Uğur’un cenazesi bir doğumdur
CHP’nin genel başkanlığı sorumluluğunu üstlenmiş, başyazar, 18 yaşında gazeteciliğe başlamış Altan Öymen’le İstanbul’da tam bir kütüphane görünümündeki evinde söyleşimiz...
Mustafa BalbayUğur Mumcu’nun daktilo arkadaşısınız... Gazeteciliğe başladığı günlere yakından tanıksınız. Nereden başlamak istersiniz?
1960’ların başı... Uğur Mumcu YÖN dergisine yazıyordu... O sırada Almanya’daydım ama Türkiye’ye de geliyordum. Tanışıklığım öyle başladı. İlk bakışta fark ediliyordu. Çok yüksek bir enerjisi vardı. Türkiye’ye döndüm, Uğur KİM dergisinde yazmaya başlamış. Öğreniyorum ki Uğur’u fakülte de bırakmıyor. Asistan oldu. Derken ben Ulus’a genel yayın yönetmeni oldum. Orada da ilişkimiz devam etti. Ulus’tan sonra 12 Mart dönemine geliyoruz... Artık ben Akşam gazetesi yazarıydım... Uğur da Hukuk Fakültesi’nde asistanlık yapıyor, ama yazmaktan kopuyor. Kopamazdı, içine işlemişti bir kez...
12 Mart demek hapis, sürgün demek...
Evet... Akşam sahip değiştirmiş, sahibi Türk-İş olmuş... Bana seninle çalışamayacağız dediler. Tazminat vermişlerdi. Haldun (Simavi) Bey bana, “Sen bizim Ankara istihbaratımızı sağla, ben sana ayda 20 bin lira veririm, onunla ne yaparsan yap” dedi. Bende de 20 bin lira tazminat parası var... Ben ajans kuracağım, sana oradan servis yapacağım, dedim... Aynı haberi alırlar dese de ikna ettim... Anka’yı kurduk...
Efsane Ankara’nın Anka’sı...
Birbirini tamamlayan, çoğaltan müthiş bir kadro vardı... Artık Uğur da aktif gazeteciliğe yöneldi... Anka’da başladı... Hukukla ilgili haberlerle daha ilgili... Anka’da haberler yazıyor, Cumhuriyet’te köşe yazıları; nasıl bir enerji anlatamam... Tam kader birliği... Sadece kendi yazısını değil, öteki haberleri de yazıyordu. Bir de haftada bir gün arka sayfada tam sayfa Ankara ANKA diye kulis haberleri veriyoruz... Teoman Erel, Erdal Çetin, İsmet Solak, Nuri Çolakoğlu, Süleyman Coşkun vardı... O ajansın önemi, hepsi solcu ve hapse girip çıkmış insanlardı... Uluç Gürkan, Füsun Özbilgen, Hasan Cemal... Sanki oraya girmek için önce hapishaneye girmek gerekti...
Mobilya dosyası bu temponun ürünü...
Mobilya dosyası geldi... Uğur’la ben farklı taraflarını yazıyoruz. Uğur Türkiye’dekilerle uğraşırken ben İsviçre’ye gittim... Mesela 90 No’lu binada bize mobilya lazım diye talep gelmiş... Ama orayı bulamadık, zira o kadar bina numarası yok... Asıl matrak olan Lihtenştayn’ın merkezinde zaten 100’ün üstünde numara yok, mesela 128 numara diyorlar... Yok... Şehrin planını bulduk... Bunları hep yazıyoruz... Yazarken Maliye ve Ticaret Bakanı taktı... Şunu yapmıyoruz, mesela Süleyman Demirel’in yeğeni falan demiyoruz... Kendi adını yazıyoruz, Yahya Kemal Demirel hayali ihracat yapmış diyoruz... Zaten herkes biliyor... Bizi tekzip etmeye başladılar... Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon bize müfettiş gönderdi. Biz de 30-35 kişi olmuştuk... Müfettişlere yer verdik... Bizim hesaplarda bir şey buldular, 4 bin lira yerine 400 lira mı ne, onda da bir şey yok. Asıl olan bize altı özel dava açtılar. Yalan beyan, menfaatlarımız zedelendi falan... O zaman biz bunu kitap yapalım dedik. Hem okuyan da olur... O kitap öyle oldu.. Kitap Asliye Hukuk Mahkemesi sayın yargıçlığına, diye başlıyor... Dosya numarası falan...
