‘X-Men’i de tükettik (07.06.2019)

2000’den bu yana süren ‘X-Men’ serisinin veda filmi olan ‘X-Men: Dark Phoenix’ serinin sıkı hayranlarını tatmin edecek mi bilinmez ama eleştirmenlerden aldığı zayıf notlarla ve düşük gişe tahminleriyle hayal kırıklığı olarak kayda geçti.

Emrah Kolukısa

Bu yıl veda edeceğimiz serilerden biri de “X-Men”... İlk kez Bryan Singer’ın 2000’deki uyarlamasıyla sinemada tanıştığımız Marvel’in iddialı çizgi roman serilerinden X-Men, 19 yıl ve 12 film sonra (iki Deadpool macerası da bunlara dahil) sinemadaki devrini tamamlamış oluyor. Elbette çok da uzak olmayan bir gelecekte yeniden onlarla karşılaşmamız mümkün, ne de olsa Hollywood ‘reboot’lar, ‘remake’ler ve ‘spinoff’lar diyarı, ama artık bambaşka oyuncular, yepyeni karakterler ve farklı tarzlar söz konusu olacaktır (umarız).

Zor durumdaki bir uzay aracını ve mürettabatını kurtarmak üzere ABD Başkanı tarafından görevlendirilen X-Men ekibi Raven ve Beast’in liderliğinde uzaya çıkarlar. Burada güneş patlaması olduğuna inanılan bir enerji kütlesinin patlayarak herkesi yok etmesini Jean Grey önleyecek ancak bu olay sonrası edindiği olağanüstü (hatta neredeyse tanrısal) güçler başta onun, ardından tüm X-Men camiasının hayatını kâbusa çevirecektir. Konuyu uzun uzun anlatmanın abesliği bir yana, bir şekilde Fox’un bilinçli tercihiyle yürütülen tanıtım kampanyası sonucu Raven’ın öleceği daha film başlamadan herkesçe bilindiği için çok da beklenmedik bir olay örgüsü yok “Dark Phoenix”te.

Bazıları bir hayli iyi kotarılmış özel efekt sahneleri (baştaki uzay bölümü ve sonlardaki uzun tren sekansının yanı sıra çok kısa ama akılda kalıcı bir Quicksilver sahnesi de var ama hâlâ “Days of Future Past”teki o muhteşem Quicksilver sahnesi ayarında bir bölüm yok), ahlaken iyi ile kötü arasında sıkışan ve bir tercih yapmak zorunda kalan karakterler ve elbette tüm dünyayı tehdit eden kötüler var, hemen her Marvel filminde olduğu gibi. Kendi klişelerine saplanıp kalmış bir final bölümü anlayacağınız. Film bitip de etkisi beklediğinizden hızlı bir şekilde silinmeye başladığında fark ediyorsunuz ki, bir devri kapatacak bir vedaya yakışan bir iş değil “Dark Phoenix”.
Belki Sophie Turner’ın biraz fazla soğuk bir portre çiziyor olmasının da bunda etkisi olabilir, zira filmin merkezindeki karakter Jean Grey ve “Game of Thrones”ta da (Sansa’yı oynuyordu hatırlarsanız) izleyicinin çok ısınamadığına inandığımız (en azından bu yazıyı kaleme alan izleyicinin diyelim) Turner’ın “Dark Phoenix”in gereksindiği karizma ve empatiyi sağlayamadığını düşünüyorum ve bunda da yalnız olmadığımı biliyorum. Bu anlamda favori karakterlerimden Raven’ın (favori oyuncularımdan da diyebilirdim) erkenden veda etmesi de filmi çekici kılan unsurlardan birinin erkenden eksilmesi anlamına geliyor aslında benim için. Ama tabii, bu benim düşüncem.

Kafalar karışmasın

Kısa bir kafa karışıklığı yaşadığım için belki benim gibi düşünen başkaları da vardır diyerek bir noktayı netleştirmeme müsaade edin. Madem Raven bu kadar genç bir yaşta ölüyor, nasıl oluyor da onu ilk X-Men üçlemesinde de görebiliyoruz, diye soranlar var mı aranızda? 
Eğer varsa yanıtı için yine serinin en iyi filmlerinden biri olduğuna inandığım (tabii “Logan”dan sonra) “Days of Future Past”e dönmemiz gerek. Orada hatırlarsanız X-Men ekibi gelecekte öldürülüyordu ve Wolverine zamanda geri dönerek işleri yoluna sokmaya çalışıyordu. İşte o filmde tüm zaman çizgisi kırılıp değişiyor, hatta ilk “X-Men” üçlemesinde ‘kötü’ler arasında gördüğümüz Raven bu zaman kırılması sırasında ‘iyi’ler safında kalıyordu (tabii bu da onun erken ölümüne yol açıyor, o da ayrı). Mesele aslında bundan ibaret. 

Bu arada, izleyicilerin filmin son sahnesine özellikle dikkat etmelerini tavsiye ederim, zira buradaki önemli bir an (ne olduğunu söylemeyeceğim artık), serinin az önce bahsettiğim değişen zaman çizelgesindeki bir uyumsuzluğu giderecek bir unsur içeriyor.