'Umut, belki karamsarlığın ötesinde'

'Geceye Evet'... Uğur Kökden imzalı bir uzun öykü. Yayımlanması 40 küsur yıl aldı. Günümüzle birebir koşutlukları, değişmeyen insan doğası, belki biraz daha kökleşmiş konformist yaklaşımlar, kuşkusuz Irak işgali... Uğur Kökden ile 'Geceye Evet' adlı uzun öyküsünü konuştuk.

cumhuriyet.com.tr

Yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım söyleşiye..

- 60'lı yılların ilk yarısında, Fransa'da baraj mühendisi olarak çalışıyordum ve 1964'te de, bir grup Fransızla birlikte toplu bir yolculuk yapmak üzere başvurdum. Ve böylece, Sovyetler Birliği'ne gittim. 1964'te, Türkiye'de, Başbakan -sanıyorum- Suat Hayri Ürgüplü'ydü ve ondan başka da Sovyetler Birliği'ne rahatça gidip gelebilmiş pek kimse yoktu; yani, şunu kastediyorum: gidiş-gelişler öylesine ya hiç yoktu ya da yok gibi bir şey, İnönü'nün yıllar önce Başbakan olarak SSCB'ye gidişi elbet söz dışı. Dolayısıyla orada gördüklerimi, izlenimlerimi doğrudan yayınlamayı düşününce, bunun öyle pek kolay olmayacağını anladım. - Sakıncalı dönem, sakıncalı yayın sayma olayı mı? - Bu nedenle, izlenim ve gözlemlerimi böylesine kurgusal bir yazınsal tür içine yerleştireyim dedim ve onu uzun bir öykü şeklinde yazdım. Fransa'da başladım yazmaya, 1965'te hayli de yazdım. Türkiye'ye döndükten sonra parça parça yazmayı sürdürdüm. Sonunda, 67'de bitti. Tüm 1968 yılı öykünün yayınlanması çabalarıyla dolu geçti.

 

Vietnam 'S-A-V-A-Ş-I-M-I'

- Öykü iki kutuplu, bunlardan birisi de hep bir gölge gibi takipteki Vietnam..

- Vietnam Savaşı gerçek dünyada da, öyküde de, bir insanın sorumluluk anlayışını ve herkesin üstünde düşünmesi -adeta hesaplaşması gereken- bir konuyu temsil ediyor. Simgeliyor. Bir anlamda benim için de Türkiye'ye dönüş, Türkiye'deki politikayı da temsil ediyordu. Doğal olarak, öyküde o hiç gözükmüyor. - Ama yine de sormak isterim, neden Türkiye'ye dönüyordunuz? - Aktif politika yapmayı düşünüyordum. O zaman İşçi Partisi'nin en parlak ve etkili dönemiydi. Nitekim, döndüğüm zaman da hemen partinin önde gelenleriyle görüşmüştüm. Ankara'da Behice Hanım'la, Mehmet Ali Aybar'la, Çetin Altan'la ve benzeri' - Peki Vietnam'a dönersek... Vietnam, çağın ve bireyin üzerine bir turnusol kâğıdı gibi kitabınızda..- Öyküde biliyorsunuz bir genç kız var: Maya. İşte o, bir anlamda 'dünya nimetleri'nin, konformizmin, siyaset dışı tavrın simgesi. Burada irdelenen sorumluluk anlayışı, Vietnam Savaşı'yla bu genç kız arasında -yani, siyasal anlamda 'bağlanma'yla konformizm arasında- bir dizi gidip gelmelerden oluşur. Aslında da, kolaylıkla birini ya da öbürünü benimsemek mümkün değildir; zaten, böylesi bir ikilem hepimizin yaşamında vardır. Bizi bir tarafa ya da öbür tarafa çeken nedenler vardır.

 

Sosyalist toplum ve yeni insan

- Sovyetler Birliği'nin, sosyalist toplumun yarattığı 'yeni insan' kavramı' Anlatır mısınız o yeni insanı?

- Bu yolculuğa gideceğim sırada, zaten üç-dört yıldır Paris'te bulunuyordum ve 27 Mayıs'ın hemen ardından gitmiştim. 1961 yılında Teknik üniversite'de asistandım ve altı aylık bir burs bulmuştum Fransa'da. Ancak, Üniversite buna izin vermedi; ben de yıllık iznimle Fransa'ya gittikten sonra istifamı yolladım. Ama, büyük bir esefle' Bu yüzden hem iğreti hem de belirsiz bir konum içine düşmüş bulunuyordum. Gerçi, uluslararası üne sahip bir mühendislik bürosunda çalışıyordum; kendi ölçülerimde çok iyi de para kazanıyordum. Bununla birlikte, tüm bunlar beni tatmin etmiyordu. Belki köksüzlük, geleceği tasarlayamamak, yabancılaşma!.. Giderek bu his gelişti ve yoğun bir kötümserlik, dahası umutsuzluk içine düştüm. İşte, böylesi bir psikoloji içinde Sovyetler Birliği'ne gittim. Kitaplarımın birinde -herhalde Seslerin Resmi (1995) olmalı- 'Türk Umutsuzluğu' diye bir deneme bulunuyor. İşte bu denemede, Leningrad yolculuğum sırasında yaşanmış olan, kaygan, son kertede kırılgan, özel bir ruhsal durumu anlattım; çünkü, o yolculuğu, yani SSCB'ye gidişi, Kuzey Fransa'da Le Havre'dan bindiğim bir Sovyet vapuruyla gerçekleştirmiştim. Söz konusu yolcu vapuru, Lenin'in eşinin adını taşıyordu: Nadezda Krupskaya! Böylece Manş Denizi, Kuzey Denizi, sonra Danimarka Adaları bölgesi, derken Baltık Denizi ve en sonra da Finlandiya Körfezi'nden geçerek yolcularını Leningrad'a ulaştıran bir vapur. İşte, o karanlık Kuzey Denizi sularındayken, ıssız gecenin içinde, çok geç bir saatte bir ara intihar etmeyi bile düşünmüştüm. Ancak Sovyetler Birliği'nden, o otuz-kırk günün sonunda, iyiden iyiye umutlu-yani topluma ve kendine güvenen bir biçimde- sanki etkili bir terapi yaşamışçasına geri döndüm.

