'Ürkütücü sessizlik...'
Kadın göçmenlerin sürgünde özgürleşmesine dair kitabı (*) vesilesiyle söyleştiğimiz Prof. Dr. Nermin Abadan Unat: “Savaş eşiğe gelmedikçe insanlarımız olup bitenleri ürkütücü bir sessizlikle seyrediyor.”
Ezgi Atabilen- Paris’te göç ve toplumsal cinsiyet alanında uzman 19 toplumbilimcinin katılımıyla düzenlenen sempozyum, size saygı duruşu niteliğindeydi bir nevi. Neler hissettiniz?
8-9 Kasım 2013 tarihinde Paris’teki “Centre de Recherches Avancées” (İleri Araştırmalar Merkezi), “Göç sürecinin Türk kadınların özgürleşmesi ve sözde özgürleşmesi - 35 yıl sonra bir değerlendirme” konusunda bir konferans düzenledi. Bu konferans benim 1977 yılında, International Migration Review’da (IMR) çıkan bir makalemi esas alıp, vaktiyle ileri sürdüğüm görüşlerin ne ölçüde gerçekçi olup olmadığını saptamak amacını güdüyordu. Konferansın özelliği, çoğunlukla Avrupalı sosyal bilimcilerin eleştiri ve yorumda bulunmalarıydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa ABD’de Princeton’da kurulan “Center of Advanced Studies”i (İleri Araştırmalar Merkezi) örnek alan ve Fransız hükûmeti tarafından çalışmalarını İngilizce dilinde sürdüren bu önemli merkezin bir makalemi konferans konusu seçmesi elbette çok gurur verici bir olay oldu. Ben o makalemde, göçmen kadınların ekonomik alanda kolaylıkla uyum gösterdiklerini ancak bu uyumun özgürleşmenin diğer iki boyutu olan sosyalleşme ve siyasetle ilgilenmeyi içermediğini ileri sürmüştüm.
Konferansın bu tema etrafında düzenlenmiş olması ömrünün elliyi aşkın yılını dış göç konusuna harcamış bir insan olarak beni çok onurlandırdı. Duygularımı soruyorsunuz? Sevinç, kadirbilirlik gibi duygulardan öte, bir fikrimin çok farklı çevrelerde tartışma konusu haline gelmiş olması ve unutulmaması çok hoşuma gitti. Ayrıca konferans, Paris’in göbeği sayılan Ile de France adasında bulunan ve vaktiyle bir aristokrata ait olan Palais Lauzun adlı tarihî bir binada yapıldı. Fransız Devrimi’nden sonra Wagner gibi müzisyen, Baudelaire gibi ozanların da barındığı bina, geçen yüzyıl koruma altına alınmış, toplantı salonu harikulade güzel fresklerle süslüydü. İnsanın estetik zevkini okşuyordu. Yıl boyu buralarda doktora sonrası araştırmalar yapan gençlerin toplanma merkezidir.
- O sempozyumun bir verimi var şimdi elimizde: “Emancipation in Exile: Perspectives on the Empowerment of Migrant Women” (Sürgünde Özgürleşme: Kadın Göçmenlerin Güçlendirilmesi Üzerine Perspektifler) kitabı. Kitaptan bahseder misiniz? Türkçede de yayımlanacak mı?
Her şeyden önce çok önemli bir hususu belirtmek isterim: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’nın İngilizce olarak yayınladığı “Sürgünde Özgürleşme - Göçmen Kadınların Güçlendirilmesi Üzerinde Düşünceler” başlığını taşıyan kitabı ben sadece yayına hazırlayanlardan birisiyim, asıl en büyük emeği geçen diğer imza sahibi Kopenhag profesörlerinden Gretty Mirdal’dır. Kendisi İstanbul’da doğmuş, gençken eşi ile birlikte Danimarka’ya göçmüş ve akademik kariyerini sosyal psikoloji alanında gerçekleştirmiş bir bilim kadınıdır. Mirdal halen Paris’teki İleri Araştırmalar Merkezi’nin yöneticisidir. Ben kendisi ile ilk defa 1980 yılında, Birleşmiş Milletler’in Kopenhag’da düzenlediği ve kadın sorunlarını eksen alan bir konferansta tanıştım. Meğer kendisi 1977 yılında ileri sürdüğüm özgürleşme ve sözde özgürleşme fikirlerimi çok ilginç bulmuş ve bunları amprik araştırmalar yolu ile denemek istemiş. 1980 yılında başlayan dostluğumuz yıllar boyunca devam etti. Gretty Mirdal bu arada yetenekli genç yardımcıları vasıtası ile benim tezimi bir ailenin farklı yaştaki kuşakları üzerinden ölçmeye karar vermişti. Böylece bir Türk ailesinin 1980’de ilk, 1990’da ikinci, 2000’de üçüncü ve 2010’da dördüncü kuşak temsilcileri ile görüşmeler sürdürdü. Sonuç olarak tam özgürleşme sürecinin bütün unsurları ile gerçekleşmesi için dördüncü kuşağı geçmesi gerektiği ortaya çıktı.
