"Umalım Türk aydınlanmasının ikinci şansı olur"
The Guardian Gazetesi'nden Fiachra Gibbons, 12 Mart'ta kaleme aldığı yazısında, Nedim Şener ve Ahmet Şık özelinde Türkiye'de gazetecilere yönelik uygulanan baskı ve tutuklamalara dikkat çekti.
cumhuriyet.com.trBundan bir yıl önce, Türkiye'nin en iyi araştırmacı gazetecilerinden Nedim Şener ve Ahmet Şık polis tarafından evleri basılarak tutuklandı ve 12 Mart 2012 tarihine kadar cezaevinde tutuldu; savcıların bile açıklayamadığı belirsiz suçlamalarla karşı karşıya kaldı.
Yalnız değiller.İran ve Çin’i geride bırakan Türkiye, artık gazetecileri hapse atma rekorunu elinde tutuyor. İran’da tutuklu gazeteci sayısı 42, Çin’de 27 iken Türkiye 103 gazeteciyle rekoru kırdı. İstanbul’da sadece Noel sabahı, Çinlilerin bütün bir yıl topladığından daha fazla gazeteci tutuklandı. Kim demiş Avrupa artık Çin’le rekabet edemiyor diye?
Şık ile Şener’in uluslararası protestoların ardından tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmeleri, umarım Türk yetkililerin artık akıllandıklarının göstergesidir. Gerçi hala her ikisi için de sadece mesleklerini yaptıkları için hâlâ 15 yıl hapis isteniyor.
Hapiste yargılanmayı bekleyen gazetecilerin sayısını netleştirmek zor. Çünkü ülkedeki acımasız terörle mücadele yasaları, suçlamaların gizli tutulmasına izin veriyor. Tahminler 8’den 122’ye kadar değişirken en kabul gören sayı 103. New York merkezli 'Gazetecileri Koruma Komitesi' geçici olarak verdiği doğrulatılmış nihai sayının 90’ı bulabileceğine inanıyor. 30 basın çalışanı daha eski askeri yöneticilerce hazırlanan ve onlarla aynı kumaştan yargıçlarca uygulanan yasalar yüzünden hala cezaevinde.
Şık ve Şener ile aynı hapishanede tecrit hücresinde tutulan, OdaTV'den iki köşe yazarı da dün gece tahliye edildi. Fakat aileleri ve destekçileri onları kucaklayıp alkışlarken, başka gazeteci tutuklamaları sürüyordu.
Cumartesi gecesi Özlem Ağuş, hapse atılan 106. gazeteci oldu; Adana-Pozantı’daki yetişkin hapishanesine terör suçlamasıyla konulan çocukların tecavüz ve cinsel tacize uğradığına ilişkin haberi yapan Ağuş, ‘terörist propagandası yaymakla’ itham ediliyor. Bu haberleri aylarca görmezden gelen hükümet, geçen hafta skandalla ilgili harekete geçmek zorunda kaldı. Bedeli Ağuş’un özgürlüğü oldu. Ertesi gün bir diğer Kürt gazeteci daha aynı suçla itham edilip gözaltına alındı.
Gazetecilerin yargılanması furyasında haklarında dava açılan gazeteci sayısı 4 bini geçti , sonuncusu da haftasonu Başbakan Erdoğan'ın Taraf gazetesine kendisi hakkında reform konusunda giderek daha ‘küstah, cahil, bilgisiz ve ilgisiz’ hale geldiğini yazarak kişilik haklarına saldırdığı iddiasıyla açtığı dava oldu.
Öyleyse demokratik reform ve ekonomik başarının poster çocuğu olarak gösterilen Arap baharının Müslüman demokrasi modeli ülkesi nasıl böylesine korkunç bir yanlışın içine girebildi?
Cevap, geçen martta Şık ile Şener’in evine yapılan polis baskınında yatıyor ve bir zamanların reformcu hükümetinin, nerdeyse on yıl önce ortadan kaldırmak için seçildiği egemen askeri-milliyetçi kadronun baskıcı paranoyasının aynısına tutulduğunu gösteriyor.
Şık ve Şener yıllarını Türk ‘derin devletini’ ortaya çıkarmak için harcadı bu nedenle uluslararası gazetecilik ödüllerine layık görüldü. Ordu ve devletteki o karanlık gizli örgütlenme, Atatürk’ün laik mirasını koruma adıyla on yıllardır dört darbe düzenlemiş ve Pyonyang’ın bu yakasındaki en otoriter anayasayla Türkiye’yi zincirlemiştir.
