Vitrindekiler… Kitap dünyasında seyrüsefer sürüyor!
Vitrindekiler köşesinde yepyeni bir seçkiyle, yepyeni okuma önerileriyle daha merhaba. Dünyanın dört bir köşesinden romanlar, öyküler, şiirler, incelemelerin yer aldığı bu seçkide kimler yok ki… Yazarlar, şairler, ressamlar, bilim insanları, aktivistler, kaşifler, mucitler, müzisyenler... Kitap dünyasında seyrüsefer sürüyor! Evde Kal Kitap Oku Türkiye!
Gamze Akdemir / Cumhuriyet Kitap EkiVitrindekiler köşesinde yepyeni bir seçkiyle, yepyeni okuma önerileriyle daha merhaba. Dünyanın dört bir köşesinden romanlar, öyküler, şiirler, incelemelerin yer aldığı bu seçkide kimler yok ki… Yazarlar, şairler, ressamlar, bilim insanları, aktivistler, kaşifler, mucitler, müzisyenler... Kitap dünyasında seyrüsefer sürüyor! Evde Kal Kitap Oku Türkiye!
Ağlamak Yok / Nilgün Öneş / Doğan Kitap / 200 s.
“Söylediklerimi
anladın mı?” diye
sordu.
Başımı salladım.
“Kendini
tutma, ağlamak istiyorsan ağla. Bu iyi gelir”
dedi.
Neden ağlamam gerektiğini
sordum.
“İnsan
çok sevdiğibirini kaybedince ağlar, bu normaldir”
dedi.
“Ama
onunla ileride buluşacağımızı söyledin?” dedim.
Evet, buluşacakmışız ama bu çok uzun zaman sonraolacakmış. Ben önce okullarımı bitirip bir meslek sahibiolarak hayata atılacak, sonra evlenip çoluk çocuğa karışacakmışım, sonra torunlarım olacakmış, mutlu vegüzel bir hayat yaşayacakmışım ve ondan sonra annemle buluşmanın zamanı gelecekmiş.
“O
kadar bekleyemem” dedim.
Hayretle
yüzüme baktı.
“Bekleyemez
misin? Ne demek bekleyemem?” diye
sordu.
“Gidip onu
gittiği yerde bulacağım ve geri getireceğim” dedim.
Belleklerimize kazınmış pek çok ünlü dizinin senaryo yazarı, grafik tasarımcı Nilgün Öneş, Ağlamak Yok!’ta içe dokunanbir hikâye anlatıyor. Özlenen bir kahraman yaratıyor. Sahici duyguları olan, okurda da sahici duygular uyandıran bir roman...
Radloff Sözlüğünden Çıkan Bulgulara Göre:Batı Dillerinin Kökündeki Güçlü Türkçe / Kaan Arslanoğlu / VS Yayınları / 268 s.
“Günümüzde pek çok insanı mutlu eden ya da mutsuz edip kahreden… Başarı ya da felaket getiren evren, mikro dünyasının evrenidir. Ne var ki, daha üst düzey bir dünya görüşü isteyen, mikro evreniyle sınırlı kalmayı eksiklik sayan pek çok insan da vardır. Dünyada, eğer bu olumlu bir şeyse, tüm alanlarda tüm gelişmeler genellikle makro dünyayı düşünen insanlardan gelir.”
Kaan Arslanoğlu, Radloff Sözlüğünden Çıkan Bulgulara Göre:Batı Dillerinin Kökündeki Güçlü Türkçe adlı kitabında, genetik araştırmalarla açığa çıkarılan insanlığın kadim göç yollarının dillerdeki izini sürüyor. Modern biyoloji ve genbilimin sunduğu yeni veriler ışığında dillerin doğuşu ve birbirleriyle ilişkileri üzerine zorlu bir çalışmaya imza atıyor.
Mazarin Mavisi / Cem Kalender / Doğan Kitap / 292 s.
Pantolonunu çıkartırken korku, heyecan kalbine vuruyordu. Aynalı ahşap dolabın karşısına geçti. Yatağın ucuna oturup ayağını dizine koydu, çorabı yavaş yavaş giymeye başladı. Bir yandan da aynada kendini izliyordu. Tüyleri ürperiyordu. Bedeninden sanki başka bir canlı çıkıyor gibi hissediyordu.” Başlangıçta Tuna vardı. Doğması için adaklar adanan oğlan çocuğu Tuna, bir türlü sığamadığı bedenini babaevinde bırakarak takıldı bir tiyatro kumpanyasının arkasına. Bir başka bedene dönüşmüştü artık, güzel sesli, güzel yüzlü Handan Kara’ya. Sonra Handan vardı. Polisin sevmediği Beyoğlu sokaklarında, karakollar, hastaneler, tekinsiz gecelerle dolu bir hayattan sonra o da dönüşüverdi bir başka bedene. Dönüşümünü küçük bir varlıkla taçlandırmak, onun sevgisiyle tamamlanabilmek için... Ve sonra Nurten vardı. Kocamustafapaşa’da oğluna adadığı mütevazı bir hayatı yaşayıp giden Nurten. Nurten’in ölmeye yatarken anlatacakları ise sevgiye, ölüme, ihanete, kısacası her dönüşümün içinde barındırdığı korkunç sırlara dairdi. Cem Kalender Mazarin Mavisi’nde Sansaryan Han’dan Beyoğlu Küçük Bayram Sokağı’na uzanan bir İstanbul fotoğrafına, etkileyici bir insan trajedisi yerleştiriyor.
Sanat Tarihi - Çok Kısa Bir Başlangıç / Dana Arnold / Çeviren: Tuncay Birkan / İKÜ Yayınevi/ 168 s.
Sanat bize ne söyler? Tek bir eserden ya da bir dizi sanat eserinden neler öğrenebiliriz? Bir esere bakarken onu yaratan sanatçı, konu, malzeme, zaman veya mekân bize ne gibi ipuçları sunabilir? Sanat bireysel ve toplumsal hayatımızı nasıl etkileyebilir? Dana Arnold tüm bu soruların peşine düşüyor. Antik, klasik ya da çağdaş sanat eserlerinin üretildikleri dönemler arasındaki algılama farklılıklarını sorguluyor ve eser - sanatçı - izleyici ve hatta mekân arasındaki ilişkiyi inceliyor. Monet, da Vinci, da Fabriano, Velazquez, Raphael ve Rodin’den; Picasso, Chicago, Reynolds, Pollock, Warhol ve Man Ray’e kadar pek çok sanatçının eserlerini; Venedik Okulu’ndan Terakota Ordusu heykellerine kadar farklı üslup ve anlayışları tartışıyor.
Elimi Bırakma / Eser Kemal / Bilgi Yayınevi / 400 s.
Ortadoğu’nun kadim şehrinde cereyan eden olayların gölgesinde, mimar olma hayallerini yeşertmeye çalışan bir kız, “Evimize yaklaşan savaşın kapımızı çalacağından korkuyorum” diyen Ali’nin Refika'sı... Adını koymaktan çekindiği çarkına yeni dişliler eklemeye gayret gösteren Halepli üniversite öğrencisi…
Gördüğümüz ama görmezden geldiğimiz, duyduğumuz ama zihnimizde yer tutmayan ve birçoğumuz için de “Ortadoğu’dan haberler” niteliği taşıyan insani ve vicdani bir yaşam öyküsü…
Hayalperest Ölünün Şarkıları / Thomas Ligotti / Çeviren: Berna Seden / Can Yayınları / 328 s.
