Virginia’yı hatırlarken yeni nesil feminist tavsiyeler

“Kurmaca yazmak isteyen bir kadının kendine ait bir odası ve parası olmalıdır.”

Deniz Özturhan

Virginia Woolf, 1928 yılında Cambridge Üniversitesi’ne kabul edilen ilk kadın öğrencilerin karşısına çıktığında, onlara bu tavsiyeyi veriyor. Derslerini topladığı kitabı “Kendine Ait Bir Oda” feminist tartışmaların temel denemelerinden biri kabul ediledursun, ben de yazma heveslisi bir kadın olarak bu dersi hayatıma uyarlamak istiyorum. Kendime ait bir odam değil, evim var. Gerçi çalışma masası yine salonun ortasında ama olsun, bu noktaya gönül rahatlığı ile bir ‘çek’ işareti koyabilirim. Sonra, işin para kısmı geliyor. Woolf’un bahsettiği paranın yıllık 5 bin pound olduğunu ve bu miktarın günümüz enflasyonuyla 75 bin pounda denk geldiğini öğreniyorum. Merhaba gerçeğin soğuk yüzü! Türk lirasına çevirmek istemediğim bu miktarı, TL’ye sadece uyarlayarak “Yıllık 75 bin tele de kazanırım alimallah…” diyorum (inş cnm). Peki ya sonra?

Shakespeare’in bedbaht bacısı

Woolf, kadınların yaratma süreçlerine tarihsel olarak bakmak istediğinde, hayali bir karakterden, Shakespeare’in eserlerini yazdığı rivayet olunan kızkardeşinden yararlanmış. Daha sonraları bir Smiths şarkısına adını verecek Shakespeare’nin kız kardeşi, Woolf’un hikayesinde en az ağabeyi kadar yetenekli ve o da oyun yazmak istiyor. Fakat kadın olduğu için o dönemde ne yeterli eğitimi alabiliyor, ne de ufkunu açacak insanlarla iletişime geçebiliyor. Kitap okumak istediğinde kendisine yamanması gereken çorapların hatırlatıldığı baba ocağından, tıpkı ağabeyi gibi kaçıyor, kaçmasına. Ama kapısında yatmasına rağmen Kraliyet Tiyatrosu’nda o dönem bir kadının çalışması imkansız. Velhasıl Shakespeare’in yetenekli bacısı bolca engelleme, ahlaki yaftalama ve hakarete maruz kalıyor. Yetmiyor, bir tiyatro oyuncusundan bebeği oluyor. Ve hikayenin sonunda, hiçbir zaman ağabeyi kadar iyi eserler yazamadan intihar ediyor. Bu örnek üzerinden Woolf, Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins’te (kendisinden 20 yıl sonra) ulaşacağı temel önermeye varıyor. “Kadınların tarih boyunca bir Shakespeare çıkartamamış olmasının nedeni, onların akıl ve yetenek eksiklikleri değil, mevcut kadın Shakespeare’lerin asla bunu gösterecek fırsatı bulamamış olmasıdır.” Bu açıklamadan sonra ise Woolf’un hodri meydan dediğini ve “Kadınlara birkaç yüzyıl, kendilerine ait bir oda ve akıllarından geçenin yarısını söyleyebeilecekeri özgürlük verin, bakın o zaman ne kitaplar yazılacak.” diye eklediğini görüyoruz.

O odadan 87 yıl sonra

Kendine Ait Bir Oda’nın yazılmasının üzerinden 87, 28 Mart’ta yaşamına tıpkı Shakespeare’nin hayali kız kardeşi gibi son veren Virgina Woolf’un ölümün üzerindense tam tamına 75 sene geçti. Bu süre zarfında kadınlar dünyanın pek çok yerinde eğitim ve çalışma özgürlüklerini elde ettiler, kendilerine ait odalarına ve paralarına kavuştular. Dünyaca tanınmış kurmaca yazarları kadar, bilim insanları, müzisyenler, dansçılar, sporcular olarak tarihe nihayet isimlerini bırakabildiler. Öte yandan bizimki gibi biraz kendiliğinden, biraz dayatmadan muhafazakar toplumlarda, hâla kadın olarak yaratmak şöyle dursun, var olmak bile mesele. Peki şu gün, karşımızda bir grup genç ve kadın, üstelik bu topraklarda üretmek isteyen sanatçı adayı otursa, onlara ne gibi tavsiyeler verebiliriz? Belki haddim değil ama şöyle şeyler geliyor aklıma…

Kendinize ait o odadan çıkın:

Kadın erkek eşitliğine inanılmaksızın yönetilen bir toplumda yaşıyoruz. Bu bizi, güvenli bulduğumuz ve yıpranmadığımız yerlede kalmaya zorluyor. Halbuki tek başına var olmak, sokağı, evin dışını, kadına çok da uygun bulunmayan her bir yeri deneyimlemek sadece hakkımız değil, sorumluluğumuz da. Hülasa yaratıcı bir kadının, hayatı ve sokağı deneyimlemesi gerek.

Evi de bok götürmesin:

Feministlerin “Bırak evi bok götürsün” sloganı, nereden baksan ev işi tabir edilen sorumluluklar bütününü, yine kadına mal ediyor. Bunu yaparken o sorumlulukları biraz küçümsüyor gibi de geliyor bana. Halbuki içinde yemek pişen, belli hijyen değerine sahip ortamda yaşamak tüm yetişkinlerin ortak kullandığı bir yaşam standardı. İş bu sebeple, sloganı yavaş yavaş “Bırak yemeği de o yapsın!”, “Bırak yerleri de o silsin!” şekline çevirmek, erkekleri bunun doğal olduğuna ikna etmek için bir başlangış olabilir. Sevgili annelerimiz de aslan parçası oğluşlarına, en azından hayatta kalacak kadar yemek ve ev işi terbiyesi verebilirler.

Çocuk & kariyer tuzağı:

Bir kadın olarak varlığınızı meşru kılmak için hem çocuk, hem de kariyer yapmak mecburiyetinde değilsiniz elbet. Fakat isterseniz her ikisini de yapabilmelisiniz. Bakınız modern toplumlar, çocuk bakımını eşler arasında paylaştırmayı en azından deniyorlar. Bu vesileyle çocuk bakan babaların da sosyal hakları gündeme geliyor. Yani yaratıcı kadınlara “Sakın çocuk yapmayın, yoksa asla başarılı olamazsınız” demek yerine (ben de daha önce blogumda verdiğim bu tavsiyeyi geri alıyorum), belki de baba adaylarına “Bakacaksanız çocuk yapın!” önerisi yapmak niye olmasın? Woolf’unki kadar havalı olmayacak ama şöyle toparlayacağım: “Eşitlik bilincini hayatın basit alanlarında uygulamaya sokunuz ve birbirimize tavsiyeler vermek yerine, biraz da erkekleri bu tavsiyelerden haberdar ediniz.” İtiraf etmek gerekirse, ben de henüz bir erkeğe düzenli yer sildirtmeyi başarabilmiş değilim. Şimdilik sadece bulaşık makinasının boşaltılması ve imla hatalarımın düzeltilmesine ortak edebiliyorum. Ama umudum var. Çünkü herkes için eşitlik mümkün.