Ulusal ve belgesel başlangıç...
44. Toronto ULUSLARARASI FİLM Festivali’nden notlar...
Mehmet Basutçuİlk Toronto Festivaller Festivali’ni 1976 yılında hazırlayan ekipten işbaşında kimse kalmamış artık.
Kimi bırakmış, kimi emekli olmuş, kimi de öbür dünyaya göçmüş. On yıldan bu yana etkinliğin ikinci adamı olan Cameron Bailey, festivalin çizgisini belirleyen sanat yönetmenliği koltuğunda şimdi. Birlikte çalıştığı, gençleşmiş yeni ekip, alabildiğine heyecanlı, girişken, donanımlı... Seçici kadrosundaki kadın-erkek eşitliği konusunda ibre öte yana kaymış bile, yaş ortalaması da iyiden iyiye düşmüş; ancak geçmişine sahip çıkan devamlılık prensibinden taviz verilmemiş. Bir devrimden çok, ince dengeleri korumaya, etkinliğin temelindeki sinefil niteliğine sahip çıkmaya özen gösteren bir evrim sürecinin ilk basamağındayız henüz...
Simgesel başlangıç...
Perşembe akşamı izlenen açılış filmi “Once Were Brothers: Robbie Robertson and The Band” ilk kez ulusal ve belgesel nitelikli bir çalışma. 26 yaşındaki Kanadalı genç yönetmen Daniel Roher, ünü 1980’lerde ülkesinin sınırlarını aşan müzik grubunu, eski görüntüler ve yeni söyleşiler eşliğinde tanıtıyor. Sıcak, içtenlikli belgesel sinema diliyle, o dönemi yeniden yaşatıyor.
Gerçi filme katkıda bulunan Martin Scorsese var, ama uzun zamandan bu yana ilk kez, açılış gecesi kırmızı halıda Hollywood yıldızları boy göstermiyor... Belgesel sinemaya verilen önem yanında, festivalin Kanada sinemasını destekleyen ulusal kimliğini de öne çıkaran bu başlangıç, son 20 yıl içinde gelişen “Hollywood vitrini” olma eğilimini bir noktada dizginlemeye yönelik simgesel bir seçim kuşkusuz... Üstelik, açılış filminin yönetmeni genç, ama kadın bile değil! Halbuki, sayısal veriler, 84 ülkeden gelen 333 filmin yer aldığı seçkilerde kadın yönetmenlerin yüzde 36 oranına ulaştığını göstermekte...
Cannes ve Venedik festivallerinde gündeme gelen gereksiz, hatta yanlış polemiklerden sonra, kadın-erkek eşitliği konusunda en ileri konumda olan Toronto, belli ki bu farklılığını iletişim amaçlı kullanmayı istemiyor. Üstelik yenilenen seçiciler kurulu içinde de genç kadınlar çoğunlukta. Ancak onlar da, kadın filmlerinin yükselen oranının yapımcıların sayıları giderek artan kadın yönetmenlere daha fazla imkân sunmasına bağlayan diplomatik bir dil kullanıyorlar...
Türkiye’den iki örnek
Türk sinemasını bu yıl Toronto’da tanıtacak iki örnekten birini, Orçun Behram’ın ilk uzun filmi “Bina”yı seçen Polonya asıllı Dorota Lech, heyecanlı bir sesle, “İnanın, ciddi eleştiriler getiren, geleceğin despotik toplumlarına dikkati çeken çok iyi bir film. Belki de Orwell’in düşleyemediği kadar kötü bir 1984’ü düşündüren başarılı bir yapıt” diyerek savunuyor yaptığı seçimi... Festivalin “Wavelengths” bölümünde yer alan diğer Türk filmi de bir genç yönetmenin, geçen yıl “Tuzdan Kaide” ile dikkatleri çeken Burak Çevik’in (1993) otuz dakikalık “Aidiyet”i...