Walter Benjamin ve Gershom G. Scholem'in yazışmaları
Walter Benjamin’in “tarihî belge” olarak sakladığı ve Gershom G. Scholem’in araştırmaları sayesinde yayımlanan “Mektuplaşmalar 1932-1940”; savaşa ve katliamlara girişmeye hazır bir güruh karşısında, birbirine destek verip mevcut duruma direnç gösteren iki insanla yüzleştiriyor okuru.
Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki
Faşizmin, Almanya ve İtalya eliyle korku salıp şiddetini artırarak “Yeni Avrupa” hayaliyle kitleleri önüne kattığı günlerde edebiyat eleştirmeni, felsefeci, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısı Walter Benjamin ile eski dostu; Yahudilik ve Kabala üzerine çalışan, filozof ve tarihçi Gershom G. Scholem mektuplaşmaya başlamıştı.
1932’den, Benjamin’in Fransa-İspanya sınırındaki intiharına dek süren yazışmalarında ikili, dönemin ruhuna uygun olarak sanat ve edebiyat tartışmalarının ardından var olma ve insan kalabilme üzerine kalem oynatıyor.
Benjamin ve Scholem’in mektupları, birer belge olmasının yanında Avrupalı iki aydının beslendiği kaynakları yok etmeye çalışanlara rağmen ayakta durabilme mücadelesini de yansıtıyor.
ISSIZLAŞAN ALMANYA
Hitler’in iktidara gelmesine aylar kala, başlayan yazışmalardan evvel (1923’te) Scholem Filistin’e göç etmişti. Benjamin ise günden güne kuşatıldığını hissediyordu ve bu kuruntu değildi. Almanya’da Von Papen, koltuğunu çok kısa süre sonra seçimlerden galip çıkacak Hitler’e bırakacaktı. İşte böyle bir ortamda yazışmalarına hız veren Benjamin ve Scholem, bir gün buluşmayı umduğu Berlin’den uzaktaydı.
Mektuplarda, ikilinin Avrupa’nın kültürel değerlerini tartışmasının yanı sıra birbirine ve eski Almanya’ya (tabii Avrupa’ya) duyduğu özlem de yer alıyor. Kitaplarla ayakta kalan Benjamin’in, Avrupa’da hızla yükselen faşizm nedeniyle bitkinleştiği de bir gerçek; Berlin’e dönmek için yeterli maddi imkâna sahip olmaması ve Nazilerin evine el koyma isteğinin yarattığı ruhsal gerilim ise cabası. Fakat bu hâlde bile üzerine çalıştığı kitaplardan ve Avrupa’nın kalburüstü isimlerinden (Goethe, Baudlaire, Kafka vd.) söz ediyor.
Zamanın muhbirlikle, şiddetle ve baskıyla örülü ruhuna inat, farklı edebi ve politik görüşlerine rağmen birbiriyle diyalog kurabilen Benjamin ve Scholem, ortak kaygılarla fikir yürütürken mesini birbiri için kaygılanıyor. Melankolik, Avrupa’nın geldiği noktayı üzüntüyle ve tedirginlikle izlerken yazacağı kitaplara yoğunlaşmaya çalışan, Berlin’i merak eden, okuyan ve eleştiriler getiren Benjamin’e kıyasla Kudüs’te görece rahat durumda olmasına rağmen benzer huzursuzluklardan mustarip Scholem: İkisi de hümanistliğini kaybetmiyor ve entelektüel seviye bir an olsun düşmüyor.
İkilinin ortak yazgısı, yalnızca Almanya ve Avrupa’nın içinde debelendiği şiddetle bağlantılı değil; Scholem’in kardeşi, çeşitli zamanlarda “vatan hainliği” suşlamasıyla tutuklanırken Benjamin’in kardeşi toplama kampına götürülüyor.
Avrupa’dan uzaktaki Scholem ile kıtanın tam ortasındaki Benjamin’i saran bu baskı, ikilinin birbirini sürekli uyarmasına ve telkin etmesine neden oluyor. Ortak arkadaşlarının Almanya’yı terk edip Filistin’e geldiğini ve Kıta Avrupası’ndan ayrıldığını haber alan ikili, ülkelerinin gittikçe ıssızlaştığını düşünüyor.
