’ vizyona giren Mehmet Güreli ile felsefeden edebiyata oradan sinemaya uzanan bir söyleşi yaptık. Güreli, ‘Ne olursa olsun üretmeye devam etmelisin’ diyor
Emrah KolukısaSalâh Birsel’in aynı adlı romanından uyarlanan “Dört Köşeli Üçgen” sessiz sedasız vizyona girdi. Filmi yöneten isim, yazarlığı, ressamlığı ve müzisyenliği ile de tanınan Mehmet Güreli. Başrolünü Mustafa Dinç’in üstlendiği, senaryosunu Görkem Yeltan’ın kaleme aldığı filmi konuşmak üzere Güreli ile bir araya geldik. Güreli, dayısı Salâh Birsel’in kitabından bahsederken atıldı söze ve daha sorumuzu soramadan başladı sohbet...
M.G.: 1957’de yazmıştı, 61’de basılmıştı galiba... Ben hatırlıyorum bir roman yazdığını, yedi sekiz yaşımdaydım.. Yani, tek roman yazdı, kısmet de banaymış. Ama şöyle bir şey söylenebilir, zor bir roman, sinemaya çok elverişli de değil açıkçası, soyut... Ama diyeceksin ki, ne sinemaya elverişli, mesela seyrettiğimiz birçok filmi de biri yıllar önce bir konu olarak anlatsa ‘bu nedir’ diye sorardın, şimdi alıştık oysa. Bugün insanların kopyalanmasından tut, vampir hikâyeleri bile bizim hayatımızda artık soyut kavramını öldürmüş vaziyette. İnsanlar da algılıyorlar, mesela ‘dark’ diye bir dizi vardı geçenlerde izledim, orada zaman yolculuğu sanki herkesin her gün yaptığı bir şey gibi anlatılıyor. Kimsenin de yadırgamadığı belli, çünkü dünyadaki izlenme oranları belli... Ama biz bu filmi bunun da zemini var diye yapmadık açıkçası, pek benzerleri yok çünkü. Bugün baktımızda onu görüyoruz, Türk sinemasında da yok aslında, TV dizilerinde de yok. Biz başka bir yerdeyiz galiba, ama böyle şeyleri izliyorsak, düşünüyorsak çekinmememiz gerekir diye düşündüm açıkçası.
Felsefi roman
Salâh Bey’in kitabı aslında roman formunda yazılmış felsefi bir metin adeta. felsefi roman da deniyor değil mi?
- Tabii, zaten Salâh halkın içindeki felsefeyi anlatıyor... Halkın dışarıda kalmasını seven biri değil o, felsefeyi de insanların kendi meselesi gibi ele almasından yana da değil. Gaston Bachelard’ın bir sözünü tekrarlıyorum sürekli bugünlerde, çok takıldığım bir filozof, “Felsefe ne işe yarar” diye soruyorlar ona, “Bir şeye yaramaz, ama düşünmeyi öğretir” diyor. Kapılar, pencereler açar... Yani bizim küçümsediğimiz, yetersiz bulduğumuz bir anlayış da çoğu şeyi anlayabilir. Hiçbir şeyi küçümsememek gerekiyor. Öte yandan sinemaya çok da uygun değil tabii bu... Godard’ın fikriydi biliyorsunuz bu, felsefi bir metni sinemaya aktarmak, Jean Jacques Rousseau’yu ya da Montaigne’i aktarmak istiyordu, belki bir gün olacak bunlar da... Belki belgesel olarak ya da yeni teknikler bulunarak. Sinema da kendini yenileyecek, şemalardan kurtulacak belki.
Filmin (ve romanın da) merkezindeki Gözlemci karakterini siz nasıl konumlandırdınız?
Halkın içinde vardır böyle insanlar, sıfatı olmayan ama çoğu şeyin farkında olan insanlar... Hiçbir yerde söylenmeyen şeyleri de söylerler onlar. Başlarına bir şey gelir gelmez meselesi ayrıdır, ama söylerler... Onlara ya deli gözüyle bakarlar, ya dışlamak üzere bakarlar, bunların da aslında kıstasları yok, her toplum kendi insanını yaratıyor aslında. Değil mi? Meddahlar vardı eskiden, tiyatroyu kahvelere götürüp neler anlatırlardı... Biz onların bile metinlerini bilmiyoruz bugün, kimbilir ne espriler yapıyorlardı, bizim bugün belki de söylemekten çekineceğimiz şeyleri anlatıyorlardı. Bakışlarla ilgili galiba bu, biz daha özgürlüğün sınırlarını da çizmiş değiliz hâlâ.
Tam da böyle demişken, günümüzde sanata dair yasaklamalar, kısıtlamalar gitgide üretim alanını daha da daralttı. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?
Ben bu durumun analizini yapmaktan çok bir çizgi içinde bir şeyleri devam ettirmenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Çünkü sen ne kadar bir şeyi yaparsan, o kadar bir kişiyi en azından o sıkıntısından, çizdiğimiz o tablonun dışına çekebilirsin. Artık o kadar çok şey yaşadık ki, onların tekrarına bile girdiğin anda, hiçbir şey yapmaya vaktin olmayacağını bile düşünebilirsin. Bunları unutalım veya tarihi silelim ya da görmezlikten gelelim katiyen demiyorum. Her şeyi takip edebilirsin ama kendinden kopmamak kaydıyla. Ne durumda olursan ol bir şeyler yapmak zorundasın, nerede olursan ol... Benim bakışım biraz öyle.
Kendinizi kısıtladığınız oluyor mu peki, bu baskılı ortam karşısında?
Hayır, katiyen, hiç böyle şeylerim yok benim.
Filminiz İstanbul Film Festivali’nde yarışma dışı gösterildi. Bu sizde bir rahatsızlık uyandırdı mı?
O da ayrı bir hikâye, onun analizini ben yapmayayım... Ön jüri diye bir şey olduğunu söylediler, kim olduklarını bile bilmiyorum... Ben hep ilkleri orada gösterdiğim için, İstanbul Film Festivali’ne olan saygım yüzünden filmi geri çekmedim. yarışma dışı gösterildi ve bana sokakta hep şu soruldu: Neden yarışmada değil? Bunun nedenini benim söylemem biraz tuhaf kaçabilir ama mesela Ankara’dan teklif geldi, onlar da yarışma dışı dediler, o zaman geri çektim. Çektim çünkü yarışma dışı seni aslında dışarıda bırakmak anlamına da geliyor. Ama Kayseri’de mesela öyle olmadı, üç tane ödül aldık.