Ülke Sınırlarından İnciler...
cumhuriyet.com.trKrakow Kültür-Sanat Festivali (90’lar). Kuzeyli bir genç tarihçi Türk olduğumu öğrenince hayretle sordu: “Burada ne işiniz var? Avrupa’ya ne verdiniz ki?” Sizin gibi biz de davetliyiz; nedenini ev sahibine sorun, deyip ekledim: “Bizi operaya götüren bu modern otobüsü, sarı renkli dijital telefonları Türkler vermiş. Ailenizi direkt arayabilirsiniz.”
Bazı Avrupa ülkelerinin sınır polisleriyle yaşadığım ilginç olaylardan örnekler sunuyorum. Türkiye-AB üyelik sürecinde açılmış dosyaların sonuçlanmasına ne denli katkısı olur bilemem; ama, onlar açmıyorlarsa biz açalım. Süregelen kimlik ve imaj sorunlarımız boyutları ve yaygınlığı konusunda bir fikir edinmiş oluruz.
Belçika’dan Almanya’ya geçen bir ekspres trenindeyim. Ortak Pazar’a üye olmak istediğimiz 1960’lı yıllar. Kompartıman kapısında beliren üniformalı Alman sınır polisi, gösterilen pasaportlara şöyle bir göz attı. Türk yolcuya sordu, “Haşiş var mı?” “Evet” cevabını alınca, el çantasını araştırdı, bulamadı. Yolcu açıkladı, “Ah, affedersiniz, galiba yanılmışım bu çantada değildi”. Yabancılar Türk yolcuyu dostça uyardılar: “Aman dikkat. Hiç şakaya gelmez, polis sizi trenden indirebilirdi.”
1990’lı yıllar. Strasburg Havalimanı. Görevli, Türk yolcunun pasaportunda ‘giriş mührü’ bulunmadığını şefine anlatmaya çalışıyor. Deneyimli şef, sorunu anında çözdü: “Giriş yapmadığına göre çıkmasında sakınca yok, bırakınız gitsin!”
1990’lı yıllar. Stutgart Havalimanı. Sınır polisi, Tübingen’de bir konferansa davetli beyaz saçlı yolcunun yeşil pasaportunu açmadan sordu: “Haşiş var mı?” Deneyimli yolcu dikkatli konuştu: “Hazır mal yok ama gelecek sefer getireyim.” Öfkesinden kızaran görevli hiddetle çıkıştı: “Geçiniz.”
Paris Charles de Gaule Havalimanı. AB üyesi olmayan ülke vatandaşları, pasaport kapağını gösterip geçiyor. Polis, Türk yolcunun pasaportunu aldı, eliyle “bekleyin” dedi. Herkes geçtikten sonra pasaportu uzattı, “Şimdi siz!” dedi. Yolcunun yakınmasına mealen şöyle resmi bir özür geldi: “Soykırımda dedesini kaybetmiş olabilir. Hoş görünüz.”
Schengen uygulamasının başladığı gün, Belgrad yolcusuyuz. Viyana Havalimanı sınır polisi, transit salonuna geçmemize izin vermedi. Ayakta bekliyoruz. Yanımızdan geçen bir görevliye yaşlı hocamızı gösterip tuvaleti sordum. İki iskemle getiren görevli koridorun sonundaki WC’yi işaret etti.
Polonya-Slovakya sınır polisi Türk pasaportumu görünce keskin bir düdük çaldı, vagonumuzu silahlı korumalar sardı. Polonya vizesiyle Viyana’ya gittiğimi anlayınca ağır ağır dağıldılar. Bana yolda refakatle görevli memur İngilizce açıklamaya çalıştı: “Türkleri güneyden bekliyorduk, siz kuzeyden gelince şaşırdık.” Ne diyeyim? “İki gün sonra güneyden döneceğim aman telaş etmeyin.”
On yıllar sonra Nagoya (Japonya) Havalimanı. Pasaportumu inceleyen sınır polisi, Schengen vizemin olmadığını fark etti, amirini aradı, ardından özür diledi, yeşil renkli (özel) pasaportların Schengen’e tabi olmadığını bilmiyormuş.
Frankfurt Havalimanı sınır polisi, pasaportumun sayfalarını baştan sona iki kez inceledi, yüzüme ve fotoğrafıma baktı ve sordu: “Japonya’da bir hafta mı kaldınız?” “Evet” dedim, “Almanya’dan transit geçiyorum.”
16 Aralık saat 02.00; vizeler, mühürler, damgalar Esenboğa sınır polisini de şaşırttı. Vatandaşlık numaramı gösteren TC kimliğimi istedi. Galiba pasaportumu yenilemek zamanı geldi.
Hoş olanlar da var...
Krakow Kültür-Sanat Festivali (90’lar). Kuzeyli bir genç tarihçi Türk olduğumu öğrenince hayretle sordu: “Burada ne işiniz var? Avrupa’ya ne verdiniz ki?” Sizin gibi biz de davetliyiz; nedenini ev sahibine sorun, deyip ekledim: “Bizi operaya götüren bu modern otobüsü, sarı renkli dijital telefonları Türkler vermiş. Ailenizi direkt arayabilirsiniz.” İnanmadı. Ertesi sabah kahve molasında geldi özür diledi: “Otobüs Türk malıymış; ayrıca, eşim de telefon için size teşekkür ediyor.” Oturmasını rica ettim. “Teknoloji evrenseldir, İstanbul’da sizin deniz otobüslerinizi kullanıyoruz. Dün akşam düşündüm de belki daha değerli bir şeyler verdik sizlere. Sanırım, Vikinglerin torunları buralarda pek Avrupalı sayılmıyor; ama anımsayın, beni görünce kendinizi Avrupalı hissettiniz. İşte bunu verdik Avrupa’ya.” Yüzü hafifçe kızarmıştı. Kalktı gidiyordu. Döndü, omzuma sarılıp “Bizde pek âdet olmasa da!..” diyebildi. Festival boyunca uzaktan uzağa dostça selamlaştık. Üyelik sürecinin / dosyaların yakın gelecekte sonuçlanmayacağını kabul etsek; galiba, kuşkulu ve uykulu sınır polisleri dahil, hemen herkes şöyle rahat bir nefes alacak.