Ulucanlar’da artık sadece ‘tarih' yatıyor

Türkiye’nin en büyük acılarına tanık olmuş cezaevlerinden Ulucanlar Cezaevi, bugün dünyanın her yerinden ziyaretçinin merak ve hüzünle gezdiği bir “cezaevi müzesi” olarak kapılarını açık tutuyor. Deniz Gezmiş’ten Erdal Eren’e, Bülent Ecevit’ten Hüseyin Cahit Yalçın’a, Nazım Hikmet’ten Ahmed Arif’e kadar pek çok ismin mahkum edildiği cezaevi; geçmişin “acı öykülerini” hala diri tutuyor.

cumhuriyet.com.tr

Bir dönemin aydın, siyasetçi, gazeteci, sanatçı, şair ve yazarlarının mahkum edildiği; Türkiye’nin en büyük acılarına tanık olan Altındağ’daki Ulucanlar Cezaevi, 2006 yılından bu yana müze olarak acıları anlatma yükünü taşıyor. Deniz Gezmiş’ten Erdal Eren’e, Bülent Ecevit’ten Hüseyin Cahit Yalçın’a, Nazım Hikmet’ten Ahmed Arif’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Yılmaz Güney’e kadar pek çok ismin mahkum olarak kaldığı müzeyi, Cumhuriyet Anadolu ekibi, okurları için gezdi. 

GAZETECİLERE ‘HİLTON KOĞUŞU’

Ulucanlar her ne kadar bir “müzeye” dönüştürülse de, hala “cezaevi” havasını koruyor. Müzeye, cezaevinin ağır metal kapısı itilerek giriliyor. Girişte; ziyaretçileri, dar bir koridor ve cezaevinin soğuk duvarları karşılıyor. Duvarlarda cezaevinde kalan kadınlara ait çizimler görülüyor. Dar koridordan çıkıldığında, müzenin ilk durağı olan ve gazetecilerin kaldığı “Hilton Koğuşu”yla karşılaşılıyor. Ankara Kalesi manzarasından dolayı bu ismi alan koğuşta, Ahmet Emin Yalman, gazetemiz yazarı Cüneyt Arcayürek, Hüseyin Cahit Yalçın gibi gazeteciler 1950’li yıllarda kalıyor. Demokrat Parti Dönemi’nde tutuklanan gazetecilerin kaldığı koğuşun, Adnan Menderes Bulvarı’nda yer alması ise dikkat çekiyor.

‘BUGÜN BENİ GÜNEŞE ÇIKARDILAR’

“Hilton Koğuşu”nun ardından dar ve karanlık bir koridora giriliyor. Bu koridordaki hücrelerde, cezaevinde kalan mahkumlara uygulanan şiddet ve işkence, hoparlörler eşliğinde seslendirilerek anlatılıyor. Sembolize edilen “mahkum çığlıkları”, ziyaretçiler tarafından koridor boyunca duyulabiliyor. Ardından mahkumların kaldığı koğuşa geliniyor. Burada mahkumları temsil eden balmumu heykeller, dönemin koşullarını ziyaretçilerin gözleri önüne seriyor. Ayrıca duvarlara asılan dönemin gazeteleri de yaşanan acıların basında nasıl yer aldığını ziyaretçilere anımsatıyor. Koğuşun girişindeki “Taş taşı ama laf taşıma” yazısı ise dikkat çekiyor. Koğuştan çıkıldığında ise, Nazım Hikmet’in ünlü “Bugün pazar / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” dizelerini yazdığı avluya geliniyor. Burada şaire ait fotoğrafların yanı sıra, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Yılmaz Güney ve Bülent Ecevit gibi isimlerin de cezaevinde çekilen fotoğrafları duvarlarda yer alıyor.

‘HÜRRİYETİNİ KAYBETTİN ONURUNU KAYBETME’

Bir sonraki durak ise Nazım Hikmet, Sabiha Sertel, Behice Boran ve Fazıl Say’ın babası Ahmet Say’ın kaldığı koğuş oluyor. Yataklarının üstünde mahkumların yaşam öykülerinin anlatıldığı koğuşun duvarında “Hürriyetini kaybettin onurunu kaybetme” yazıyor. Buradan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın kaldığı koğuşa geçiliyor. Burada ise, mahkumlara ait özel eşyalar sergileniyor. Ziyaretçiler, Nazım Hikmet’e ait ve üzerine “Dört nala gelip uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim...” dizeleri işlenen dikiş kutusu ve şaire ait tabloları bu bölümde görebiliyor. Buradan çay ocağının olduğu koğuşa geçiliyor. Burada şair Ahmed Arif’in bazı özel eşyaları sergileniyor. Koğuşlardan çıkıldığında “hamam bölümüne” geçiliyor.

YOLCULUĞUN SONU ‘DARAĞACI’

Müzenin son durağında ise, çınar ağacının yanında duran “darağacına” ulaşılıyor. Parmaklıkların arkasında ölmeyi bekleyenlerin son durağı olan darağacı, bugün bir parmaklığın ardından ziyaretçilere sunuluyor. Yanında ise, darağacında can veren Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Erdal Eren, Dr. Nazım Bey ve İskilipli Atıf gibi her görüşten insanın adı yazıyor. ANKARA