Uyuyan dev uyandı (17.11.2013)

Gezi’de sokağa çıkan ve ebedi rekabeti bir yana bırakıp ‘İstanbul United’ı oluşturan taraftar grupları, sesini hükümete karşı yükseltiyor.

Murat İnceoğlu / Cumhuriyet

Taraftar gruplarının çeşitli tezahürat rekorlarına tanıklık eden stadyumlardan bir süredir farklı sesler yükseliyor. Gezi protestoları sırasında sokağa çıkan, ebedi rekabeti bir yana bırakıp, ‘İstanbul United’ı oluşturan taraftar grupları, şimdilerde sesini hükümete karşı yükseltiyor. Taraftarın tepkisini yasa ve polisiye önlemlerle kontrol altın almaya çalışan siyasi iktidar bir yandan da kendi taraftar gruplarını ortaya çıkartıyor. Uzmanlar ise, tribünlerden yükselen bu sesin doğru okunmamasının sakıncalarına dikkat çekiyor. Tribünler siyasal söylemlerle yeni tanışmıyor. İşaret parmağı ile orta parmağı yukarı kaldırıp, diğer parmakları önde birleştirerek yapılan Bozkurt işareti, tribünlerde boy göstermesinin ardından popüler hale gelmişti. Bir süre sonra ise tribünlerden “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları yükselmeye başladı. Hatta Diyarbakırspor çıktığı birçok karşılaşmada, PKK aleyhine atılan sloganların hedefi haline getirildi. Atılan sloganlar, siyasi iktidarların ortaya koyduğu egemen politikalara destek verdiği sürece destek de gördü. En azından kimse önlem almayı düşünmedi. Tanıl Bora, Evrensel Kültür Dergisi’nde yayımlanan yazısında bu duruma “Ancak muhalif, sol sloganlar işitildiğinde veya sözgelimi nükleer enerji karşıtı bir pankart açılacak olduğunda, tribüne döner bıçağı sokmuş muamelesi yapılır insanlara. Futbol, tribünler-politika ilişkisi tartışıldığında, evvela bu riyakârlığa dikkat çekmeliyiz” diyerek dikkat çekiyor. Hacettepe Üniversitesi, Sporda Toplumsal Araştırmalar Grubu üyesi Doç. Dr. Nefise Bulgu, spor-siyaset ilikisini tarihsel boyutu ile alıyor. Bulgu, ilişkiyi “Sporun tarihsel gelişimini incelediğimizde, yöneticilerin elinde onun bir iktidar aracı olarak kullanıldığını biliyoruz. Bu, ister savaş isterseniz gündelik sorunların örtülmesi amacıyla olsun. Roma İmparatorluğu’nda arenalardaki gösterilerin bir yanıyla halkın yoksulluk ve sorunlarından uzaklaşma amacıyla düzenlenmesi ekmek ve sirk kavramını karşımıza çıkarır. Diğer yanı ise yönetimin güç gösterisidir. İktidarlar halkın gözünde spordaki üstünlükleriyle hem saygınlık ve hem de güç kazanırlardı” sözleri ile ortaya koyuyor. Taraftar grubu Çarşı’nın, tribünlerde açtığı, sosyal ve siyasal içerikli pankartlar, Grup Yorum konserlerinde hediye edilen formalar, herkesin aşina olduğu görüntülerdi. Ardından, 1 Mayıs kutlamalarına ve çeşitli toplumsal gösterilere takımlarının formaları ile gelenler görülmeye başladı. Ancak Gezi protestoları sırasında önce Çarşı’nın ardından diğer taraftar gruplarının polis barikatlarına karşı sokakta yerini alması kimsenin beklediği bir durum değildi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi, Spor Sosyoloğu Doç. Dr. Ahmet Talimciler, yaşanan durumu “Futbolun insanları depolitize ettiği yönünde bir görüş var, insanları depolitize etmek için bir çok araç var, bunlardan biri de futbol olabilir. Ama aynı zamanda geniş kitleleri bir araya getirme gibi bir özelliği var. Bizde ne sağcıyım ne solcuyum futbolcuyum gibi bir bakış vardı. Hepimizin nasılbir dünyaya bakışı, ideolojisi varsa elbette taraftarların da var. Olay taraftarları da rahatsız eden bir boyut kazandığında onlar da müdahale edip dile getirmeye başladılar” sözleri ile açıklıyor.

