Vladimir Nabokov'un kardeşini anlatan roman: "Sergey Nabokov'un Gerçekdışı Yaşamı"

"Sergey Nabokov'un Gerçekdışı Yaşamı", ünlü yazar Vladimir Nabokov'un kardeşi Sergey Nabokov'un hayatını, içinden iki büyük savaşın geçtiği bir dönemi de içine alarak anlatıyor. Romanda baş rol Vladimir Nabokov'un değil belki ama romanın ironik bakışını da tam olarak bu meydana getiriyor. Romanın değil belki ama Sergey'in başrol oyuncusu Vladimir Nabokov.

Eray Ak/Cumhuriyet Kitap Eki

Bir gölgenin hikâyesi...

Ünlü yazarların aileleri, dostlukları ve aşkları üzerine genelde ölümlerinden sonra çok konuşulur, tartışılır hatta asılsız dedikodular üretilir. 

Bu tür konuların "konuşulması" bir yandan önemlidir çünkü yapıtlar üzerine ciddi bir "yeniden okuma" fırsatı verir meraklı okurun eline. Yazarın, kaleme getirdiklerinde kendi yaşamına ne kadar saptığı ya da metinlerdeki otobiyografik ağırlığın tartılması bağlamında "nitelikli tartışmalar" yürütülmesi, yürütlmemesinden her zaman için evladır sonuçta. Ama önmeli olduğu kadar bir yandan "tehlikelidir" de çünkü aynı şekilde yazarın ardında bıraktıklarına katkısı olabileceği gibi zararı da dokunabilir. Bu zarar daha çok işin "dedikodu" kısmından doğar ve yazarın yaşamını, yazdıklarından önce görmenin anlamsızlığıyla yayılır. Gelin görün ki ne yazarın kendisine ne de yapıtlarına bir katkısı olur bu yaklaşımın. O yüzden uzak durmakta her zaman yarar var bu tür tartışmalardan. Çünkü elimize geçen bir hiçten başkası olmaz.

Bu bağlamda konuşulan, tartışılan ya da üzerine yazılanlarda dikkat edilmesi gereken kıstas sadece ve sadece yazarın ardında bıraktıklarına ve manevi mirasına "katkısı". Gerisi boş laf olarak kalmaya bir biçimde mahkûm.

Türkiye değil belki ama bu türden tartışmaların ve ardından kaleme getirilenlerin "nitelikli bir biçimde" yürütüldüğü coğrafyalar var. Elimizde de bu coğrafyalardan gelmiş, yeni yayımlanmış bir "roman"...

MELUN BİR GÜLÜMSEME VE APTAL APTAL SIRITIŞ

Geçenlerde yayımlanan Sergey Nabokov'un Gerçekdışı Yaşamı, ünlü yazar Vladimir Nabokov'un kardeşi Sergey Nabokov'un hayatını, içinden iki büyük savaşın geçtiği bir dönemi de içine alarak anlatıyor. Romanda baş rol Vladimir Nabokov'un değil belki ama romanın ironik bakışını da tam olarak bu meydana getiriyor zaten. Romanın değil belki ama Sergey'in başrolü Vladimir Nabokov'un. İmrenerek bakılan, kıskanılan, hem sevilen hem nefret edilen bir karakterde çizilmiş Vladimir Nabokov, Paul Russel'in romanında. İki kardeş; Sergey ve Vladimir Nabokov'un karakterlerini roman bağlamında özetlemeye ise şu iki niteleme yetiyor: Sergey için "aptal aptal sırıtış", Vladimir için "melun bir gülümseme".

Klasik bir yetenekli ağabey, ilk çocuklarına hayranlıkla birlikte müthiş bir sevgi besleyen aile ve bu "karşı" tarafa duyulan sevgi dağının altında ezilen "öteki çocuk"tan olaşan bir ailenin hikâyesini anlatıyor genel bir bakışla romanında Russell. Sergey için çizilen bu ezilmişliğin ise birçok nedeni var.
İlk olarak yaşama gol yiyerek başlamasını sayabiliriz Sergey'in. Bunu anlamak için kitaba biraz kulak vermekte yarar var: "Annemle babamın ilk çocuk denemeleri ölü doğan bir oğlanla son bulduğundan, ilk doğan evlatları Vladimir [Nabokov] Vladimiroviç onlar için daha kıymetli hale gelmişti. Duyduğuma göre, benim sahneye çıkışım, ki hepi topu on bir ay geçmişti, ilki kadar coşkuyla karşılanmamıştı. Ağabeyimin kendi özel cennet bahçesine vakitsiz dalan bu davetsiz misafire nasıl baktığı konusunda yıllar içinde epey düşündüm ve bana duyduğu nefretin bir yanıyla her zaman içindeki bir kuşkuya dayandığı sonucuna vardım: Ben onun hakkında nedense hiç iyi düşünmeyen Yaradan'ın nazarında acele bir düzeltmeyi temsil ediyordum."