Uğur Mumcu’nun araştırmacılık yönünü bire bir bu dosyada gördünüz. Nasıl tarif edersiniz?
Hukuk eğitimi de aldığı için araştırmacılık, sorgulamacılık, işin püf yanlarını ortaya çıkarma... Her şey var... Uğur daha o yaşta sadece enerjisi ve bilgisi değil, aynı zamanda mesleki birikimi varmış gibiydi.
Sonra nerede yolsuzluk varsa bize gelmeye başladı. İstihbarat Şefi Teoman Erel, İsmet Solak’la beraber bir masaya “yolsuzluk masası” diye yazmışlar. Uğur’un masasına... Böylece biz olduk yolsuzluk bürosu...
Uğur Mumcu’da sadece araştırma-yazma değil, mizah da var...
Mizahın bütün türleriyle haşır neşir... Hicvi iyi yapar, yerine göre kendisiyle de dalga geçer. Anlatımı olağanüstü... Esprileri çok kuvvetliydi. Herkes de benimsemişti onu... Uğur da geliştirdi bu yönünü... Bir yandan da mobilya dosyasından sonra büronun adı çıkmıştı. Bazen bir yer adı söylerler, oradaki yolsuzluğa niye el atmıyorsunuz diye hesap sorarlardı...
Gelişen olaylar gazeteciliğini etkiliyor...
Abdi İpekçi’nin öldürülmesi onu çok etkiledi. Her yönüyle ilgilendi. Kendini adeta bu olayın aydınlatılmasına verdi... Sonra Papa’ya suikast olayıyla Roma’ya kadar gitti. Bunlar tabii hep çapraşık işler...
Evinin yanında bir yer boşaldı, orayı bir büro yaptı. Kitaplar, asıl vesikalar... Ölmeden bir süre önce, burada da buluşurduk... Ben bunları derleyip topluyorum, ama bunları bir ajans haline getirmek istiyorum derdi... Devam eden davaları ciddiyetle takip ediyordu. Arşivini başkalarına da açmak istiyordu. Onlara da gönderecek şekilde mekanizma kurmak istiyordu. En son işte senin oturduğun yerde oturuyordu.
Bu oturduğum yerde mi?
Evet, orada oturuyordu...
Dostlarıyla çok iyi ilişkileri vardı... Bunun yanında zıt düşüncelilerle de en azından diyalog kapısını açık tutardı...
En karşıt olduklarıyla diyaloğu vardı. Mesela Yaşar Okuyan’ın adını güler yüzlü faşist koymuştu. Öyle konuşurlardı... O da ona komünist derdi....
Mesai arkadaşlığınız çerçevesinde kişisel özelliklerinden neler paylaşmak istersiniz?
Müthiş çalışkan bir adamdı. Bir de çalışma derken çok çabalamanın ötesinde, olayın içine girerdi, arar tarar, anlatır... Sohbetlerine bu yansır. Artık aklı o araştırdığı konudadır... Bunların arasında mizahı hep kullanır... Giyim açısından da bir yelek giyer, kravattan falan hoşlanmazdı...
TETİKÇİLER NEREDE ŞİMDİ?
90’lı yılların aydın kıyımı ve sonuçlarıyla ilgili düşünceleriniz neler?
Sadettin Tantan bununla iyi uğraştı... Fazla ileri gidilemedi ne yazık ki... Neden? Rivayetler vardı... Komşu ülkelerle ara bozulması... Tam aydınlığa kavuşmuş değil... Sadece içimizdeki olaylar diye de bakmayalım, Ağca meselesi de öyle... Bulgaristan meselesi var... Tarihimizde faili meçhul az değil... Kimin işine yaradı? Burada, Türkiye’yi karıştırmak isteyenlerin işine yaradı... Tabii dini devlet merakları da direkt endirekt rol oynadı. Bunların herhangi bir şekilde takibatının devam ettiğini bilen yok...