Çağdaş korku edebiyatının önde gelen imzalarından Thomas Ligotti, Hayalperest Ölünün Şarkıları’nda günlük hayatın ardındaki ürkütücü gerçekliğin açığa çıktığı, aklın sınırlarının aşılarak yaşam ile ölüm arasındaki çizginin silikleştiği öyküler anlatıyor. Ligotti’nin öyküleri, aşina olunmayan bir kente gidiş, akademik bir araştırma projesi, eski bir binanın yıkılması, bir tımarhane serüveni gibi görece sıradan olaylarla başlıyor. Ne var ki, bütün bu sıradan görünüşün altında gerçeğin yavaş yavaş saptırılması hatta sapkınlaştırılması, akıl sınırlarının aşılması, hatta yaşam ile ölüm arasındaki çizginin silikleşmesi kendini gösteriyor. Bu ilgi çekici ve ürpertici öykülerin bir özelliği de açık sonla bitmeleri ve okurların hayal gücünü tetiklemesi. Dahası kitaptaki her bölümün sonunda, yazar kendi türünün yazım yöntemlerine ilişkin görüşlerini de açıklıyor.
Barnes'taki Mezarlık / Gabriel Josipovici / Çeviren: Elif Ersavcı / Çınar Yayınları / 104 s.
İngilizce edebiyatın yenilikçi yazarı Gabriel Josipovici, Barnes’taki Mezarlık romanında, eşinin ölümünden sonra Londra’dan Paris’e ve oradan da bir Galler kentine taşınan bir çevirmenin şehir değiştirdikçe dönüşüme uğrayan hayatına odaklanıyor. Üç farklı mekânın anlatıları yapboz parçaları gibi bir araya geliyor. Shakespeare ve Du Bellay’nin şiirleri ile Monteverdi’nin ünlü opera eseri Orfeo’nun izinde bir hafıza yolculuğu başlıyor böylece; dün ile bugün kavuşuyor. Kitap sayfalarından sokaklara, müzik notalarından mezarlıklara sızan bir öykü çıkıyor karşımıza. 2018’de Goldsmiths Ödülü finalisti seçilen Barnes’taki Mezarlık edebiyat, aşk, ölüm ve arzunun alacakaranlık dünyası hakkında, muammalarla örülü bir roman.
Dünya Edebiyatının Ekolojisi - İlkçağlardan Günümüze / Alexander Beecroft / Çeviren: Didem Dinçsoy / Koç Üniversitesi Yayınları / 211 s.
Bir edebiyatı neler oluşturur? Ulusal edebiyat nedir? Farklı ülkelerin, toplulukların edebiyatları birbiriyle nasıl etkileşime girer? Dünya edebiyatına yönelik okumalar daha çok modern Batı’dan ve Batılı olmayanın Batı modernitesine tepkisinden çıkan literatüre odaklanırken Alexander Beecroft, modern öncesi ya da Batılı olmayan (ya da her ikisi) metinlerin nasıl dolaştığını ve anlaşıldığını keşfetmeye dair bir okuma sunuyor.
Herhangi bir edebiyatı, yalnızca kapsadığı metinlerin analiziyle anlamanın imkânsız olduğunu savunan Beecroft, bir edebiyatın siyasi, ekonomik, sosyokültürel ve dini çerçevede, aynı zamanda etkileşimde olduğu diğer diller ve edebiyatlarla ilişkisi içerisinde anlaşılabileceğini öne sürüyor.
Beecroft,
Dünya Edebiyatının Ekolojisi’nde çeşitli boyutlardaki edebi
ekolojiler ile edebi metinlerin üretildiği ve dolaşıma girdiği
çevreler arasında gezinerek disiplinlerarası okumaları teşvik
etmeyi; böylece antik, modern, Batılı veya Batılı olmayan
edebiyatları çalışan kuramcıların bilimsel bir diyaloğa
girmesini amaçlıyor.
Alexander Beecroft, South Carolina
Üniversitesi Diller, Edebiyatlar ve Kültürler Bölümü’nde
öğretim üyesi.
Cehenneme İniş Talimatnamesi / Doris Lessing / Çeviren: Niran Elçi / DeliDolu Yayınları / 280 s.
Cambridge Üniversitesi’nde Klasik Dönem Çalışmaları profesörü olan elli yaşındaki Charles Watkins, gece yarısı Waterloo Köprüsü yakınlarında sayıklar hâlde bulunur. Geçmişine ve kimliğine dair hiçbir şey hatırlamayan adam, kaldığı akıl hastanesinde ilaçlarla eski hâline getirilmeye çalışılır. Ancak Watkins, ısrarla çağırıldığı dış gerçekliği çoktan terk etmiş, zihninde bambaşka bir yolculuğa çıkmıştır: Atlantik’teki bir sal içinde dolanıp durduktan sonra, acayip geleneklere sahip garip yaratıkların yaşadığı tropik bir adaya ayak basar. Ardından da kendini uzayda, kozmik güçlerle semavi bir toplantıda bulur. 2007 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Doris Lessing, yapıtında, hafızasını kaybeden ve gerçeklikle bağını yitiren bir adamın deliliğin kıyılarında gezinen ‘’uyanış’’ öyküsünü anlatıyor. Kendine ve çevresine yabancılaşan, düzen içinde “uyutulan’’ modern bireyin, evrenle uyum içindeki ilk benliğini yeniden keşfetme yolculuğuna odaklanıyor.
Meydan ve Kule - Şebekeler Hiyerarşiler ve Küresel Güç Mücadelesi / Niall Ferguson / Çeviren: Nurettin El Hüseyni / Yapı Kredi Yayınları / 492 s.
Tarih
büyük ölçüde hiyerarşiktir; papaları, cumhurbaşkanlarını ve
başbakanları konu edinir. Peki ya bunun sebebi bütünüyle
hiyerarşik yapıdaki arşivlerin hiyerarşiler tarafından
yaratılmasıysa? Ya aynı ölçüde güçlü ama daha az görünür
şebekeleri göz ardı ediyor ve bu arşivleri komplo teorisyenlerine
bırakıyorsak?
Birçok kesim 21. yüzyılı “şebeke çağı”
olarak yüceltir. Oysa Niall Ferguson Meydan ve Kule’de sosyal
şebekelerin hiç de yeni olmadıklarını ileri sürüyor:
Hıristiyanlık’ta
Reform hareketini ortaya çıkaran matbaacılar ve vaizlerden
Amerikan Bağımsızlık Savaşı’na öncülük eden masonlara
kadar, papaların ve kralların eski düzenini altüst eden güç,
şebekelerdi. Ortada yeni bir durum olmadığı gibi, kişisel
bilgisayarların matbaanın rolünü üstlendiği günümüzde ikinci
şebeke çağını yaşamaktayız.
Meydan ve Kule, günümüzün
en yetkin akademik çalışmalarından yararlanarak şebekeler
tarihini komplo teorisyenlerinin pençesinden kurtarmaya ve tarihsel
değişimin çoğu kez tam da hiyerarşik düzenlere böyle
şebeke esaslı karşı çıkışlar çerçevesinde
anlaşılabileceğini göstermeye çalışıyor.
Döndüğümde Yoktum / Eşref Yener / Varlık Yayınları / 56 s.
Eşref Yener, 2019 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü aldığı kitabında; bütüncül şiirlerle selamlıyor okuru. Şiirin bir hikâyesinin olmasına, bir giriş, gelişme ve sonuç içermesine; bazen belki de sadece bir durumdan ibaret olmasına önem verdiğini ifade ediyor Yener. Ve yüreğe dokunan, okuyanı alıp çarşı pazarlarda, kentin dar sokaklarında, dağ başlarında dolaştıran şiirlerle devam ediyor yola.
Yağmur Altında Çığlıklar / Yu Hua / İpekyolu Kültür ve Edebiyat / 294 s.
