Ülkü Azrak’ı uğurlarken...
Sevgili Ülkü Azrak Hocamızın virüs kurbanı olarak eşinin arkasından acılı ölümü kadar olmasa da, ölüm haberinin duyurulmasının haber içerikleri canımı acıttı..
Şükran Sonerİsyan ettim, sayfalarda yer olmasa da virüssüz günlerde aramızdan ayrılmış olsaydı çıkabilecek haberleri, anılarının, yaptıklarının paylaşılacağı bir uğurlamayı düşledim.. Kuşkusuz dünyamız, ülkemiz olağan günlerine döndüğünde Ülkü Azrak’ın anılması, vefasız toplum kimliğimize rağmen, en azından bilim dünyası, insanlardan yana değerlerini yitirmemişler, örgütlenmeler çatıları altında çok daha özenli olacak..
Sevenleri, bilenleri katında Prof. Tarık Zafer Tunaya ekolünden, 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (o dönemin adıyla Siyasal Bilimler Fakültesi’ni) kuranlar arasından.. 2000 yılına kadar, başka üniversitelere de katkıda bulunarak öğretim üyesi olmuş.
Yönetim Bilimleri, Enstitü Müdürlüğü,1995-98 dekanlığı, Kamu yönetimi Başkanlığı, Ahmet Necdet Sezer döneminde kontenjandan 2001-2005 YÖK üyeliği görevleri, 2000-2009 Maltepe Üniversitesi’nde yöneticilik de içinde öğretim üyeliği.. İlk aklıma gelen, içimi acıtan bir anıyı ancak paylaşabilirim..
12 Eylül’ün en karanlık günleri.. DİSK’in tüm kadroları işkenceli gözaltı sürecinde. Önceden açılmış kapatma davasının sivil yargılaması tarihi yaklaşmış. Ercüment Tahiroğlu çok genç, tek başına kalmış savunmanın avukatı, çaresiz gazeteye geldi. Yol gösterebilecek bilim insanı arayışı, çırpınışında..
Elbette hiç telefon kullanmadan kapı kapı dolaşıp özel yardım istedim. Ülkü Hoca elinden geleni yapabilmek adına, elinde iddianamesiyle Tahiroğlu ile özel görüşmeyi, yardımı kabul etti. Yine telefonsuz saat buluşmasını belirledik. Telefonu bir tek Ercüment’le birkaç dakika öncesinde üniversite kapısında buluşmak için kullandık.
UZUN UZUN, DOSTANE SOHBET!
Hoca’nın odasında Tahiroğlu daha çantasındaki notları çıkaramamışken, kapısı çalındı, sivil giyimli birkaç kişi içeriye girdiler. Bize isimlerimizle seslenirken, Hocaya saygılı üsluplarını esirgemeden kendilerini tanıtıverdiler. Asker kökenli lisans üstü öğrencileriydiler. Hoca’ya saygıları sonsuz, bizi de yakından izliyorlardı.. Galiba Selimiye’ye bağlı çalışıyorlardı. Niçin orada olduğumuzdan emin, olamayacağını anlatma amaçlı, uzun, sözde dostane bir sohbete koyuldular. DİSK’in o koşullardaki tek avukatı, o tarihler için geçerli olmak üzere kaderi ile baş başa kalıvermişti..
Sevgili Ülkü Hocamızı, bilim insanı kimliği kadar, insani değerleri, onurlu duruşlarının sayısız örneklerinden anılarla anma günlerinin çok uzaklarda olmayacağı dileği ile uzaktan uğurlarken, ışıklar içinde uyusun dileğinden başka bir sözümüz olabilir mi ki..