Kimi tetikçilerden hüküm giyenler oldu...
Onlar nerede şimdi, ona da bakmak lazım...
Az önce parça parça anılar geliyor gözümün önüne dediniz... Başka var mı?
12 Eylül 1980 akşamı beni aradı... O sırada milletvekiliyim, CHP’nin Genel Sekreter Yardımcısı’yım... “Evde yalnızım, bize gel, yanına bir şey al, gece de kalırsın” dedi... Ertesi sabah da Ecevit’le beraber önce İstanbul’a, oradan Trabzon’a gideceğiz. Ecevit de Oran’da oturuyor... Gittim... Böyle böyle dedi... Bir şey sezmiş...
Almış haberi...
Almış... Telefonlar etti... Yemek yedik... “Bir manevra diyorlar” dedi... Ama dedi... Gece kalmadım... Ama gelebilirler havası içinde bilgi de ediniyordu... Her yerde arkadaşı, tanıdığı vardı. Ona güvenirdi herkes...
SİVAS KONGRESİ’NDE DE OLURDU
Devleti eleştirir ama korunmasını da isterdi... Bu yanını nasıl yorumlarsınız?
Aslında Kuvayı Milliyeciler, Atatürk’ün arkadaşları, bütünü görerek bakmak lazım... O günün koşullarını dikkate almak gerekirdi... Sovyet ihtilali tüm Çarlık ailesini kurşuna dizdi, Fransız ihtilali öyle, giyotin işledi... Bizde bir sulh masası... Milli Mücadele’ye de bir tarihçi gözüyle bakmak lazım. Tarihe gerçekçi bakanların başında Uğur var... O en karşıt düşünceliyle bile kıyasıya tartışır ama, onun kılına dokunulmasını istemezdi. Devleti de daha iyi olması için, hırsızlıktan yolsuzluktan arınması için eleştirirdi...
Bu çizdiğiniz çerçeveyi hangi ideolojik çizgiye oturtuyorsunuz?
Kuvay’i Milliyeci... Yaşı müsait olsa Sivas Kongresi’nin üyesi olurdu... 1900’lü yılların başında doğmuş olsa inanmış bir Kuvayi Milliyeciydi... Hapisliklerinde de suç yoktu... Herhangi bir isnat bulamadılar...
1900’lerin başında olsa Sivas Kongresi’nde olurdu dediniz... Bugün yaşıyor olsa?
Çok daha güzel kitaplar yazardı. Yazdıklarını basmak önemli, onun da çaresine bakardı... Şimdi sosyal medyayı tümüyle kullanan olurdu. Teknolojiyi iyi izler, bizimle de dalga geçerdi. Bugün olsa bu alanda bir şey kurardı. Bunu yapabilecek bir adamdı.
Uğur Mumcu’nun cenazesindeki Türkiye’ye sahip çıkma ruhu ne durumda?
Türkiye’de bir potansiyel her zaman var... Şimdi de var... İstanbul seçimini düşün... 17 bine razı olmadı adam, 806 bin... 145’i de var, onu da unutmayacaksın. Halk patladı. Bende itikat gibi bir şey vardır. Bir yerde çok anormal bir şey varsa, o kadar devam edemez. Türkiye’de var... Uğur’un cenazesi de öyle oldu...
(“Ölümünü çok kötü haber aldım. Avustralya’daydım, dönüş yolunda öğrendim... Hemen geldik... Öyle bir cenaze oldu ki... Cenazeye halkın sahip çıkması önemli... Uğur halkındır.”)
Uğur Mumcu’nun cesareti, Kuvacılığı halkın içindeki potansiyelin toplamı diyebilir miyiz?
Halkta bu potansiyel var. Uğur döneminde şöhret olacak mekanizma yok... 70’lerde şöhret olmaya başladı... Cenaze bir başka doğum. Atılan sloganlar toplumun içi. Halk cahildir, demokrasi Türkiye’de yürümez, gibi laflar vardır ama... Demokrasi ile Cumhuriyet yürüyüp geliyor. Halka mal olmuş durumda... Halk demokrasiyi özümsedi... Temel vardır...
- SÜRECEK -