İlk kez 1980’lerin sonlarında, kendisini Çin’deki avantgard edebiyatın ön saflarına yerleştiren bir dizi kışkırtıcı kısa öykü ve kısa romanlarıyla tanınan Yu Hua bu kitabında, 1970’lerde Mao döneminde kırsalda yaşayan yoksul bir ailenin yaşamına odaklanırken, birkaç nesil önceki bireylerin yaşamlarının dönemeçlerini de bir zaman tüneli içinde anlatıyor. Ortanca oğul Sun Guanglin evlatlık olarak verilmiştir. Çocuk 5 yıl sonra 12 yaşında, eve geri döner, çünkü evlat edinen aile büyük bir felaket yaşar. Gençliği dramatik deneyimlerle geçer, ailenin evi yanar; köydeki bir düğün dehşet dolu bir deneyime dönüşür. Küçük kardeş ölür. Baba acısını ortanca çocuğu döverek çıkarmak ister. Anılar dile dökülmeye başlandığında, fantezi ve gerçeklik arasındaki sınırlar belirsizleşir.
Asi Delikanlılara Uykudan Önce Hikâyeler / G. L. Marvel / Çeviren: Bengi De Sa Matos / Karakarga Yayınları / 152 s.
Ressamlar, müzisyenler, dansçılar, sporcular, yazarlar, aşçılar, aktivistler, kaşifler, mucitler, bilim insanları... Pelerin ya da kılıca ihtiyaç duymadan süper kahraman haline gelen 50 çocuğun ilham verici öyküleri. Alan Turing - Albert Casals - Albert Einstein - Albert Espinosa - Andre Agassi - Antoine de Saint-Exupéry - Barack Obama - Bill Gates - Bobby Fischer - Charles Darwin - Che Guevara - Dalay Lama - Félix Rodríguez de la Fuente - Haile Gebrselassie - Harry Houdini - Harvey Milk - İkbal Mesih - Isaac Newton - Jacques Yves Cousteau - Jamie Oliver - John Lennon - Jules Verne - Kelvin Doe Kílian - Jornet Leonardo Da Vinci- Lili Elbe - Lionel Messi - Louis Braille - Ludwig Van Beethoven - Mahatma Gandhi - Martin Luther King - Mesud Hasani - Nelson Mandela - Nikola Tesla - Oskar Schindler - Paul Poiret - Pedro Duque - Primo Levi - Rudolf Nureyev - Roald Amundsen - Sebastião Salgado - Shigeru Ban - Stephen Hawking - Steve Irwin - Steven Spielberg - Tenzing Norgay - Usain Bolt - Vicente Ferrer - William Shakespeare - Wolfgang Amadeus Mozart.
Macellan / Laurence Bergreen / Çeviren: Ebru Kılıç / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları / 448 s.
Dünyanın çevresini dolaşmadığı halde bunu yapan ilk insan olduğu yolunda şöhret yapan Ferdinand Macellan (1480-1521), kendisine ün kazandıran seferine İspanya kralı adına çıkan Portekizli bir deniz subayıydı. Dönem Keşifler Çağıydı ve keşifler, denizlerde yapılıyordu. Akdeniz çevresinde Osmanlı’nın yükselip dünyanın başat güçlerinden biri haline geldiği süreçte yerkürenin öbür ucundaki Amerika keşfedilmiş ve gözler uzaklara, daha uzaklara dikilmişti.
Macellan’ın, kendisini Keşifler Çağının en büyük kaşiflerinden biri haline getirecek bir sabit fikri vardı: Kristof Kolomb’un yapamadığını yapmak ve batıya giderek doğudaki Baharat Adaları’na varmak.
Bu fikre Portekizliler değil İspanya Kralı I. Carlos destek verdi ve Macellan, kendisine sağlanan beş gemiyle 1519 Eylül ayında yola çıktı. 1522 Eylül ayında o beş gemiden sadece biri perişan halde İspanya’ya döndü. İçinde sefil durumda on sekiz kişi vardı ve Macellan, aralarında yoktu.
Çünkü sarsılmaz iradesi ve azmiyle bu seferi mümkün kılan, bunun için memleketi Portekiz’in rakibi ve düşmanı İspanya uyruğuna geçmeyi göze alan, doğanın ve insanların yarattığı nice zorluklar karşısında filosunu bilinmeyen denizlerden, fırtınalardan, isyanlardan, savaşlardan geçirip hedefine ulaştıran adam, yerliler tarafından savaşta öldürülmüştü.
Çünkü Macellan’ın, kendi pagan dinlerinde yaşayıp giden bölgenin yerli halklarını, olursa iyilikle, olmazsa silah zoruyla Hıristiyan yapmak gibi bir sabit fikri daha vardı ve bu fikir onu ölüme götürecekti.
Dünyanın en büyük kaşiflerinden biri olarak anılmasına; Macellan Boğazı’na, Macellan Bulutsusu’na ve NASA’nın güneş sistemini keşfetmek için gönderdiği Macellan uzay aracına ismi verilerek onurlandırılmasına karşın Macellan, asıl yapmak istediği şeyi yapamamıştır: Baharat Adaları’na varmak, oradan gemilerine yüklediği baharatlarla ve dünyayı dolaşan ilk insan olmanın şanıyla memleketine dönmek.
Dünyayı dolaşıp zenginliklerle geri dönen ilk insanlar, o perişan geminin içinde İspanya topraklarına ayak basan on sekiz denizcidir. Laurence Bergreen’in kaleme aldığı Macellan, yenilmez ruhu ve bilgisiyle bu yolculuğu mümkün kılan adamın biyografisi olduğu kadar bu seferin, bir macera romanı kadar sürükleyici seyir defteri.
Üç Çeyreğin Gizemi / Sophie Hannah / Çeviren: Çiğdem Öztekin / Altın Kitaplar / 400 s.
Sophie Hannah’nın yazdığı, Üç Çeyreğin Gizemi adlı Agatha Christie’nin unutulmaz karakteri yeni bir Hercule Poirot macerası yayımlandı. Öğlen yemeğinden evine dönen Poirot kapısının önünde öfkeli bir kadının kendisini beklediğini görür. Kadın, Poirot’nun ona neden Barnabas Pandy’yi öldürmekle suçlayan bir mektup gönderdiğini sorar. Poirot şaşkınlık içindedir, Barnabas Pandy ismini daha önce hiç duymamıştır. Şaşkınlık içinde içeri girdiğinde ise kendisini bekleyen bir ziyaretçisi daha olduğunu öğrenir, ziyaretçisi de aynı şekilde, o sabah Poirot’dan kendisini Barnabas Pandy’yi öldürmekle suçlayan bir mektup aldığını iddia eden bir adamdır. Poirot kendi adıyla daha başka kaç mektup gönderilmiş olabileceğini merak etmektedir. Bunları kim göndermektedir ve neden? Daha da önemlisi, Barnabas Pandy kimdir, ölmüş müdür, yoksa öldürülmüş müdür? Poirot daha fazla yaşamı tehlikeye atmadan yanıtları bulabilecek midir?
21 Kedide Sanat Tarihi / Nia Gould / Çeviren: Ebru Berrin Alpay / Vakıfbank Kültür Yayınları / 96 s.
Nia Gould, kitabında, nitelikli illüstrasyonlar eşliğinde Antik Mısır’dan Bizans sanatına, Rönesanstan Büyülü Gerçekçiliğe, Sembolizmden Kübizme dek dünyaca bilinen 21 farklı sanat akımını 21 kediyle anlatıyor. 21 Kedide Sanat Tarihi, kedi dostlarının yanı sıra, özellikle gençlerin sanatla daha dostane bir ilişki kurmasını da amaçlayan, eğlenceli ve renkli bir çalışma.