Öte yandan “Haletiruhiyem berbat” diyen Benjamin’e mektuplarıyla destek olmaya ve faşizme karşı omuz vermeye uğraşan Scholem, onu zihnini dinç tutup metinlerini temize çekerek saklamaya ve basabilecek yayıncılara göndermeye teşvik ediyor. Aslında bunlar bile onların içindeki umudun göstergesi. En azından son âna kadar...
TARİHÎ BELGELER
1930’ların ilk yarısına ait mektuplarda Scholem, sanat ve edebiyat çalışmalarına yönlendirerek savrulan Benjamin’i deyim yerindeyse sakinleştirmeye çabalıyor. Fakat para sorunu ile Nazilerin Avrupa’da işbirlikçiler yardımıyla güçlenmesi zihnini sürekli meşgul ettiği anlarda, Scholem dışında en büyük destekçileri Hannah Arendt ve Bertold Brecht.
Deliliğin sınırında gezinen kişilerin varlığı, Avrupa’nın hâli pürmelalini özetliyor aslında. Scholem’in Kudüs’e gelenlerde gözlemlediği bu durumu Benjamin bizzat yaşıyor: Mektup yazdığı kâğıdın kalitesizliğinden, insanların düşen yaşam standartlarına dek pek çok şey, bu durumun göstergesi olarak satırlara yansırken Almanya’yı Almanya yapan değerler ayaklar altına alınıyor: 1920’lerin başında fikri ve kimliğine saygı duyulan herkes, 1930’ların ortalarından itibaren aşağılanıyor. Bütün bu acıları ve geleceğe dair belirsizlikleri paranteze aldığı anlarda Scholem ve Benjamin; Kafka’dan, Kierkegaard’dan, Brod’dan, Flaubert’den, Brecht’ten, Bloch’tan, Kabala metinlerinden, Descartes’tan, Pascal’dan ve Gassendi’den bahsediyor.
Şiddeti değişse de yersiz-yurtsuzluk, Scholem ve Benjamin’i sarıp sarmalıyor. Scholem, Kudüs’te tedirgin, Benjamin ise Almanya’dan İtalya ve İspanya’ya, sonra da Paris’e giderken sürekli bir kaçış hâlinde. Kafka’nın eserleri başta olmak üzere, anlattığı edebi eleştiri çalışmaları, Benjamin’in 1930’lardaki sığınmacılığının hem simgesi hem de entelektüel uğraş ve merakının bir ürünü.
Ayak seslerinin duyulmasının ardından savaşın patlak vermesiyle zaten az olan Avrupa’nın iyileşme umudunun belirsiz bir süre ertelenmasinden, Scholem ve Benjamin’in mektupları da payına düşeni alıyor; Scholem, Filistin’e yasal ve yasa dışı göç dalgasını anlatıyor, Benjamin’in yeni kaçış hazırlıkları başlarken intihardan daha sık söz ediyor: İnsanın değerini sıfırlayacağına inandığı, İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayanlardan birinin de entelektüellerin suskunluğu ve ikiyüzlülüğü olduğunu düşündükçe canı daha çok sıkılıyor.
Benjamin’in “tarihî belge” olarak sakladığı ve Scholem’in araştırmaları sayesinde yayımlanan; 1930’lar Avrupası’nda entelektüel başkaldırının simgesine dönüşen yazışmaların özelliklerinden biri, zamanının tanığı olan ikilinin o zor koşullar altında kalem oynatması: Savaşa ve katliamlara girişmeye hazır bir güruh karşısında, birbirine destek verip mevcut duruma direnç gösteren iki insanla yüzleştiriyor okuru Benjamin ve Scholem’in mektupları.
Mektuplaşmalar 1932-1940 / Walter Benjamin, Gershom G. Scholem / Çeviren: Saliha Yeniyol / Kolektif Kitap / 376 s.