Sergey'in "acilen düzeltilmesi gereken" başka kusurları da vardır ailesinin gözünde. İlk çocuklarına gösterdikleri ilgiyi göstermezler mesela. Belki kitap boyunca karşılacağımız Sergey'e dair tüm sorunların başlangıcını meydana getirir bu nokta: "Annem ve babam, çok da üzerine titremedikleri ikinci yavrularının ilkinin soluk bir kopyası olduğunu görünce hayal kırıklığına uğramışlar."
Ancak daha acı veren sorunlarla romanın sayfaları arasında ilerledikçe kartşılaşıyoruz. Yaşamını zora sokan kekemeliğini saymazsak hemcinslerine ilgi duyan bir çocuk olmuştur her zaman Sergey Nabokov. Ailesi de bu durumun farkındadır ve bunu bir "hastalık" olarak görüp onu "tedavi" ettirmetyi düşünürler. Tedaviye karşı içgüdülerin savaşını okuruz romanın bu sayfalarında ve bir gencin cinselliği keşfini manipüle etmeden verir yazar.

İstense, üzerine gidilse çok ses getirecek, sansasyon yaratabilecek birçok nokta var bu bağlamda kitapta. Ama az önce belirtilen "ilkeler" çerçevesinde hareket ediyor Paul Russell romanında ve Sergey'in kendi cinselliğini keşif ve yaşayış sürecini olduğu gibi yansıtmaya çalışmaktan öte gitmiyor.
Bir diğer yandan elimizdekinin roman olduğunu da unutmamak lazım. Yani metin paralelinde hayalgücüne aralanan kapıların sınırsız olduğunu.. Ancak Paul Russell'ın romanı titiz bir araştırmaya dayanıyor daha çok. Romanın sonundaki teşekkür bölümünde yararlandığı kaynaklardan da bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz. Russell'in akademi kökenli bir yazar oluşu da romanın titiz bir araştırmadan doğduğunun bir diğer göstergesi.

İKİ SAVAŞ ARASINDA

Paul Russell, Sergey Nabokov'un hikâyesini anlatmaya ise 1943'ün Berlini'nden başlıyor. Ancak o tarihte sabit kalmıyoruz. Sergey'in kendi dilinden dinlediğimiz hikâyesi, bizi 1900'lerin başlarına kadar götürüyor. Tarih aralığından kahramanımızın yaşamına baktığımızda Birinci Dünya Savaşı'ndan İkinci Dünya Savaşı'na bir zaman tüneli açtığını görüyoruz yazarın.

İlk cephede Çarlık Rusyası'nın bitişini, Bolşeviklerin iktidara gelişini izliyoruz adım adım hikâye boyunca. Bu bağlamnda ciddi bir politik ve siyasal artka planı var romanın çünkü ailenin yaşamı, bu toplumsal olayların baş göstermesiyle birlikte değişiyor. Bunda babalarının rolü de büyük önem taşıyor çünkü siyasi bir figür olarak Bolşeviklerin iktidara taşındığı yıllarda Çar yanlısı bir tutum izliyor baba. Hatta Çar'ın yakın adamlarından. Bir nevi mesai arkadaşı hatta. Bolşeviklerin iktidara geleceğini anlayan baba, ailesinin güvenliğini sağlamak amacıyla onları Kırım'a gönderir. Oradan ise bir başka kırılmayla iki kardeş yaşamlarını İngiltere'ye taşır.

Sürgündeki bir sonraki durak ise Paris olacak: Sergey Nabokov'un acı tatlı birçok savruluşu yaşadığı Paris... Burada romanın sayfaları arasında birçok tanınmış isim de konuk olacak aynı zamanda: Stravinski, Cocteau, Picasso, Gertrude Stein gibi...

İlk cephede kahrmanlarımızın çocukluk ve daha çok gençlik yıllarını anlatırken yazar, ikinci cephede, yani İkinci Dünya Savaşı'nın yaşandığı Berlin yıllarında olgun bir yaşamı hikâyeleştiriyor. Ancak ilkinden çok daha acılı ve sancılı bir süreç eşliğinde. Bu kez savaştan kaçma gibi bir olanağı yoktur Sergey'in. Her an kapısını bir Gestapo subayının çalacağı korkusuyla yaşar. Bir diğer yandan alacağını da almıştır aslında Gestapo: Sergey'in hayatının aşkı, onların elinde yitip gitmiştir. Sergey de işte böyle bir ortam içinden anlatıyor yaşamını bize. Sürekli gözetim altında tutulan hüküm giymiş bir cinsel suçlu olarak...

Romanın tüm yaşanmışlıklar dahilinde derin bir duygu denizinde yüzdüğünü söyleyebiliriz. Vatan hasreti, sürgün sefaleti, kıskançlık, sevgisizlik, bastırılmışlık... Herkesin kendi yaşamına dair bir tırmık alacağı bir roman Sergey Nabokov'un Gerçek Dışı Yaşamı.

Peki Vladimir Nabokov'un bu romanın neresinde?

Her zaman gölgede bıraktığı Sergey'i düşünerek, romanın tüm duygu katmanlarına yayıldığını söylyebiliriz ünlü yazarın.

erayak@cumhuriyet.com.tr

Sergey Nabokov'un Gerçekdışı Yaşamı/ Paul Russell/ Çeviren: Volkan Atmaca/ Everest Yayınları/ 408 s.