Ölümün Adı / Klester Cavalcanti / Çeviren: Serhat Tunca / Alakarga Yayınları / 272 s.
Cícero hiçbir şey olmamış gibi sakin sakin pedal çeviriyordu. Júlio adamın kanlar içindeki başıyla önüne yığıldığı andaki görüntüsünü kafasından bir türlü çıkaramıyordu. Amcası fevkalade sakindi. Bir insanın canını aldıktan sonra nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu? Klester Cavalcanti, gerçek bir yaşamdan yola çıkarak kaleme aldığı bu belgesel romanında, Brezilya’nın iç yüzüne, dehşet verici bir ölüm ve kan dünyasına götürüyor okuru... “Meslek” yaşamı boyunca beş yüze yakın insanı öldüren Júlio’nun anlattıkları, çağımızın değer yargılarının hâlâ neden anlaşılamadığını gözler önüne seriyor...
Brezilya - Geleceğin Ülkesi / Stephan Zweig / Çeviren: Hulki Demirel / Can Yayınları / 328 s.
Stefan Zweig’ı dünyada başka hiçbir ülke Brezilya kadar cezbetmemişti. Kozmopolit yazar İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, Avrupa kendini yok ederken bu ülkeye geldi ve doğal güzelliği, barışçıl yaşam tarzı, insanlarının hoşgörüsüyle büyülendi. Brezilya’yı her bakımdan Avrupa’nın karşı modeli olarak değerlendiren Zweig, dünyanın geleceğini burada görüyordu; Yaşamak için bu ülkeyi seçmişti, ölmek için de burayı seçecekti. İlk kez 1941 yılında Stockholm’de yayımlanan Brezilya, Stefan Zweig’ın bu ülkeye ilanı aşkı.
Kül Sesleri / Akın Olgun / Tekin Yayınevi / 168 s.
Elinizdeki kitap, Akın Olgun’un ikinci öykü denemesidir. Duyduğu, tanık olduğu, etkilendiği gerçek yaşam kesitlerini yeniden kurgulayarak öyküleştirmiştir. Öykülerinin hiçbiri için mekân, zaman ve yer belirtmemeye özen göstermiştir. Dünyanın herhangi bir yerinde, benzer yüzlerce, binlerce hikâyenin bir parçası olduğumuz duygusunu temel almış, dünyanın tüm ötekilerinin ve hikâyelerinin aslında hepimizden parçalar taşıdığı düşüncesine dikkat çekmek istemiştir. Olgun, Kül Sesleri’ni, “bütün acıların birbirine devrettiği bir fısıltı” olarak tarif ediyor ve ekliyor, “Hiç farkına varmasak da, acıların taşıdığı fısıltılar, tenimizin diken diken olduğu o anların içinde yaşamaktadır.”
Yaşasın Kadınlar - Türkiye'de Kadın Cinayetleri Gerçeği ve Çözüm Yolları / Gülsüm Kav / Doğan Kitap / 184 s.
“Her
evin kapısında Ceren Özdemir, reddedilen her korunma başvurusunda
Ayşe Paşalı, her şarkıda Değer Deniz, her kuaförde Muhterem
Evcil, her sınavda Ceren Damar, her kedi sevgisinde Merve Kotan, her
plazada Şule Çet vardır. Her şehirde Özgecan adı verilmiş bir
yer, dünyanın ummadığınız bir yerinde 'Ölmek istemiyorum'
sözleriyle Emine Bulut ve en olmadık yerlerde karşınıza çıkan,
adlarını tek tek sayamayacağınız kadar çok öldürülen kadın
ve Mücadele eden binlercesi vardır.”
Yaşasın Kadınlar'da,
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Genel Temsilcisi
Gülsüm Kav, Türkiye’de kadın cinayetlerini ve çözüm
yollarını, kadınların ve adliye koridorlarında adalet arayan
ailelerin yanı başında sürdürdükleri mücadelenin deneyimi
ışığında anlatıyor. Özgür ve eşit bir dünya için özgür
ve eşit bir dünyada YAŞASIN KADINLAR!
Biricik Hikâye / Julian Barnes / Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu / Ayrıntı Yayınları / 240 s.
19 yaşındaki üniversite öğrencisi Paul Roberts, kendisinden yaşça hayli büyük ve yetişkin iki kız çocuk sahibi bir kadın olan Susan Macleod ile bir tenis kulübünde tanışır ve aralarında giderek derinleşen ve derinleştikçe de boyutları karmaşıklaşan bir aşk oluşur. Susan Macleod’un evliliği yaşamının bir noktasında donup kalmış sözde bir evliliktir ve ancak alkolün sağladığı geçici unutuşlarla hasıraltı edilebilmektedir. Paul Roberts ona bağlandıkça Susan Macleod’un alkolizminin bu aşkı temellerinden sarsmaya başladığını, hatta benliğinin gitgide daha fazla yara aldığını kavramaya başlar ve bir vazgeçiş noktasına gelir. İşte Biricik Hikâye tam da bu vazgeçişin öyküsüdür; anlatının estetik örgüsünü tümüyle, bu geri dönüşsüz vazgeçişin sorgulanması oluşturur. Paul Roberts tuttuğu güncesine hikâyesi boyunca çok çeşitli aşk tanımlarını kaydederken, hakikat ve aşk kavramlarının birbirlerinden ayrılamayacak kadar iç içe geçtiklerini de, altını ısrarla çizerek ekler: “Hakikat ve aşk, benim düsturum buydu. Onu seviyorum ve hakikati görüyorum.”
Julian Barnes son romanında, vazgeçişe ilişkin bir aşkı sorgularken, hikâyesini gerek benzersiz deneme yazarlığının sağladığı zengin anlam katmanlarıyla gerekse kendi yaşamından devşirdiği otobiyografik öğelerle zenginleştirip bize gerçek bir yazınsal haz sunuyor...
Maymun ve Yengeç Savaşları / Ryunosuke Akutağawa / Çeviren: Esmanur Yiğit, Esranur Yiğit / Japon Yayınları / 96 s.
Japon kısa öykülerinin babası olarak bilinen Ryunosuke Akutagawa, 1 Mart 1892 yılında Tokyo 'da dünyaya geldi. 1914 yılında "Yeni Düşünce Akımı" dergisinde ilk hikâyesi olan “İhtiyarlık” yayınlandı. Rashomon hikâyesiyle ünlenen Akutagawa Hana (Burun) hikayesiyle Natsume Soseki’den ilk övgüsünü aldı. Bu kitapta "Baba", "Şeftali Çocuk" ve "3 Hazine" gibi pek çok başarılı öykünün altına imza atan yazarın 21 kısa öyküsü sunuluyor.
Bazı İnsanlar Varlıklı Olsun Diye Neden Diğerleri Yoksul Olmak Zorunda? / Fidel Castro / Destek Yayınları / 96 s.
“Bir soyguncunun veya bir katilin yönetiminde, dürüst kişilerin yeri ya mezar ya hapistir...”
Küba Devrimi’nin lideri Fidel Castro, 20. yüzyıla damgasını vuran bir figür oldu. Uzun yıllar halkların eşitliği uğruna verdiği mücadele ve bu yoldaki adımları hep konuşuldu, zaman zaman eleştirildi. Devrimin simgesi olarak adeta ölümsüzleşti.