 

Cevdet Kudret'in eleştirileri

- Yaklaşık 40 yıl bekledi kitabınız... Yayımlama çabaları...

- Bu kitap için birisinin bir lafı vardı, kitapların bir yazgısı olduğunu görürüz diye, gerçekten de katılıyorum bu değerlendirmeye. Bu kitabın da bir yazgısı olduğunu net şekilde gördüm geçen uzun zaman içinde. Kitapla ilgili birtakım notlar almıştım 1953 ve 1965 tarihli defterlerime. Notlar, izlenimler ve günlük tanıklıklarla doludur, bu defterlerim. Bu notları, kısmen Fransa'da kısmen de döndükten sonra askerdeyken tuttum. Daha sonra, yani yine yayımlama aşamasında, Memet Fuat'la telefonla görüşerek kendisine bahsettim. Basamayacaklarını söyledi; ama, dosyayı da okumak istedi. Ardından, bir kez daha görüştük. Bu arada, Sabahattin Eyüboğlu'nu tanıyordum. Maçka'daki (Bronz Sokak) evinde bir görüşmemiz oldu. Eyüboğlu, 'Ankara'da, Bilgi Yayınevi'nde Cevdet Kudret'le bir görüş ve benim selamlarımı da söyle!' dedi. Kıdemli teğmen rütbesiyle Çankırı'ya tayin edildikten sonra oradan Bilgi Yayınevi'ne dosyayı yolladım, bir de uzun mektup yazdım. Mektupta öyküyü anlattım biraz, öyküdeki düşüncemi, sorumluluk anlayışımı açıklamaya çalıştım. O da bana gönderdiği cevapta, hikâyenin 'netameli' bir yerde geçtiğini yazarak basamayacaklarını ifade etti. Bunun yanı sıra da, -belki bir gerekçe niteliğinde, belki de başka nedenlerle- bir sayfa eleştirel notlar eklemişti mektubuna. Söz gelimi diyordu ki, 'İnsanlar canlı değil; çizilen tipler, karakterler yeterince yaşamıyor' Sonra da, 'yazdığınız metin bir öykü gibi değil; yer yer bir deneme, yer yer mensur şiir gibi' diyordu. Ayrıca, öyküde cinsel bir bunalım sergilenmekte diyordu. Oysa, öyle bir ortamın olmadığı kanısındayım. Sonuçta, Cevdet Bey birtakım eleştiriler sıralamış, dolayısıyla da Bilgi Yayınevi 'Hayır!' demek zorunda kalmıştı. Ya da, 'Hayır' dendiği için birtakım eleştirileri de yanı sıra sıralama gereği duyulmuştu.

 

Çağın çehresi

- Kitaptan alıntılarsak, orada, özellikle 'Devrim bir süreklilik düzeni, kendini aşmayı sağlayan bir güç! Takvimlerin tozu altında boğulmuş, bitkisel bir yaşantıya karşı direnen bir güç!' 'Günümüzde, zekâ ile yiğitliği birleştirmek gerek! Daha ileri de gidebilirim; bunu yapmak bir zorunluluk! Savaş sonrası değil çünkü, savaş öncesi bir çağ yaşadığımız! Zaman korkularla dolu, gözdağı vermekle ya da sinmekle geçiyor. Kılıç tepemizde, günahsız göğün zenit noktasına asılı. Oysa, bizi çevreleyen ne? İlgisizlik, yalnızlık ve sorumsuzluk!' 'Gemi aslında bir pota herkes var... Saflaşmalar da var...' denmekte.

- Evet, herkes var orada; Batı'nın görüşleri bile var. Bence kişilikler canlı, yeterince yaşayan varlıklar... Kişinin sorumluluk anlayışını özellikle sergilemeye çalıştım; bu sorumluluk anlayışının karşısında da insanı baştan çıkarıcı, insanın gözünü ve gönlünü çelen birtakım dünyasal albeni öğeleri de var, onlar arasındaki gidip gelmeler de var. Doğal olarak ne birini, ne öbürünü yok sayamayız... İşte, öykü bu gidiş gelişi vermekte, irdelemekte! Değişik ülkelerden, değişik kültürlerden gelen birtakım insanlar, Volga Irmağı'nda bir gemideler' Çağın çehresini yansıtıyorlar aslında, hepsinin sorunları, çelişkileri, ortak paydaları var. Toplumsal katmanların temsilcileri olduğu gibi Batı'yı temsil eden konuklar da var, aynı gemide. Sovyetler'de de, içinde bir çeşit konformizmi savunanlar eksik değil; bu arada, bir de devrimin başka araçlarla ya da başka yerlerde sürdürülmesini isteyenler var.

gamzeakdemircumhuriyet.com.tr

Geceye Evet / Uğur Kökden/ Sözcükler Yayınları/ 96 s.