Tribün mühendisliğine soyunan AKP, meşin yuvarlağı kendisi siyasallaştırıyor

Futbolda şike soruşturması ve Türkiye Futbol Federasyonu seçimleri ile elini spora sokan AKP hükümeti kulüpler ile birlikte geniş taraftar desteğini de karşısına almış oldu. Gezi olayları sonrasında daha görünür hale gelen tepkilerin ardından ilk olarak AKP’nin Kazlıçeşme mitinginde, Çarşı grubu pankartı açıldı. Ardından ortaya ‘Çarşı 1453’ adlı bir grup çıktı. Grup üyelerinin sahaya girmesi nedeniyle gelen cezanın asıl mağduru ise Beşiktaş oldu. Taraftar gruplarına yönelik polisiye uygulamaların iktidarın tribünlere nizam verme çabası olduğunu ifade eden Tanıl Bora, ‘tribün mühendisliği’ ifadesini kullanıyor. Thatcher hükümetinin, taraftarlara yönelik polisiye önlemlerin yeterli olmaması nedeniyle, ‘mutenalaştırma’ yolunu seçtiğini ve taraftara ‘terör zanlısı’ muamalesi yaptığını belirten Bora, Avrupa’da “İnsan Hakları stat kapısında sona eremez” sloganının öne çıktığını söylüyor. Taraftarların siyasi baskılardan kurtulabilmesi için ise Bora, Gezi Parkı’ndaki ‘Çare Drogba’ sloganına gönderme yaparak, “Çözüm Taraftar Hakları Derneği’nin sesini çoğaltması” diyor.

Uyuyan taraftar İSTEMİYORUZ

Ne zaman, tribünlerde bir grubun yaptığı tezahurata diğerleri destek vermese, hemen “Uyuyan taraftar istemiyoruz” sesleri yükseldi. Oysa ki, Portekiz’in darbeci lideri Antonio de Oliveria Salazar, halkı 3F (futbol, fado ve festival) ile uyuttuğunu söylemişti yıllar önce. Sol söylemde de futbol hep halkı uyutmanın bir aracı olarak değerlendirilmişti. 12 Eylül sonrasında içindeki muhalif kimliği bir şekilde dışa vurmak için tribünlerin yolunu tutanlar da eleştirilmişti. Doç. Dr. Talimciler, “Ülke içinde gerginlik arttıkça bu tabii ki tribünlere de yansır. Her ne kadar ‘hayır’ desek te tribünler içinde yaşadığımız toplumun bir yansımasıdır, ayna tutar. Dışarıda 50 bin kişinin toplanıp slogan atmasına gösterilecek tepkiler ile stadyum içerisinde gösterilecek tepki
farklıdır. Bunun verdiği bir rahatlık, kolaylık stadyum içerisinde görülmeme gibi bir durum da var” diyor. Tanıl Bora ise tribünlerden sahaya inmeye alışkın taraftarların, Gezi eylemleri sırasında sokağa inmesini, “Yeni zamanların, futbol rejiminin kendi meseleleri içinden politize olan bu taraftar hareketi, sadece taraftarların kriminalize edilmesine karşı çıkmıyor, “müşterileştirilmeye” karşı çıkıyor ve futbol ortamının bir aktörü olarak söz hakkı talep ediyor. Türkiye’de de Gezi isyanında başta Beşiktaş’ın Çarşı’sı olmak üzere taraftar gruplarının seferber olmasını, bu bağlamda düşünmek gerekir” sözleri ile açıklıyor.
‘Taraftarın senle’ kitabının yazarı Murat Toklucu, Gezi sürecinde taraftarların tutumunu, “Gezi sürecinde Çarşı başta olmak üzere bazı ön
planda olması nedeniyle tribün grupları daha önce kendilerini tanımayan, tanıyorsa bile alttan alta küçümseyerek bakan sol kamuoyu nezninde epey sükse yaptı. Tribün gruplar maçlardan önce ya da sonra polisle sık sık karşı karşıya geldikleri için daha tecrübeli ve daha organizeydiler. Daha da önemlisi tribünün eğlenceli dili, Gezi’nin dili ve ruhuyla çok örtüştü. Hatta tribünün dili zaman zaman egemen oldu.