Fidel Castro halkın, işçi sınıfının ve ülkesi uğruna çalışan tüm emekçilerin yanında durdu. Bağımsız bir ülke hayali ile sosyalist bir yönetim kurdu. Dünya sahnesinde büyük bir güç olan ABD’yi karşısına alırken eğitim, sağlık ve mülkiyet alanındaki reformlarıyla Küba’yı baştan yarattı. Fidel Castro’nun devrim adımlarındaki vizyonu ve düşünceleri bugün hâlâ halklara, politikacılara ve tüm insanlığa ışık tutmaya ve bambaşka bir bakış açısı kazandırmaya devam ediyor.
Suç - Bir Ceza Avukatından Gerçek Hikâyeler / Ferdinand von Schirach / Çeviren: Itır Arda / Alfa Yayıncılık / 240 s.
“Jim Jarmush, Çin imparatoru hakkında bir film yapmaktansa köpeğiyle yürüyüşe çıkan bir adamın filmini yapmayı tercih ettiğini söylemişti bir keresinde. Benim durumum da tıpkı böyle. Ceza davaları hakkında yazıyorum, yedi yüzden fazla savunma yaptım. Ama aslında insan hakkında yazıyorum; onun başarısızlığa uğraması, suçluluğu ve ihtişamı hakkında…” Ceza avukatı Ferdinad von Schirach mesleği gereği, uç şeyler yapmış ve yaşamış sıradan insanlarla ilgileniyor. Suça bulaşıp çizginin öteki tarafına geçen suçsuz insanları savunuyor ve hikâyelerini yalınlıkla kaleme alıyor.
Salome / Orçun Zeren / A7 Kitap / 104 s.
Görünür bir düşmanla savaşmak kolaydır. Düşman görünmez olduğunda da savaşmak mümkündür. Peki ya düşman aklınızın içindeyse? Özgürlüğün ve düşünmenin hastalık sayıldığı bir toplumda ve çağda, özgürlük tutkusuyla parıldayan zihninde düşünceler beliren biri Salome. Yönetimin el birliğiyle ve zorla “mutlu etmek” istediği bir toplumu özgür ve “mutsuz” kılmak için mücadele ediyor. Aşka, mutluluğa ve umuda dair yüreklendirici olmayı hedefleyen Orçun Zeren; mutluluk histerisinin topluma dayatılması ve kitlesel mutluluk cinnetinin çaresiz dışavurumunu edebiyatın ve felsefenin kadim yurdunda dillendirerek duyumsanır kılıyor.
Kavuşursak Aşk Olur / Lale Tara / Oğlak Yayıncılık / 96 s.
İspanya'dan Tören Günü için gelecek haberi beklerken yazmaya başladığım novellanın karakterleri arasında dolaşıp duruyordum. Neden Onlar?Biraz tersine egzotik biraz geçmişe özlem biraz şimdi biraz gelecek merakı ama en çok da yolumun gece gündüz onlarla kesiştiği "an"lar için.Lale Tara bir yaşamın başka yaşamlarla denkleştiği "an"ları birleştirerek bir öykü anlatıyor.Daha önce Yağlıboya Babaanne adlı çalışmasını yayınladığımız Lale Tara'nın Kavuşursak Aşk Olur adlı bu romanını da okurlarımızın ilgiyle karşılayacağından eminiz.
Comandante’nin Son Günleri / Alberto Barreta Tyszka / Çeviren: Bengi De Sa Matos Paixao / Kafka Kitap / 216 s.
Emekli onkolog Miguel Sanabria, Chávez’e karşı ikircikli bir tutum içerisindedir. Ne eşi gibi azılı bir Chávez karşıtıdır ne de ağabeyi kadar ateşli bir Chávez taraftarı… Ama Comandante’nin sağlık durumunu aydınlatabilecek gizli video kayıtlarını saklamak ona düşmüştür. Gazeteci komşusu Fredy ise, Başkan üzerine bir kitap yazmak istemekte ancak bunun için, bir yolunu bulup Chávez’in tedavi gördüğü Küba’ya gitmesi gerekmektedir. Diğer yandan şehrin başka bir köşesinde dokuz yaşındaki María’nın nevrotik annesi, şehirdeki şiddet salgını karşısında gitgide daha da paranoyaklaşmaktadır. Hugo Chávez’in ölümü arifesindeki Venezuela toplumunu ve devletini odağına alan kitap, karizmatik bir liderin bir ülke için ne anlama gelebileceğine, yaşam - ölüm diyalektiğinin politik söylemi nasıl yönlendirebileceğine ve ideallerin hayata geçirildikten sonra ne gibi bedelleri olabileceğine dair derinlikli bir anlatı.
Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine Yazılar / Frantz Fanon / Çeviren: Kahraman Çayırlı / Sel Yayıncılık / 357 s.
Üçüncü Dünya'nın geliştirdiği kaygılardan başkaldırıyı, korkulardansa isyanı örgütleyen devrimci psikiyatrist Frantz Fanon'un daha önce yayımlanmamış metinlerinin bir araya getirildiği bu önemli derlemede, sömürgeci tahakküm ve onun payandası olan bilimsel yaklaşımlar hedef tahtasına oturtuluyor. Yabancılaşma ve Özgürlük Üzerine Yazılar'ın ilk bölümü olan Psikiyatri Yazıları'nda Fanon, sömürgeci unsurların tetiklediği yabancılaşma ve bu yabancılaşmanın akıl hastalıklarıyla ilişkisi üzerine yeni ve çarpıcı bir bakış açısı geliştirip, Avrupa gerçekliğini esas alan tedavilerin sömürgeci kodlarını teşhir etmeye girişiyor. Cezayir Bağımsızlık Savaşı'yla birlikte Ulusal Kurt uluş Cephesi saflarına katılan ve El Moudjahid gazetesinde yazmaya başlayan Fanon'un Siyasi Yazılar'ından müteşekkil ikinci bölümdeyse, hem savaşın geçirdiği evrim ve artık önlenemez bir güç olarak sokaklara taşan özgürlük istenci hem de bu devrimci mücadele uğrunda kaybedilenlerin hikâyeleri gözler önüne seriliyor.
Fanon, emperyalist ablukanın hem fiziksel hem de zihinsel duvarlarına savaş açıyor; sömürgeci gelenek alaşağı edilene dek meydanlara, sokaklara, hayata karışan yeni direniş mekanizmalarının canlandırılması adına kalemini silaha dönüştürüyor.
Eros'un Istırabı / Byul-Chul Han / Çeviren: Şeyda Öztürk / Metis Yayınları / 64 s.
Düşünme ancak Eros'la artırılabilir. Düşünebilmek için bir dost, bir âşık olmuş olmak gerekir. Eros olmadan düşünce bütün canlılığını, bütün huzursuzluğunu kaybederek tekrara düşer, gerici bir hal alır. Eros Başka'ya duyulan arzuyla düşünceyi cesaretlendirir. Narsisizm, sanılanın aksine, kendini sevmek değildir. Kendini seven özne, Başka'yla arasına kendi lehine işleyen negatif bir sınırlama getirir. Oysa narsisist özne sınırlarını net bir şekilde belirleyemez; kendisiyle Başka arasındaki sınırı bulanıklaştırır. Dünya narsisiste sadece kendi anıştırmalarının gölgesinde görünür. Başkayı başkalığı içinde tanıma ve bu başkalığı teslim etme becerisi yoktur. Sadece kendini bir şekilde yeniden tanıyabildiği yerlerde anlam bulabilecektir. Aynı'nın Cehennemi'nden ancak arzuladığım ve beni büyüleyen bir Başka sayesinde, dostla, sevgiliyle, aşkla çıkabilirim.
101 Anekdotta Felsefe Tarihinde Yolculuk / Nicholas Rescher / Çeviren: Abdullah Yılmaz / VakıfBank Kültür Yayınları / 368 s.
