Üniversiteler ve Toplum..
cumhuriyet.com.trÜniversite deyince sokaktaki insanın aklına genelde bilim insanlarından ve öğrencilerden oluşan, bilimsel veriler ışığında araştırma yapılan ve bu nedenle güvenilir oldukları varsayılan eğitim kurumları gelir. Bu nedenle sokaktaki insana göre bilim insanlarının her konudaki görüşü kesinlik ve doğruluk taşır. Ancak bu olgu günümüz Türkiye’sinde üniversitelerin ve bilim insanlarının misyonu açısından tartışma götürmektedir.
Üniversiteler her şeyden önce toplumsal misyonu olan eğitim kurumlarıdır. Bilim insanları da üniversitelerle bir bütün oluştururlar ve dolayısıyla onların da topluma karşı belli yükümlülükleri, görevleri, sorumlulukları vardır. Üniversiteler, içinde sadece bilimin üretildiği, toplumdan uzak, fildişi kuleler değildir. Ayrıca toplumla senkronize kurumlar hiç değildirler. Eğer üniversiteler toplumla senkronize olursa asla öncü, yenilikçi, ilerici ve çağdaş olamazlar. Üniversitelerin görevi topluma uyum sağlamak değil, toplumun her zaman bir adım ötesinde olmaktır. Çünkü üniversiteler her türlü dogmatizmden uzakta, bilimsel ve çağdaş veriler ışığında bilim üretmesi gereken kurumlardır. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda üniversitelerimiz ve bilim insanlarımız toplumsal sorumluluklarını ne ölçüde yerine getiriyorlar? Daha da acısı acaba toplumsal sorumluluklarının bilincinde midirler? Türkiye’de bilim insanları ne ölçüde toplumsal sorumluluklarının farkındalar? Bilim insanı olmanın nesnel ve çağdaş koşulları vardır. Bilim insanı hümanist, ilerici ve toplumcu olmak zorundadır. Çünkü bilgi, toplum için üretilir. Bilim de sanat gibi evrenseldir ve evrensel yasalara göre işler. Siz istediğiniz kadar profesör, doçent unvanı taşıyın, bilimin evrensel yasalarına karşı çıktığınız sürece asla çağdaş bir bilim insanı olamazsınız. Örneğin kadın eli sıkmaktan kaçınarak, çocuğun ana karnında biçimlenmesini dinsel dogmalara yaslanarak açıklamaya çalışıyorsanız, cinsiyetçi ve ırkçıysanız evrensel düzeyde bilim insanı unvanını hak ediyor olmazsınız. Ya da çok iyi bir fizikçi olabilirsiniz ama Nagazaki’ye, Hiroşima’ya bomba atarken elleriniz bile titremez. Ne yazık ki günümüz Türkiye’sinde bu tip örnekler çoğalmakta ve bunların çoğu da önemli mevkiler elde etmektedir. Burada can alıcı nokta ise bu sözde bilim insanlarının toplumda kanaat önderi olarak boy göstermesidir. Bu tip sözde aydınlar toplum için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü sokaktaki insanın görüşlerini, adlarının önündeki 3-5 harfli unvanlara sığınarak etkilemeye çalışmaktadırlar.
Örneklerini her gün TV ekranlarında, gazete köşelerinde görmekteyiz. Ne yazık ki özellikle devlet üniversitelerinde bu tip örneklere sıkça rastlanılmaktadır. Bu bakımdan üniversiteler de bir ayrışma içindedir. Bu durum ise ülkemizin en çok ışığa, aydınlanmaya gereksinim duyduğu bir dönemde karanlığa bilimsel bir kılıf uydurmaktan başka bir şey değildir.