Uma Uma, Döndük Muma

cumhuriyet.com.tr

Silivri’ye geç gidebildiğim için utanıyorum. Denizin az ötesinde, adaletin çölleştiği yerde dostlarıma el salladım, ses verdim, mutluyum ama böyle bir dönemin tanığı olduğum için utanıyorum. Bunca üniversitenin, basın yayın organının, sanatçının, bilimcinin söz ve davranışlarının, “sözde” kalmasından, bayağılaşmasından utanıyorum. Savaşımı bırakmayan hukukçuları selamlıyor; sözde hukukçuların dilinin nereye kaçtığını merak ediyor; üniversitenin susturulmasına baş sallayanlarla aynı havayı solumaktan utanç duyuyorum.

Hukuk, “-muş” gibi olduğunda, tüm kurallar, tüm yasalar, tüm ilişkiler, özgürlük, “mış/miş/müş” olur; bir gün herkesin özgürlüğüne inen baltaya dönüşür; özgürlüğü budanan insanın da balta sapından farkı kalmaz. Hukukçu hukuksuzluğa seyirci kalırken sokaktakiler kime güvenir? İnsan, Silivri yerleşkesinin dış kapısında dilsizleşiyor; çölleşen adaletin insan ilişkilerini, doğayı ve çevreyi nasıl çölleştirdiğini de görünce, duruma uygun çok söz bilmeme karşın yazmaya utanıyorum. İleri demokrasi uma uma, döndük muma...

Bize moral verdiler

Kimini yakından tanıdığım, kimini adıyla bildiğim aydınların, cana kıyıcılarla aynı kareye konmasından utandım; ancak onları o kutuya koyanlara çok acıdım. Çünkü bir Mustafa Balbay, bir Tuncay Özkan, bir Fatih Hilmioğlu, bir Doğu Perinçek, birçok aydın ve asker, özgürlüğüne tuz basılan onlar değilmiş gibi dimdik ayaktaydı; bize moral verdiler. Eşler, çocuklar, gözyaşını içe akıtmayı başarmıştı; ben kendime ve geleceği karartılan binlerce çocuğa ağladım. Küçük kızın babasına, “Bizi merak etme” derken sesine yansıyan dirence imrendim; gagasına yemi başkasının sıkıştırdığı çokbilmişlere selam gönderdim. Yerleşkenin epey ötesine itilen “Vardiya Bizde” çadırında da yakıcı güneş değil, adalet için savaşım verenlerin direnci tüm sözleri unutturuyordu; karda kışta da oradaydılar; yılgınlığı çadıra uğratmıyorlardı. Silivri adaletin değil sözün de bittiği yer... Vicdanla cüzdanı karıştıranları insancıl duygularla buluşturabilecek bir sınav belki... Adaletin parça pinçik oluşunu başkasının gözlüğüyle değil, kendi gözüyle görmek isteyen TV kuşlarına, iktidarın işaretparmağı olmayı içine sindirenlere öneririz. Umudun, insanda olduğunu unutmayalım.

Bunca insanın saygınlığını yok etmek için girişilen oyunlar aslında iflas etti ama sözde aydınlar ve iktidarı parmak hesabına oturtanlar senaryosu gibi sahnesi de kara oyunu sürdürüyor. Saygınlığı yok edilen Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal, Fatih Hilmioğlu, Doğu Perinçek, Soner Yalçın ve birçok aydın değil; onların saygınlığını kimse yok edemez. Ancak Silivri, koskoca bir ülkenin saygınlığını sarsıyor. 68 kuşağı, Anıtkabir yürüyüşünü engelleyenlere, “Siz, bizi değil; Mustafa Kemal’i yargılıyorsunuz” demiş, “Mustafa Kemal’i kimse yargılayamaz” diyen yargıç yolu açmıştı.

Aileleri de tutuklu

Köprülerin altından oluk oluk karşıdevrim aktı. Laik Türkiye, Mustafa Kemal, Türk Devrimi diyen herkes “muhalif” ve suçlu... Silivri’deki aydınların evi barkı, kozmik tozmik odaları, yedi sülalesi didiklendi. Onları ve toplumu inandıracak suçla kanıt, ot olmuş da inek yemiş gibi... Yıllardır bulunamıyor. Oraya ziyaretçi kartıyla girip çıkmak bile insanın ömründen bir parça koparıyor; utanıyorsunuz. Bu insanlar gibi aileleri de yıllardır tutuklu. Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Soner Yalçın’ın ve başka aydınların elle yazdığı kitaplardan sağlık, beslenme, temizlik işkencesini, bir yalandan nasıl başka yalanlar üretildiğini öğreniyoruz. İçerideki kuşatılmışken dışarıdakinin boğazından geçen bir lokmanın, taşa dönüşmesini anlamayana ne denir? Bulacağınız ad, insan tanımıyla çelişmez mi?

Kızın sırt çantasında “beautiful girl” yazıyordu; oğlanınkinde “crazy boy…” Sekiz on yaşlarında, pırıl pırıl iki çocuk... Camiye gidiyorlardı; tertemiz yüzleri ve çocuk diliyle anlattılar. Kurs parasızmış. Arkadaşları paralısına gidiyormuş. Öğrendikleri, okulda yararlı olacakmış. Sevapmış... Denize gidip de ne olacakmış... Ramazandaymışız, günaha girilirmiş... İkisinin okulu da imam hatip olacakmış ama onlar normal okul istiyormuş...

İşte asıl dava bu! Silivri’de cana kıyıcılarla aynı kareye konan insanlar, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti için direniyor; çocuklar nasıl dirensin? Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Hilmioğlu Hoca’nın yüzündeki gülüş, cami yolunda gördüğüm çocuklarınki gibi tertemizdi. Demokrasinin ilerisini değil gerçeğini isteyenleri Silivri’deki direnci, Silivri’den çıkarmaya çağırıyorum!

Vefa için, gönül borcu için, laik cumhuriyetimiz için, çocuklarımız için...

ozelsevgi@yahoo.com.tr