Nicholas Rescher kitabında, antik çağlardan günümüze uzanan kapsamlı bir felsefi anekdotlar seçkisi sunuyor. Kitaptaki anekdotlar filozofların felsefi meseleleri ele alışlarına yön veren ilginç öykülerden bahsederek okuru felsefe tarihinin önde gelen düşünürleri, metinleri ve tarihi dönemleriyle tanıştırıyor.
Gerçek, bilgi, değer, eylem ve etik sorunları etrafında şekillenen yüz bir kısa bölümden oluşan kitap, mantıktan epistemolojiye, etikten metafiziğe, geniş bir yelpazedeki temalara çok renkli, eğlenceli ve öğretici bilgilerle yaklaşıyor.
Rescher’in çalışması, Herakleitos’un nehrinden Ömer Hayyam’ın parmağına, Spinoza’nın solucanından Kant’ın “kendinde şey”ine ya da Arşimet’in kaldıracından Wittgenstein’ın süngüsüne varıncaya dek pek çok ilginç anekdotla felsefeye giriş yapmayı mümkün kılıyor.
101 Anekdotta Felsefe Tarihinde Yolculuk, tarih boyunca filozofların kendi alanlarındaki sorunları görme biçimlerini ve anekdotların felsefi düşünceyi teşvik etmek için nasıl kullanılabileceğini gösteren bir felsefe tarihi okuması...
Uzağa Gidemem / Meral Saklıyan / Everest Yayınları / 120 s.
Uzağa Gidemem, delirmenin hep eşiğinde ama gerçekliğe de sıkı sıkıya bağlı; en insani şeylerle dahi hesaplaşarak, onları kurcalayarak ve gözü karalıktan ödün vermeyerek bağlanan bir öyküler toplamı. Meral Saklıyan’ın öyküleri tüm ihtişamıyla ilerleyen yaşamların bazen orta yerinde bazense sonunda, zihnimizde devam eden kurgulara yaslıyor başını. Yapılan planların, yaşanan hayatların, önümüzde duran gerçeklerin, hesapta olmayan sürprizlerin, bilerek ya da bilmeyerek başımıza gelen gerçeklerin; ister kader denilsin ister tesadüf, bizi aslında özümüze sürüklediğini vurguluyor.
Diktatörün Gözlükleri / Murat Erdin / Pan Yayıncılık / 184 s.
Yazın dünyasındaki isimlerden pek çoğu meslek hayatlarına gazetecilik yaparak başlamışlar, gündemin sığ sularından edebiyatın derin sularına kulaç atmaya başlarken; yıllar sonra yaratacakları karakterlerin, derinlikli yazıların temelini atmışlardır. Özellikle deneme yazarları kendi yazılarını çatarken hayatın getirdiklerinden ve kıyıda köşede kalmış detaylardan yararlanmayı çok severler. Eduardo Galeano’nun Uruguay’da başlayan ve tüm dünyayı saran ayak izlerini takip eden Murat Erdin de o yazarlardan biri. Diktatörün Gözlükleri adlı kitabı Erdin’in üçüncü deneme kitabı ve olağanüstü detaylardan, olaylardan, insanlardan ve metinlerden oluşuyor.
Kafka'dan Kafka'ya / Maurice Blanchot / Çeviren: Serdar Rifat Kırkoğlu / Monokl Kitap / 240 s.
Monokl’un kırmızı serisinde Maurice Blanchot, Kafka’yı hiç görülmedik bir halde okurunun karşısına çıkarıyor.
“Yazmak gececil şeydir; kendini karanlık güçlere bırakmak demektir, aşağıdaki bölgelere inmek, kendini saf olmayan kucaklaşmalara teslim etmektir. Bütün bu ifadeler Kafka için dolaysız bir hakikati barındırır.
Karanlık büyülenmeyi, arzunun iç karartıcı parıltısını, her şeyin radikal ölümle son bulduğu geceleyin zincirlerinden boşanan şeyin tutkusunu çağrıştırır. Peki, aşağının güçleriyle neyi anlar Kafka? Bunu bilmiyoruz.
Ama git gide, canlı şeylere susamış ve her türlü hakikati güçten düşürmeye muktedir olarak, sözcükleri ve hayaletimsi bir gerçekliğin yaklaşmasıyla sözcüklerin kullanımını birbirine bağlayacaktır.
İşte bu yüzden son yıl arkadaşlarına yazmayı dahi neredeyse bırakacak ve özellikle de kendinden söz etmeyecektir:
’Doğru, hiçbir şey yazmıyorum ama gizleyecek bir şeyim olduğundan değil. Her şeyden önce, bunu kendime son yıllarda stratejik nedenlerle bir yasa bellediğim için, sözcüklerime de mektuplarıma da güvenmiyorum; kalbimi pekâlâ insanlarla paylaşmayı istiyorum ama sözcüklerle oynayan ve onu dilleri sarkık, mektupları okuyan hayaletlerle paylaşmak istemiyorum.’
Dolayısıyla sonucun kesin bir şekilde şu olması gerekirdi: artık yazmamak. Oysa sonuç bambaşkadır: ’Benim için yazmak en zorunlu ve en önemli şeydir.’
Ve Kafka, bizlere bu zorunluluğun nedenlerini göstermekten, hatta onları farklı mektuplarında yinelemekten geri kalmadı: eğer yazmayacak olursa delirecekti. Yazmak deliliktir, onun deliliğidir ama bu delilik onun aklıdır…
Kendinden kaçmayı isteyerek kendi saplantısına daha da batan kör uyanıklığıyla edebiyat; eğer varoluş varoluştan çıkma olanaksızlığıysa, varlık her zaman varlığa geri itilen şeyse, dipsiz derinlikte olan şey çokta dipteyse, hâlâ uçurumun temeli olan uçurumsa, kendisine karşı çarenin olmadığı çareyse, varoluş saplantısının tek tercümesidir.” Maurice Blanchot
Yalan Yanlış Hayatlar / Altay Öktem / Doğan Kitap / 248 s.
Bekir, ekmek almak için çıktığı eve iki yıl sonra döndü... Ölenin arkasından iyi konuşulmadığı, kalanın esamesinin okunmadığı zamanlardı... Kazım’ın tabancası, Bekir’i öldüren mangal şişi, Sacit’in bilekliği, Cavidan’ın pembe fuları, Tonguç’un mavi tulumu, Çağatay’ın takkesi, Muzaffer’in Samsun paketi, Mevlüt’ün kibrit kutusu, Mahmut’un süpürgesi şahitti her şeye... Bir de 84 model kız gibi Şahin... Yalan yanlış yaşanan hayatların sonu mu gelmişti, yoksa yeniden, en baştan yaşanmaya mı başlıyordu her şey, belli değildi. Zaten, bu işler asla belli olmazdı, kimse ne başını bilebilirdi ne de sonunu...
Bay Piekielny Adında Biri / François Henri Desirable / Çeviren: Aylin Yeğin / Can Yayınları / 240 s.
Kendi hayat hikâyesini kaleme aldığı Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı’da Romain Gary, komşusu Bay Piekielny’ye küçükken verdiği bir sözden bahseder: Gelecekte, bu dünyanın ileri gelenleriyle tanıştığında, “Wilno’da, Büyük Pohulanka Sokağı 16 numarada, Bay Piekielny adında biri yaşardı,” diyecektir.
Verdiği bu sözü Romain Gary unutmayacaktır. Annesinin kehanetlerinin izinde ve ötesinde tek bir hayata birden fazla hayatı sığdırmayı başardığında, her fırsatta, “Bay Piekielny adında biri yaşardı,” diye biten bu cümleyi tekrar eder.