Kitapta Gretty Mirdal’ın iki önemli makalesi bulunuyor. Birincisi “Parçalanmış Özgürleşme – Yeniden Oluşturulan Kimlikler” adını taşıyor. Bu kısımda Mirdal, Fatma Küçükyıldız ile birlikte kaleme aldığı makalede, benim özgürleşme konusu ile ilgili olarak kullandığım modernleşme ölçeğini sorguluyor ve özgürleşmenin çok çeşitli boyutlarına işaret ediyor. Mirdal’ın, Anika Liversage ile birlikte yazdığı ikinci makalesi, “Göçmenlerin Özgürleşmesi – Anneler ve Kızlarının Gözünde” başlığını taşıyor.“ Bu yazıda Mirdal, dört kuşağın kadınlarının geçirmiş oldukları değişiklikleri dile getirerek, kamusal alanda özellikle ücretli iş ve eğitimde hızlı ilerlemelere, buna karşı dördüncü kuşakta dahi özgürleşmenin önemli boyutu sayılan bireysel bağımsızlık ve karar verme yeteneğinin geliştiğine ancak yine de Danimarkalı yaşdaşlarından farklı olduğuna işaret ediyor. Kısaca göç süreci kadınları güçlendiriyor, fakat bu güçlendirme sanıldığından daha fazla zaman alıyor.
Kitapta ayrıca Berlin Teknik Üniversitesi’nden Czarina Wilpert, UCL’den Ruth Mandel, Münih Üniversitesi’nden Elisabeth Beck-Gernsheim, Antwerp Üniversitesi’nden Christanne Timmerman, New York City Üniversitesi Graduate Center’den Nancy Foner, Londra’da School of Oriental and African Studies’den Deniz Kandiyoti, Paris’te Toplumsal Bilimler Araştırmalar Yüksek Okulu üyesi Dominique Schnapper, Paris’te CNRS üyesi Mirjana Morokvasic’in sundukları araştırmaları olduğu gibi; Türkiye’nin çeşitli yüksek öğretim merkezlerinden, Koç Üniversitesi’nden Ahmet İçduygu, Çiğdem Kâğıtçıbaşı, Deniz Karcı Korfalı, Boğaziçi Üniversitesi’nden Yeşim Arat, Mimar Sinan Üniversitesi’nden Sema Erder ve Ankara Üniversitesi’nden Serpil Sancar’ın da makaleleri yer alıyor.
Kitap halen sadece İngilizce olarak yayınlanmış bulunuyor. Ancak yazılardan bir tanesi Çek Cumhuriyeti’nde Prag’da, Ulrich Beck anısına çıkan bir kitapta yer alacak. Ümit ederim kitabın Türkçesi’nin de yakında yayınlanma olanağı bulunur...
İslam kadınları sınırlıyor
- 1 Kasım seçimleri sonrası siyasi fotoğrafı nasıl görüyorsunuz?
Türkiye son seçimle, AKP’nin geleneksel değerlerini esas alan İslamcı muhafazakar bir hükümete kavuştu. Jeopolitik koşulların zorlaması ile giderek daha hegemonik, otoriter bir sisteme bürünüyor.