Fitili iktidar ateşliyor

Gezi eylemlerinin sona ermesinin ardından ‘İstanbul United’adıyla bir araya gelen taraftar grupları,karşılaşmaların 34. dakikasında “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganları atmaya başladı. Sloganların statlarda yer bulması, kalıcı hale gelebileceği endişesi yaşayan yetkileleri harekete geçirdi. Siyasi sloganlar, pankartlar yasaklandı. Güvenlik kameraları ve polis kameraları ile tespit edilenler hakkında işlem yapılamaya başladı. Yayıncı kuruluş ise sloganların en azından stad dışındakilere ulaşmaması için 34. dakikada, yayının sesini kapatmaya başladı. Kimi taraftar grupları ise slogan atan diğer gruplara karşı harekete geçti. Tanıl Bora, tribünlerin bu şekilde ikiye bölünmesinin, politik ayrışmanın taraftar kimliğini destabilize ettiği ‘müstesna’
bir durum olduğunu belirterek, “Tabii şunu da eklemek gerek:

Taraftarlar öncelikle takımlarının derdindedirler ve sıkıntıları ortak olsa da esasen kendi aralarındaki husumete ‘bağlıdırlar’! Bu, tepkilerin ortak ve ‘sürdürülebilir’ bir nitelik kazanmasının önünde yapısal bir engeldir. Gezi isyanı sırasında İstanbul’un üç ezelî rakip kulübünün taraftarlarının “İstanbul United” adı altında dayanışma içinde anılması, kelebek ömürlü bir romantizmdi” görüşünü savunuyor. Sosyolog Talimciler tribünlerde yaşanan ayrışmanın sakıncalı olduğu görüşünde. Türkiye’de insanları bir arada tutan az sayıda unsur olduğunun altını çizerek, “Siyasi iktidar da spora siyaset karıştırılmasın diyor ama kendi de yapıyor. Tribünlere siyaset girmemesi için yasa çıkartılırken, Rabia işaretini görmezden geldiler mesela. Bu durum daha çok futbol karşılaşmalarında da kendini gösterdi. Ama futbol karşılaşmaları sadece siyasal tepkilerin verileceği yerler değildir. Bu bir tehlike, Galatasaray- Fenerbahçe karşılaşmasında yaşananlar bu şekilde devam ederse bu sıkıntı verici bir sürecin fitilini ateşler” diyor. Doç. Dr. Nefise Bulgu, “Sporun her dönem güç, birlik, kimlik, milliyetçilik üzerindeki etki gücü yadsınamaz. Bu güç iktidarların politikaları doğrultusunda yönlendirilmekte, dolayısıyla yandaş slogan hatta şiddet bile diyebilirim ki sporda meşrulaştırılmakta” diyor ve devam ediyor: “Spor küresel, evet ama tribünler toplumda yaşayan halkın yani o toplumun insanlarının mekanları. Bu da yaşanılan toplumda siyasetin tribünlere taşınmasını doğallaştırıyor. Yani siyasi görüşünüz, demokrasi anlayışınız ne ise orada bunu sergiliyorsunuz, iktidarlar da doğal olarak bu potansiyel muhalefet/yandaş mekanların üzerinden ellerini çekmek istemiyor.”

