Uğur Mumcu’ya 25 yıllık hasret...

25 yıl önce, 1993’ün 24 Ocak günüydü. Hep yaptığı gibi birkaç dakika önceden çıkıp arabayı çalıştırmak istedi Uğur Mumcu. O sabah hasta ziyaretine gitmek için evlerinden çıktıklarında ailesini korumak için arabaya daima önceden binen Uğur Mumcu, anahtarı “karanlık güçlerin hazırladığı” ölüme çevirdi. Köşesinde yolsuzlukları ele alan, teröre karşı çıkan, olayların perde arkasındakileri çıkartma mücadelesi veren, radikal selefi örgütlerin giderek daha da tehlikeli olacağını yazan Mumcu, araştırmacı ve titiz gazeteciliğiyle bugünlere işaret etmişti. Uğur Mumcu, bu hafta boyunca çeşitli etkinliklerle anılacak.

Gamze Bal

<video:522104>

Bundan tam 25 yıl önce, 1993 kışının pazar gününe denk gelen bir 24 Ocak günüydü. Daima yaptığı gibi birkaç dakika önceden çıkıp arabayı çalıştırmak istedi Uğur Mumcu. Cuma akşamından beri kullanmamıştı arabasını. En son çocuklarıyla yemeğe gidip, 22.30 sıralarında dönmüşlerdi. O andan bu yana arabaları evlerinin önünde duruyordu.

 O sabah hasta ziyaretine gitmek için evlerinden çıktıklarında ailesini korumak için arabaya daima önceden binen Uğur Mumcu, anahtarı ‘apansız bir ölüme’ çevirdi. Sonrası türkü oldu.

Ertesi gün eşi Güldal Mumcu, arabalarının durduğu yerin, polis noktasının çok yakınında olduğuna dikkat çekerek, “Böyle bir şey nasıl olur, anlamıyorum” diyecekti.

İlhan Selçuk, suikastın ertesi günü olan 25 Ocak 1993 günü, “Bile bile lades” diye yazacaktı.

Haftada 6 gün yazdığı köşesinde yolsuzlukları ele alan, teröre karşı çıkan, olayların perde arkasındakileri gün yüzüne çıkartma mücadelesi veren, radikal selefi örgütlerin giderek tehlikeli bir konuma geçtiğini ifade eden ve bunun yalnızca darbecilerle, emperyalizmin çıkarlarına yarayacağını 1979’da gencecik insanların sokak ortasında kurşunlandığı, kahvelere ve evlere bombaların atıldığı bir ortamda silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağını dile getirmişti.

Fakat ne terör yeni bir kavram ne de Türkiye halklarının karşı karşıya kaldığı tehlikeler. Öldürülüşünün yıldönümünde özlemle andığımız yazarımız Uğur Mumcu’nun ‘Gözlem’ başlıklı köşesinden aktardığı, güncelliğini hâlâ koruyan yazılarını sizler için derledik....

Radikal İslama karşı uyarmıştı

Aksoy cinayeti...

Devlet, İslami hareket adına, uçlarına susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar çaresiz midir?

Yoksa “devlet” dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular var da biz mi bu susturucuları bilemiyoruz! *2 Şubat 1990

 

Beyinler rehin, vicdanlar ipotekli

Toplum olarak birçok konuda duyarlılığımızı yitirdik. Belli olaylara uygar insanlar olarak tepki göstermek, ses yükseltmek, bir şeyler söylemek gibi doğal davranışlar, yerlerini kaygı veren kayıtsızlıklara terk ediverdi. Herhalde istenen de buydu.

Tepkisiz toplum, zamanla kendini suskunluğa mahkûm eder. Suskun toplumlarda yalnızca egemen güçler konuşur. Böyle toplumlarda seçmen çoğunluğu bir aritmetik kalabalık olarak kalır.

***

Buyurun tepki gösterin... Yok, yok, beylerimizin beyinleri rehinli, vicdanları ipoteklidir.

***

Türkiye’de binlerce vatan evladının öldürülmelerine, binlercesinin sakat kalmasına ve yine binlercesinin hapis yatmasına yol açan bu uğursuz terörün araştırılması hepimize düşen bir insanlık ve yurttaşlık görevi değil miydi? Hayır, tersine “Niçin bu konuları araştırıyorsun?” diye sorularla karşılaşıyorum. Evet, evet böyle... Neredeyse bunları araştırmak suç sayılacak. Kur şirketi, vur parayı, gazetecilik yap, dön köşeyi... İstenen bu” *26 Nisan 1985

 

Kim, kimi, neden öldürüyor?