- Yeni kabinede yalnızca iki kadın bakan var. Çevre ve Şehircilik Bakanı Fatma Güldemet Sarı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu. Birkaç sene önce türbanın da bir özgürlük olduğunu söylemiştiniz. Yeni kuruldaki kadın bakan sayısıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Yetişkin bir insanın giyinişiyle ilgili yasaklar, demokratik bir toplumun bireye tanımakta olduğu haklarla bağdaşmıyor. Ancak türban günümüzde bir kimlik göstergesidir. Kadın politikacıların etkili olması, kabinede yer alması, kendilerini o mevkiye getiren partinin benimsediği dünya görüşüyle ilgilidir. Kadın erkek eşitliğini ilke olarak kabul etmeyen, kadına en az üç çocuk dünyaya getirmesini buyuran, boşanmayı zorlaştırmak isteyen, kürtaja karşı çıkan bir siyasi partinin görevlendirdiği bakanların sayısı toplumda kadının yerini ve sorunlarını halletmiyor. Önemli olan, ana ilke olarak toplumsal cinsiyetin rol oynamadığı, yetenek, deneyim, çalışkanlığın tanındığı bir hükûmette liyakatlı kadın ve erkeklerin yer almasıdır.
- İslamcılık kadın haklarına dost mu, düşman mı?
İslamcılık hem uhrevî hem de dünyevi yaşamımızı düzenleme esasına dayandığı için kadını mümkün olduğu kadar kamusal alandan uzak tutmaya çalışmaktadır. Kadının, ‘fitne’ unsuru taşıdığı iddiasıyla erdemli, ailenin namusuna leke sürdürmeyen bir kişi olarak yaşamasını istediği için sahip olduğu insan haklarının bir kısmını sınırlandırmaktadır. Bu alanda inanç özgürlüğü ile yeteneklerini geliştirme özgürlüğü çarpışıyor. Günümüz koşullarına uygun düşen yeni ayet yorumları İslam’ı kadına dost bir inanç sistemi hâline getirebilir. Günümüzde farklı mezhepler, tarikatlar arasındaki kanlı çarpışma hedeften çok uzakta olduğumuzu gösteriyor.
Barışa dayalı bütünleşme
- Türkiyeli kadınlar ülkenin Doğusu ve Batısıyla ne zaman ‘özgür’ olacak?
Kuşkusuz bu konuda en büyük farkı eğitim sistemi yaratacak. Ancak eğitim dahi tek başına bu eşitlemeyi gerçekleştiremez. Bu eşitleme bugünkü kültürel bölünmenin yerine barışa dayalı bir bütünleşmeyi gerektiriyor. Ne yazık ki, bu umut şimdilik sadece bir ütopya.
‘Yaşam hakkı askıda’
- Cumhuriyetin tüm dalgalanmalarını yaşamış biri olarak bugünkü savaş ortamını, yasaklanan kitapları, öldürülen canları, tutuklu gazetecileri ve Türkiye’deki ifade özgürlüğü (!) ortamını nasıl görüyorsunuz?
Günümüzde, askerî bir darbe üyeleri tarafından 1983 yılında yurttaşlarımıza baskıyla dayatılan bir anayasanın sağladığı hak ve hürriyetlerin dahi kullanılmaz hale geldiği, demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayılan basın özgürlüğü, yaşam hakkının askıya alındığı bugünkü durum Türk kamuoyu tarafından ürkütücü bir sessizlikle karşılanıyor. İnsanlarımız, savaş eşiğimize gelmedikçe olup bitenleri endişe verici bir duyarsızlıkla seyrediyor. Ülkenin fiilî bölünmüşlüğü kabul görmüş gibi bir durum yaratıyor.
- Bir 95 yıllık ömrünüz daha olsaydı neler yapardınız? Yetişemediğiniz hayalleriniz, arzularınız var mı?
Toplumsal kalkınmayı gerçekleştirmeye, çevre sorunlarına uygulanabilir çözümler bulmaya, barışı kalıcı kılmak için farklı gruplar arasındaki diyalogları kolaylaştırmaya çalışırdım. Sınır ötesi bir dünyada yaşadığımıza göre teknoloji ve onun ürünü robotların olacağı yarınki dünyayı çok daha dikkatle izlemeliyiz. Oysa biz eğitim sistemimizde rasyonel zekânın geliştirilmesi yerine ahrete yönelik inanç sistemlerini tercih etmiş görünüyoruz.
- Elinizde sihirli bir değnek olsa onunla ne yapardınız?