Buna rağmen Erdoğan’ın ılımlı İslamcı AKP hükümetini devirmek için kurulan ‘Ergenekon komplosu’ diye anılan bir diğer farazi darbeyle ilgili 18. tutuklama dalgası kapsamında tutuklandılar- Oysa komployu ortaya çıkaranlar, Şık ve Nokta dergisindeki meslektaşlarından başkası değildi. Şener ise Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesinde devletin suç ortaklığını değilse bile, şok edici boyutlardaki ihmalkârlığını ortaya sermişti ve cinayeti Ergenekon’a bağlama yolundaydı. (İlk başta savcıların bu skandalı ortaya çıkardığı için Şener’e istedikleri hapis süresinin, Dink’in katillerine istediklerinden daha uzun olması Türkiye’de basın özgürlüğünün nasıl gerçeküstü çarpıklıkta olduğunun bir örneğidir)
Eğer Dink olayı böylesine korkunç biçimde trajik olmasaydı buna gülünebilirdi. Sonra işler daha da kötüleşti. Polis, iki gazetecinin araştırmalarından gizlice haberdar olmak için telefonlarını dinledi.
Böylece Şık’ın ‘ikinci derin devlet’ hakkında kitap yazdığını keşfetti. Türkiye’nin en çok satan gazetesi Zaman’ın sahibi;ülkenin demokratik İslami aydınlanmasının gerisindeki vizyoner olarak övülen Fethullah Gülen’in hareketi, dinci zihniyetli yeni seçkinlerin yetiştiği yüzlerce Cizvit tarzı okul, birçok hayır kurumunu ve televizyon kanalını kontrol ediyor. Ve birdenbire hükümete karşı yeni oluşturulan darbeye taş koyan adam olan Şık, hareketin parçası olmakla suçlandı. Polis, Şık’ın Gülen hareketiyle ilgili ‘İmamın Ordusu’ adlı kitap taslağına el koymakla kalmayıp onu imha etti ve olası diğer tüm kopyalarını yok etmeye kalkıştı.
Gülen, açıklık ve hoşgörü vaazleri veriyor olabilir ama hareketi kesinlikle şeffaf değil; eski sıkı Kemalist seçkinlerin benzer tarikatlara yönelik baskı tarihçeleri hatırlanırsa, bu anlaşılabilir. Ancak maalesef yeni itaatkâr seçkinler, laik seleflerinin baskıcı yasalarının korkutucu cephaneliği kadar komplo aşkını da miras almışa benziyor. Bunların hiçbiri, Gülen ve müritlerinin yaratmak istediği yeni Türkiye’deki adalet ve şeffaflık için hayra alamet değil; özellikle de başbakan ve AKP’nin önde gelenleri, kendilerini eleştiren gazetecileri ‘suçlu ve terörist’ diye damgalarken...
Türkiye, bugün AKP’nin iktidara geldiği günden daha özgür bir ülke. Fakat bu, internetin izlenip sınırlandırıldığı, ifade özgürlüğü için bedel ödendiği gülünç bir özgürlük. Türkiye önemli bir oyuncu ve Müslüman alemine model olarak dünya sahnesinde duruyor.Yine de hiç kimse içerde ne tümüyle açık ne de tümüyle dürüst olma riskini alabiliyor.
Bu atmosferde eski askeri anayasanın yerini alacak yeni bir anayasa nihayet tartışılıyor; Kürt güneydoğudaki yenilenen şiddet ve baskı, göğsünü yumruklayan milliyetçilik ve milletvekillerinin eğitim tasarısını görüşürken bir haftada iki kez yumruklaşmalarına yol açacak kadar tırmanan sofu-laik gerilimi eşliğinde.
Bir zamanlar reform beklentileri duyulan Erdoğan, 3. görev dönemine hasta ve hırçın girdi; meclisteki mutlak çoğunluğu da dünün tutucu kavgalarını sürdürüyor. Türk aydınlanması tümüyle ölmemiş olabilir ama bu kadar çok gazetecinin hapishanelerde kilit altına alınmış olmasıyla alevleri sönüyor.
Umalım ikinci bir şansı olur.
(13 Mart 2012)
Fiachra Gibbons/ Guardian