Ortadoğu, emperyalizmin kol gezdiği, terör örgütleri ile çeşitli istihbarat örgütlerinin kanlı ve kirli oyunlar oynadığı karanlık bir dipsiz kuyudur. Bu karanlık ve dipsiz kuyuda cinayetler birbirini izler. Halk deyişi ile Ortadoğu’da “kimin eli kimin cebindedir” bilinmez. Kim, kimi, neden öldürüyor? Bu soruların yanıtlarını anında bulmanın olanağı da yoktur. Olaylar yıllar sonra aydınlanır. O da bir kısmı!

Örneğin 1972 yılında “Şivan” kod adıyla bilinen, Molla Mustafa Barzani’nin yanında savaşan ve Kürt gençlerine emrindeki kampta gerilla dersleri veren Dr. Sait Kırmızıtoprak ve “Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi” lideri Sait Elçi’yi kimler öldürmüştü? Bu sorunun yanıtına geçen pazar günü alçakça pusuya düşürülerek öldürülen Musa Anter, 1990 yılında yayımlanan “Hatıralarım” adlı kitabında yer vermişti. *27 Eylül 1992

 

Sarsılan adalet

“Adalet duygusu” diye bir inanç vardır. Bu inanç bir kez sarsıldı mı, istediğiniz kadar çabalayın, inandırıcı olamazsınız. Hele adalet duygusu devlet eliyle yok edilirse yıkıntı büsbütün büyük olur.” *28 Nisan 1985

 

Elhamdülillah milyarderiz!..

Her şeyin sahtesi var... Paranın sahtesi var... Tablonun sahtesi var... Altının, gümüşün, elmasın sahtesi var...

Var oğlu var!..

Peki dinin ve ideolojilerin de sahtesi yok mu? Olmaz olur mu hiç? Var. Dinin sahtesi, siyasete karışmış olanıdır. Din duygularının ve dince kutsal kavramların siyaset adına kullanılması ile din, din olmaktan çıkar, siyasetin aracı olur. Siyaset ticarete, ticaret siyasete, din de her ikisine araç edildi mi artık bu sömürünün sonu gelmez... Din ticareti ile meşgul olanlara bakın, hemen hemen hepsi milyarder. Yalnızca Türk Lirası ile milyarder değil bunlar, dolar milyarderi, mark milyarderi olmuşlardır birçoğu.

Oh ne kolay!.. Çek bir besmele, gelsin paralar... Finans kuruluşları, şirketler ve bu finans kuruluşları ve şirketler aracılığı ile kazanılan milyarlar... Elhamdülillah Müslüman’ız!.. Elhamdülillah milyarderiz!.. Bir kolumuz siyasette öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda... Bir üçgen bu... Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni...

Bunlar dindarın sahtecileridir. Zavallı yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır. İnanç sömürücüleridir bunlar...” *1 Mart 1987

 

Bilgi ve aydınlık

Kürt sorununu yeterince biliyor muyuz? Kimse bu soruyu “Evet, biliyoruz” diye yanıtlayamaz. Bu bilgi eksikliği bugün olup bitenler ile sınırlı değildir. Yakın tarih konusunda da aynı yetersizlik söz konusudur. Bu bilgi ve haber eksikliği olayların gereği gibi algılanmasına ve yorumlanmasına engel oluyor. Bu konudaki bilgi ve haber eksikliğinin birinci nedeni Kürt sorunu üzerindeki yasaklardı. Bu yasaklar kalkmadan olayların incelenmesi de kolay değildir.

Bu bilgi ve haber eksikliği, sorunun “slogan” düzeyinde ele alınması sonucunu doğuruyor. Etnik ve ideolojik bağnazlıklar, konunun derinlemesine araştırılmasını da engelliyor.

***

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak alışkanlığı en çok Kürt sorununda geçerlidir...” *14 Ekim 1992

İmam-subay

TBMM Milli Eğitim Komisyonu, harp okullarına giriş koşullarını düzenleyen yasa tasarısını görüşürken verilen bir değişiklik önergesi ile imam hatip okullarını bitirenlerin harp okullarına girişlerine engel olan madde değiştirilmiş. Bu değişiklik TBMM tarafından da uygun görülürse, harp okullarına önümüzdeki ders yılından başlayarak imam-hatip lisesi mezunları da girebilecekler.

İmam-hatip liselerini bitirenler neden ilahiyat fakülteleri ve İslam enstitülerine gitmiyorlar da ille de kaymakam, vali, savcı, yargıç ve subay olmak istiyorlar? Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?

***

Bugüne kadar imam-hatip liselerini bitiren 433.277 kişi var. Diyanet İşleri’nde çalışan imam-hatipli sayısı 39 bin.

***

İmam hatipliler din adamı olarak çalışmayacaklarsa, neden ard arda imam-hatip okulları açılıyor? Türkiye’de son yıllarda siyaset, ticaret ile tarikatlarla iç içe gelişiyor.