Romain Gary’yi nasıl tanıtmalı? Yazar, diplomat, savaş uçağı pilotu, yönetmen; sinema dünyasının ikonik yüzü, kısa saçlı güzel Jean Seberg’in eşi; aynı kişiye birden fazla kez verilmeyen prestijli edebiyat ödülü Goncourt’u bir kez kendi adıyla bir kez de Émile Ajar mahlasıyla olmak üzere iki sefer almayı başaran Fransız.
Romain Gary’nin ölümünden yıllar sonra, Vilnius’ta kaybolan yazar François-Henri Désérable, tesadüfen Romain Gary’nin çocukken yaşadığı evin önünde bulur kendini. Gary’nin Bay Piekielny’ye verdiği sözü hatırlar ve şu sorular zihnini meşgul etmeye başlar: Bay Piekielny adında biri gerçekten yaşadı mı?
Romain Gary, söylediği gibi, Kennedy’ye, de Gaulle’e, Kraliçe Elizabeth’e ve daha pek çok kişiye bu meşhur cümleyi söyledi mi?
Asıl olanın peşine düşen yazar, gerçekle hayalin iç içe geçtiği bu romanda hangisinin nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir hikâyenin ve sıra dışı yaşamların kapılarını aralar.
Karşı Penceredeki Kadın / Selda Terek / Destek Yayınları / 344 s.
Terk edildiler!
“Arzulanan” değil “katlanılan” olduklarını kabullenmeleri zaman aldı.
Her şey yolunda olmasa da “sevgi” var sanıyorlardı.
Ve sevgi her şeyin üstesinden gelir... Böyle biliyorlardı.
Ezberleri bozuldu. Acılarıyla baş edemediler. Bocaladılar.
Değersizlik hissi yaşamdan tat alamaz hale getirdi onları, kendilerine olan güvenleri tükendi.
Yanlışlar yaptılar. Yardım istediler.
Ve bir gün:
KARŞI PENCEREDEKİ KADIN felsefesi ile tanıştılar.
Selda Terek’in kaleme aldığı kitap bir kadının, bir erkek uğruna başladığı yolculukta içindeki gerçek ve sağlam kadını bulmasının öyküsü...
Uygarlığın Ayak İzleri - Sanat Dehaları / Celil Sadık / Epsilon Yayınevi / 224 s.
Celil Sadık; romansı ve yalın dille kaleme aldığı kitabında, uygarlığı biçimlendiren sanatçılar ve eserlerinin öykülerini bir gizem avına dönüştürüyor. Leonardo, Michelangelo, Caravaggio ve Bernini üzerinde durduğu bu ilk ciltte uygarlık tarihinin ikonik isimleri üzerinden yapılan okumada; Polisiye kurgunun matematiğiyle sanat tarihinin gizemlerini buluşturarak, sanatçıların hayatından en az bilinenleri aktarıyor. Yanı sıra eserlerinde saklı sırları deşifre ediyor.
Geçmişi Bırakmak / Jenny Eclair / Çeviren: Eylül Erten / Altın Kitaplar / 416 s.
Edwina Spinner’a elli yılı aşkın bir süredir içinde yaşamakta olduğu ev fazla büyük ve kasvetli gelmektedir. Sevgi ve mutluluk dolu anların, beklenmedik karanlık sırların ve trajedilerin yaşandığı bu evde Edwina artık yapayalnızdır. Yaşlı kadın evi satmak ve uzun bir yolculuğa çıkmak istediği için bir emlakçıyla anlaşır. Genç emlakçı evi gezerken, Edwina ile sohbeti sırasında geçmişe doğru bir yolculuğa çıkar. Ama aklını kurcalayan sorular vardır. Nasıl olur da böyle bir kadın yapayalnız kalır? Ve yıllar önce kadının ailesine ne olmuştur?
Gökyüzü Özlemi / S. E. Durrant / Çeviren: Göksun Bayraktar / Bilgi Yayınevi / 204 s.
Ira’yla Zac hayatları boyunca koruyucu aileden koruyucu aileye sürüklenmiştir. Geçmişlerine dair sahip oldukları tek şey siyah bir köpeğin eski püskü, bulanık bir fotoğrafıdır. Derken Londra’da bir yetimhane olan Skilly Yurdu’na taşınırlar. Burada dostlar edinir, onları kaybeder ve hayatlarının başlamasını beklerler. Günün birinde... Başlarlar... Gökyüzü Özlemi; S. E. Durrant’ın yetkin kaleminden, gri, soğuk bir dünyada yollarını bulmaya çalışan iki çocuğun ve gökyüzü mavileştiğinde neler olduğunun soluksuz öyküsü.
İstanbul'un Karanlığında / Orkide Ünsür, Zeynep Çolakoğlu / Karakarga Yayınları / 184 s.
Zeynep Çolakoğlu ve Orkide Ünsür’den İstanbul’un karanlığında geçen, şehrin akıl almaz sırlarına doğru yol alan gotik öyküler okurları İstanbul’un hiç bilmediğiniz gizemlerine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor. İstanbul’un Karanlığında psikolojik gerilim, gotik, fantastik ve gizem türlerinin iç içe geçtiği altı öyküyü bir araya getiriyor. Huzursuz hayaletler, gizemli heykeller, garip komşular, çözülmesi gereken sırlar hepsi bu altı öyküde bir araya gelerek okuru varlığından haberdar bile olmadığı dünyalara bir gezintiye çıkarıyor.
Kasiyer / Sayaka Murata / Çeviren: H. Can Erkin / Turkuvaz Kitap / 126 s.
Otuz altı yaşındaki Keiko Furukura, bir süpermarkette on sekiz yıldır kasiyerlik yapıyor. Kurallar basit: İşe zamanında geliyor, ürünleri raflara yerleştiriyor, müşterilere güler yüz gösteriyor. Müdürler değişiyor, çalışanlar değişiyor ama Keiko kasiyerliğe devam ediyor. Düzgün bir iş bulmasını, evlenmesini öğütleyenlerin sözüne kulak asmıyor. Derken bir gün... Yazarlığın yanı sıra yarı zamanlı kasiyerlik yapan Sayaka Murata, Kasiyer’de aile, iş yeri, evlilik gibi kurumları sorgularken, yarattığı karakter üzerinden topluma tek bir soru yöneltiyor: “Başka bir arzunuz?”
Tiksinti / Horacio Castellanos Moya / Çeviren: Süleyman Doğru / Notos Kitap / 104 s.
“Cahil halkların birincil ve başlıca özelliğidir bu, kendi çöplüklerini dünyanın en iyi yeri kabul ederler.”
Sanat tarihi profesörü Edgardo Vega on sekiz yıllık sürgünün ardından, annesinin cenazesi için Kanada’dan ülkesi El Salvador’a dönmek zorunda kalır. Zamanında ülkesinden iğrenerek kaçmıştır ama şimdi kâbusuyla yüzleşmek zorundadır. El Salvador’daki tek arkadaşı olan Moya adlı yazarla bir barda buluşarak pislik yuvası dediği o ülkede ne var ne yoksa kesintisiz bir monologda yerin dibine sokar: politikacıların yozlaşmışlığı, askerlerin cani katliamları, halkın zevksizliği ve aptallığı, çürümüş eğitim sistemi, mide bulandırıcı El Salvador birası ve yemekleri – tiksintiye müstahak daha nice şey... El Salvadorlu sürgün yazar Horacio Castellanos Moya’dan hakaret virtüözü Thomas Bernhard üslubunda bir öfke konçertosu. “Tiksinti elbette ki sadece bir hesap kapatmadan ya da bir yazarın ahlaki ve politik ortam karşısındaki derin ümitsizliğinin ifadesinden ibaret değil, aynı zamanda bir üslup alıştırması, Castellanos Moya’nın Bernhard’ın kimi eserlerine yönelik parodisi ve insanı gülmekten öldüren bir roman.”