Doç. Dr. Nefise Bulgu

Ötekileşmenin yansıması

 

Toplumdaki gerginliğin, ötekileştirmenin sokaktan tribünlere yansıması dediğimde bireysel tepkinin ardında siyasi otoritelerin yaratılan gerginliğin sorumlusu olduğunu görüyoruz. Spor bir güç hem siyasi hem ekonomik. Bu kullanılmak istenen iktidar kulüp yönetimden siyasi yönetime uzanan geniş bir yelpaze. Sıradan olması gereken başkanlık seçimleri, gizli bir güç gösterisine dönüşüyorsa, yapılan şiddet yasalarının uygulamaları ve başarısını bu boyuttan sorgulamak gerekir. Önlemler; yasalar kime, hangi koşullarda uygulandığı gibi, demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından, süzgeçten geçirilmeli, bu sporda şiddetin neden önlenemedğini de açıklar. Kadına yönelik şiddet, yasalarla önlenebiliyor mu ki, sporda şiddet yasalarla önlenebilsin? Erkek şiddetinin hala toplumun gizli/açık onayını alması gibi, sporda da şiddet, kanımca erkeklik gösterisi olarak çok ciddi önlemlere gidilmeyi beklemiyor, burada asıl sokağa taşan ve ekonomik zarar veren olaylar istenmiyor, yoksa fanatik bir taraftara hem kulüp hem siyasi iktidarların ihtiyacı var. Doç Dr. Ahmet Talimciler

Siyaset futbolun içinde

 Doç Dr. Ahmet Talimciler

Taraftar grupları homojenmiş ve  herkes aynı görüşü paylaşıyormuş gibi bir durum yok. Çarşı içinde AKP’lisi de var, MHP’lisi de var. Hepsinde bu böyle. Türkiye’de durum diğer ülkeler ile uyuşmuyor. Livorno, Roma, Lazio gibi takımların taraftar gruplarında belli temeller var. Livornolular kendi kentinin takımını desteklediği için durum değişiyor. Burada her kentte Fenerbahçe’yi Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Trabzon’u destekleyen taraftarlar var. Böyle olunca siyaseti de daha fazla etkiliyor. Yurt dışında siyaset hiç bir zaman bu kadar işin içinde olamaz. Bizde ise özellikle Galatasaray, Fenerbahçe gibi takımlar söz konusu olunca iş değişiyor. Çünkü çok geniş bir taraftar grubu söz konusu. Şike soruşturması sürecinden bu yana siyaset o kadar çok futbolun içinde ki, bu Gezi olayları sonrasında her ne kadar bunun önüne geçmeye çalışsalar da bu yapı devam ediyor. Böyle bir anlayış devam ettiği sürecede Türkiye’de futbol sahalarında yaşanan şiddet görüntülerini, sadece şiddet ile açıklayamazsınız.

 

 

Yazar - Murat Toklucu

Taraftarlığa zarar verir

Ancak ben tribünlerin politize Nolması meselesinin solcular arasında çok abartıldığını, hatta efsaneleştirildiğini düşünüyorum. Bu gruplara demokratik kitle örgütü muamelesi yaparsanız, yarın öbür gün 2010 yılında İnönü Stadı’nda Bursasporluların saldırıya uğrayıp bıçaklandığı olaylara benzer şeyler yaşanırsa ‘E hani bunlar solcuydu’ diye şaşırıp hayal kırıklığına uğrarsınız. Tribün gruplarında her siyasi görüşten adam olur, solcu tribün grubu diye bir şey olmaz. Tribünlerle ilgili politik efsaneler yaratmak, taraftar gruplarının boyunu aşan beklentilere girmeye sebep olup o gruplara da zarar veriyor bir tarafıyla.