Yasa var ol Harbiye/Selamünaleyküm sivil toplum/Maşallah ikinci cumhuriyet/ Ruhuna el fatiha laiklik... * 22 Ocak 1993

 

Okurlara...

Cumhuriyet gazetesi, Babıâli basını içinde tek başına bir adaya benzer. Kaynağı, kökeni, yapısı, biçimi öteki gazetelerden çok farklıdır. Gazetenin bu kendine özgü özelliğinin nedeni ve sonucu aynı sözcükle açıklanabilir: Cumhuriyet, “bağımsız” bir yayın organıdır. “Bağımsızlık” gazetenin hem geçmişini hem de bugününü anlatan bir kavramdır. Bu bağımsızlığı korumak ve sürdürmek her babayiğidin harcı değildir. Hele bu hiperenflasyonlu ortamda sırtını holdinglere dayamadan ayakta durmak başlı başına bir direniş ve kimlik sorunudur. Gazeteniz siz okurlarının özverili destekleri ile bu sınavdan bugüne değin hep yüzakı ile çıkmıştır. Bundan sonraki her sınavı da sizlerden alacağı destek ile yine yüzakı ile verecektir.

Bugün Babıâli basını çoğunlukla holdinglerin elindedir. Bu ilişki öylesine içli-dışlıdır ki, bazı gazetelerin genel yayın müdürleri ile başyazar ve yazarları da aynı iş dünyasında yerlerini bulmuşlardır. Cumhuriyet, böyle bir basın dünyasında bağımsızlığını koruma ve sürdürme savaşımı vermektedir.

***

Sizlere her gün daha iyi bir Cumhuriyet verme çabasındayız. “Bir ekmek, bir Cumhuriyet...” Babıâli basınının gözleri boyayan, kulakları tıkayan, holding kasalarına bağlı aldatıcı görüntülerine karşı, yalın gerçekleri yalnızca bu gazetede izleyebilirsiniz. Bunun için “bir ekmek, Bir Cumhuriyet” diyoruz.

Okurlar ile omuz omuza, el ele, yürek yüreğe... * 2 Nisan 1985

 

Gazetecilere gazetecilik dersi

1984’te, araştırmalarını nasıl yaptığı sorulduğunda tüm titizliğiyle, “Eğer bir dava dosyası çok ciddi okunursa, bütün belgeler orada vardır. Benim kaçakçılık konusundaki bütün araştırmalarım son 20 yılın kaçakçılık dosyalarına dayanıyor” cevabını vermişti Uğur Mumcu. Türkiye’de konulara genel yaklaşımların geçerli olduğunu ve kendisine ‘gazeteciyim’ diyenlerin olaylara genelgeçer yaklaşmasını eleştiren Mumcu, aynı söyleşide “Abdi İpekçi dosyasının açığını yakalayabilmek için 10 kez okudum; ki 500 sayfadan fazla o silik fotokopiler. Yani zamanını ayırmak sorunu. Bizdeki gazetecilik anlayışı şu: Köşende oturacaksın, çayını içeceksin, yazını yazacaksın. Oysa gazetecilik haber demek ve her gün yenilenen bir olay” demişti.

Arkadaşları anlatıyor

‘Meslektaşım ve kapı yoldaşım’

Sevgili Uğur’un öldürülüşünün yıldönümündeyiz. Alçakgönüllüğü nedeniyle Ankara büromuzdaki numarasına “Yolsuzluk masası” gibi sıradan bir tanım yakıştırması, günümüzden bakınca daha da önem kazanıyor ve büyüyor. Uğur Mumcu benim hem meslektaşım hem kapı yoldaşım. Çünkü kendisiyle Cumhuriyet’te birlikte çalışma olanağını bulan kişilerden biri de benim. Bir pazar günü televizyon izlerken geçen altyazıdan Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bombayla öldürüldüğünü gördüm. Sonra fark ettim ki donup kalmışım. Daha sonra arkadaşlarımızla sendikada buluştuk. Cumhuriyet’e başsağlığına gittik. Çok iyi bir hukukçu, gazeteci, araştırmacısoruşturmacı gazeteciliğin önder meslektaşlarımızdan biri olduğunu belirteyim.