Kurdun Postu / Batuhan Aşıktoprak / Varlık Yayınları / 96 s.
“Dikildiğim yere bir türlü güvenemiyordum. Kuşlar susmuştu. Gerimde ansızın, yükünü taşıyamayan bir dal kırılıyor, ben bunu her seferinde sırtımın en güzel yerini seçmeye çalışan bir kurdun varlığına yoruyordum. Tüfeğimin üstünde kar birikiyordu, birkaç uzun nefesle temizliyordum. Kulaklarımda yalnızca kendi soluk sesim kalınca, aceleyle kara daldırdığım sol ayağımı hayvanın uzandığı yere doğru savurdum ve artık daha az inatçı o ince, yarı ölü sesi uyandırmayı bildim. Kurda doğru iki adım attım, en gönüllü halimle değil ama, hatta iki adım ne kadar atılmak istenmezse öyle.” Batuhan Aşıktoprak, 2019 Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’ne değer görülen kitabında, betimlemeleriyle günlük hayatın tekinsiz yüzünü serinkanlılıkla ortaya çıkarıyor ve katı, gerçekçi bir dille aktarıyor.
Aşk Ağustosta Güzeldi / Berna Kuleli / Bellade Yayıncılık / 96 s.
“Sana rengârenk, çeşit çeşit çiçekler sunmak isterdim. Ellerin, kolların çiçek sepetleriyle dolsaydı; parklarında şapkalı kadınlar dolaşsaydı. Nefesin kesilmeseydi, iç çekişlerin çoğalmasaydı. Yazın sıcağında Maslak tepelerinden esen rüzgârla serinleseydin. Tül gibi incecik elbiseleriyle kadınlar seyran etselerdi sokaklarında. Yapamadık, koruyamadık seni. Gitmeseydim, gitmeseydik, başka olur muydu her şey, bilemiyorum. Ne oralı olabildim ne de buralı... Bu muydu onu benden uzaklaştıran yoksa ben mi ona hiç yakın olamamıştım?” İstanbul’dan Yunanistan’a uzanan, Melek ile Manolis’in aşk hikâyesi... Berna Kuleli’nin bu ilk romanında Melek’in İstanbul’a içini dökmesine de tanık olacaksınız. Özlenen, değişen ancak her daim görkemli İstanbul’a...
Çinçin Hikâyeleri / Adnan Türkoğlu / Klaros Yayınları / 90 s.
"Bu kitapta yer alan Zagor Ali, Çiko Mendez, Borubacak Yüksel, Muco, Şişeci Kubar, Hamo Hamit, Muskalı Zip, Cigavuz gibi şahsiyetler gerçek hayattan alınmıştır. Kahramanlarımızın hikâyeleri Çinçin Bağları, Yenidoğan, Hıdırlıktepe ve Atıfbey'de geçmektedir. Nasıl Fransızca dili müzik yapmak için elverişli bir dilse "gecekondu argosu da" için şiir öyledir. O sokaklarda konuşulan dilde müzik; yürüyüşteki endamda dans vardı. Coşku vardı. Dünya yüzündeki tüm gecekondulara ve o muhteşem mozaiği oluşturan rengarenk gecekondululara bin selâm olsun." Adnan Türkoğlu.
“Edebiyatımızda gecekondu gerçeği yeterince ele alınmadı. Olaya içeriden bakan yazar sayısı ise yok denecek kadar az. Adnan Türkoğlu, “Çinçin Hikâyeleri”’nde Ankara’nın ünlü Çinçin Bağları, Yenidoğan, Altındağ gibi gecekondu semtlerinin 70’li yıllarından çarpıcı kesitler sunuyor. Yaşanmışlığı, yaşamın gerçeğini kurguya dönüştürürken kullandığı dil son derece özgün ve yaratıcı. Öykülerindeki içtenlik yazarın mekânlara, kişilere, olay ve durumlara içerden bakışından kaynaklanıyor. Okurken, geniş kadrolu bir müzikal izliyormuş duygusuna kapıldım. Böylesine keskin ve duyarlı gözü, kendi sesiyle bütünleşmiş güçlü bir kalemi tanımaktan çok mutlu oldum.” Cemil Kavukçu
Susma - Tanıklar ve Uzmanlarla Kadına Yönelik Şiddet / Nuray Karadeniz / A7 Kitap / 296 s.
Tarih boyunca varlığını sürdürmüş olan şiddet bireysel bir sorundan ziyade çok katmanlı / çok boyutlu ve karmaşık bir toplumsal sorun. Dolayısıyla çözümüne de bu düzlemde bakmak gerekli. Toplumsal bir sorun olarak kadına yönelik şiddet konuya müdahil olan herkesin ve her dinamiğin hesaba katılarak çözüm üretmesiyle ortadan kalkabilir.
Bu kitap Türkiye'de yaşanan şiddetin boyutlarını serimleyen aynı zamanda şiddetin bütün biçimleriyle hedef aldığı bireylerin (daha çok kadınlar ve çocuklar) hayat hikâyelerinin de yer aldığı özenli bir çalışma.
Nuray Karadeniz tüm tarafların hikâyelerini görüşlerini ve akademik camianın bu olguyu anlamaya dönük katkılarını özgün bir bağlamda bir araya getirerek kadına yönelik erkek şiddeti konusundaki tartışmalara yeni bir yön ve perspektif sunuyor.
Yaşamı farklı biçimlerde örseleyen bu olgunun tüm faillerini/aktörlerini dinleyen gözleyen tanıklıkları ortaya çıkaran bir çabanın ürünü olan Susma, yakın dönemde yaşanan ve toplumu sarsan gerçek olayları da tanıkların ağzından dolayımsız anlatan yetkin bir çalışma.
Nein! Hitlerin Muhalifleri (1935-1944) / Paddy Ashdown / Çeviren: / İndie Kitap / 528 s.
Hitler gibi bir diktatör nasıl bu kadar güçlendi? Etrafında hiç mi aklıselim sahibi insanlar yoktu? Onu durdurmayı geçtik, en azından uyaracak, yaptığı hatalara dikkat çekecek kimse yok muydu? Ya Alman halkı? Nasıl böyle bir gaddara yıldan yıla artan bir şekilde oy verebildiler? Yıllarca yan yana yaşadıkları Yahudilere günden güne artan şiddetlerle zulmedilirken hiç mi vicdanları sızlamadı? Ya gazeteciler, bilim ve iş insanları? Nasıl suspus kalabildiler, seslerini niye çıkarmadılar? Peki uluslararası camia? Gözlerine âdeta soka soka yükselen bu diktatörlüğe karşı yaptırım vs. uygulamak şöyle dursun, Polonya’ya girene kadar yaptıklarını neredeyse görmezden geldiler?
Paddy Ashdown, bu soruların çoğunluğuna cevap aramak üzere yola çıkmış. Dikkatini ise özellikle ordudaki Hitler karşıtı hareketlere yoğunlaştırmış. Ta 1935’lerden itibaren ordu içinde Hitler’i, önce “yatıştırıp” çılgınca şeyler yapmasının önüne geçmek, sonra, savaşla birlikte ya darbe ya da suikastla etkisiz hale getirmek üzere bir araya gelen “yüksek rütbeli” subayları tek tek araştırmış.
Nein: Hitler’in Muhalifleri, bütün bu planların arkasındaki insanların sonu trajediyle biten hikâyelerini sürükleyici bir dil ve geniş bir kaynakça serimliyor.