Yaşlanmak kişinin bazı yeteneklerini yavaş yavaş kaybetmesi demek. İşitme yeteneğimi iyice kaybettim. Sihirli değneğim olsaydı tekrar uzun uzadıya müzik dinlemek, konserlere, tiyatrolara gitmek isterdim.
'Hayatımın en mutlu 21 yılı'
- Bu kış ders vermeyip, oğlunuzun babası Yavuz Abadan’ın hayatını yazacağınızı söylemiştiniz. Nasıl gidiyor biyografi?
2015 sonbaharında ders vermekten vazgeçtim. Öğrencilerimin sorularını işitme zorluğu nedeniyle anlamaz hâle gelmiştim... Hayatımın en mutlu 21 yılını birlikte geçirdiğim rahmetli Yavuz Bey’in öğrencisi oldum, kendisine büyük hayranlık ve sevgi besledim. 1944’te Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra gazeteci oldum. 8 Mayıs 1946’da Ankara’da evlendik. Yavuz Abadan’a ait bir kitap yazmak isteyişimin başlıca nedeni oğlum Mustafa Kemal’in babasını kaybettiğinde 9 yaşında olması. Ona ve torunum Taner’e, düşünür ve kanaat önderi Yavuz’u tanıtmak istiyorum. Biyografi yazmak sanıldığı kadar kolay iş değildir. Ümit ederim ki, ömrüm onu tamamlamaya yetecek.
'Onlar için 'kadın' yok, 'aile kadını' var'
- Bir Kadın Bakanlığı oluşturulmalı mı? Oluşturulacak olsa başına gelmek ister miydiniz?
Dünyada iktidarda bulunan muhafazakâr partilerin hepsinde kadın sorunsalı sadece aileye endeksli ve kadın konusu bağımsız olarak ele alınamıyor. İlerici ve demokratik değerlere çok büyük önem veren İskandinav ülkelerinde bu sorunlar, Eşitlik Bakanlığı tarafından ele alınıyor. Ancak Türkiye’de, adı üstünde bir Kadın Bakanlığı’na gereksinim var. Şahsen böyle bir bakanlığın başına geçmeyi belki 40 yıl önce düşünebilirdim. O tarihten bu yana sosyal adalete dayalı, insan haklarına saygılı, eşitliğe inanan, rasyonel düşünceli kadınlarımız sayıca çok arttı. Değişim rüzgârları esince eminim o genç kuşaklar beklentilerimizi gerçekleştirecekler.
- Türkiye’deki kadın özgürlüğü mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye’de kadınların bütünüyle özgürleşmesi mümkün mü, mümkünse nasıl?
Bugün toplumumuzda değişik kademelerde özgürleşebilmiş kadın gruplarımız var. Mahalle baskısının çok ağır olduğu çevrelerde kadının bireyleşmesi çok güçtür. Bu süreç, sağlıklı bir kentsel çevrede başta eğitim ve yeteneklere gelişme fırsatı veren etkinlikler (spor, sanat, müzik) sayesinde daha kolay olabiliyor. Günümüzde bu fırsatlar ancak çok dar, ayrıcalıklı, varlıklı bir grubun gençlerine sunulabiliyor. Sosyal adaletsizlik giderek artıyor ve bu durumdan en çok kadınlarımız etkileniyor. Özellikle feodal ilişkilerin çözülmediği yerlerde, kadınlarımızın kaderini ataerkil zihniyetli erkekler belirliyor. Okula gönderilmeyen, çocuk yaşta evlendirilen kızların sayısının her gün artmakta olduğu görülüyor. İktidar partisi gördüğü eğitime rağmen pasif kalan iyi anne ve ev kadını modelini ‘görünür’ kılmaya; eldeki özgürlüklerle bir hedefe ulaşmaya çalışan bireyci kadınlarımızı ise ‘görünmez’ hale getirmeye çalışıyor. Onlar için tek başına ‘kadın’ yok, ‘aile kadını’ var.
(*) İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Prof. Unat için Institut d’études Avancées de Paris’te (IEA) düzenlenen uluslararası konferansın İngilizce yayınını ‘Emancipation in Exile: Perspectives on the Empowerment of Migrant Women’ (Sürgünde Özgürleşme: Kadın Göçmenlerin Güçlendirilmesi Üzerine Perspektifler) adıyla Türkiye’deki okurla buluşturdu.