‘Onu çok özlüyorum’

Uğur Mumcu dışarıdan bakıldığı zaman yolsuzlukları takip eden, haksızlıklarla mücadele eden, hırsızlıklarla baskılara karşı mücadele eden asık suratlı, çatık kaşlı bir savcı izlenimi verirdi. Halbuki bunlar Uğur Mumcu’yu yansıtmaz. Uğur Mumcu, sürekli gülen, son derece dost, mizah duygusu yüksek bir insandı. Uğur Mumcu’nun gazeteciliği araştırmacı gazetecilikti. Uğur Mumcu, gazeteciliğin halkın haber alma özgürlüğünün bir parçası olduğunu, aracı olduğunu bilirdi. Gazetecilik ilkesinde korkusuzluk ve cesaret de yer alırdı. Onu çok özlüyorum. İçtenliğinin kanıtı, özgürlükler ve kavramlar konusunda, hiçbir zaman bizden olanlar ve olmayanlar diye ayırım yapmamış olmasıdır. Türkiye’de uzun yıllar uygulanmış olan TCK’nin 141- 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, Uğur Mumcu, nasıl sosyalistlere karşı baskı aracı olarak kullanılan 141- 142. maddelere karşı tavır koymuşsa, siyasal İslama karşı uygulanan 163. maddeye de muhalefet etmişti. O, herkes için özgürlük ve demokrasi istiyordu, sosyalistler için de, siyasal İslam için de... Siyasal İslam ile mücadelesini demokrasi sınırları içinde yürütüyordu ve bu ikisi birbirleriyle çelişmiyordu. Bu ayın yapmama tavrı, terör konusunda da geçerliydi. En sık tekrarladığı sözlerden biri “Terör nereden gelirse gelsin, terördür ve karşı durulması gerekir”di.

‘Haklılığı vicdanından ve cesaretinden geliyor’

Ben Uğur Mumcu’yu 12 Mart sürecinde, Madanoğlu davasında tanıdım. Mamak’a ziyarete giderken kışlanın dış kapısında iki adam karşılardı bizi. Biri Erol Toy, diğeri Uğur Mumcu. İçeriye hiç giremediler. Sadece içeriye selam göndermek ve içeriden istenen kitapları öğrenip, “Siz İstanbul’dan taşımayın. Biz alırız” demek vefasını ve özverisini göstermek için oradaydılar. Doğan Avcıoğlu içeriye sağlanan o kaynak kitaplarla Doğu Anadolu’nun düzenini yazdı. Uğur, Sakıncalı Piyade’ydi henüz. Müthiş bir hukukçu aynı zamanda. Hem hukuk bilgisi hem bilimsel araştırma verisi hem de bu verileri buluşturup, geçmiş ve ileriye dönük tüm sonuçlarıyla ilişkilendirme yetisi.. Her çalışması böyledir. Bütün davaların dosyalarını topluyor, isimleri kayda alıyor, tüm çalışkanlığıyla karşılaştırıyordu. Mesela yurtdışına bir panele gideceksem, “Şükran, şu derneklere uğra, şu belgeleri al, şu davanın şu mahkemesi var oradan dosya yollasınlar, büyükelçiliklere söyle şu belgeleri yollasınlar” derdi. Her yerden kaynak topluyordu. Onu Uğur Mumcu yapan işte buydu. Hiçbir insanın arkasından bu boyutta bir özdeşleşme yaşanmadı. Ortak değerlerin bileşkesini taşıyor çünkü. Haklılığı vicdanından ve cesaretinden geliyordu. Herkes onda kendinden bir şeyler bulabiliyor: biri araştırmacılık, biri cumhuriyet değerleri, diğeri dürüstlük... Ya da birinin mafyadan derdi var, diğerinin Siyasal İslamdan canı yanmış. Çünkü herkesin insani değerlerle canının yandığı bir şeyler var. O soğuk kış koşullarına rağmen insanları sokağa döken buydu.

‘Bütün duvarları kütüphanelerle doluydu’

Uğur Mumcu, çok çalışkan bir insandı. Çalışırken, öğrenirken, onları yazarken, anlatırken, gülünecek taraflarını bulur; arkadaşlarıyla paylaşırdı. Bütün sohbetlerinde hem kendisini hem de onu dinleyenleri eğlendirirdi. Çalışkanlığının örneklerini düşününce onun kendisine yaptığı çalışma odası aklıma geliyor. Evinin yanındaki boşalan daireyi almış, orayı tam bir çalışma odası haline getirmişti. Bütün duvarları kitaplıkla doluydu. Kütüphaneler içerisinde de dosyalar vardı. O zaman daha bilgisayar gelişmemişti. İlk bilgisayara geçenlerden biriydi. Ayrıca yolsuzlukları izleyen ajans kurulmasını istiyordu. Bunun projelerini yapıyordu, ölmeden kısa bir süre önce bana da anlattı. Araştırmacı gazetecilik ajansı gibi. “Burada Türkiye’deki yolsuzluk hadiseleri başta olmak üzere bütün gazetelere servis yapabilecek ajans kurulsa ne iyi olurdu” diyordu.