Türkiye’nin etnik haritası

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in talebiyle hazırlandığı öğrenilen raporda, etnik kimliklerin Türkiye’nin hangi bölgelerinde yaşadığı, ne kadar nüfusa sahip olduğu gibi bilgilerin yanı sıra ülkenin geleceğine ilişkin temel talepleri de yer alacak.

Aslı Uluşahin/Cumhuriyet

 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Doç. Dr. Şükrü Aslan başkanlığında bir grup akademisyen, Türkiye’deki etnik kimlikler üzerine bir rapor hazırlıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in talebiyle hazırlandığı öğrenilen raporda, etnik kimliklerin Türkiye’nin hangi bölgelerinde yaşadığı, ne kadar nüfusa sahip olduğu gibi bilgilerin yanı sıra ülkenin geleceğine ilişkin temel talepleri de yer alıyor.

MSGSÜ Rektörü Yalçın Karayağız’ın aktardığına göre, raporun ilk bölümü tamamlandı ve geçen aylarda, Ankara’da Bakan Çelik’e sunuldu. Bu bölüm, 1965 yılına kadar nüfus sayımlarında sorulan “Anadiliniz nedir?” sorusuna, kişilerin verdiği yanıtlardan yola çıkarak oluşturuldu. Yaklaşık bir yılda tamamlanması planlanan ikinci bölümde ise etnik kimlikleri temsil eden vakıf, dernek gibi kuruluşların verdiği bilgilerle, Türkiye’nin 1965 sonrasındaki etnik profili sergilenecek.

Kültür Bakanlığı’nın bu raporu nasıl değerlendireceği merak konusu. Acaba Kültür Bakanlığı, etnik kimlikler üzerine bir kültür politikası mı geliştirecek ya da özel bir proje mi hazırlayacak? Bunlar, bakanlıktan yanıtını beklediğimiz sorular.

Raporun içeriğinde neler olduğu ve niçin böyle bir çalışma yaptıklarının yanıtını ise Doç. Dr. Şükrü Aslan’dan öğrendik.

Tunceli örneği

Daha önce böyle bir akademik çalışma yapıldı mı?

Türkiye’de etnik köken çalışmalarının tarihi eski. Gelgelelim önceki çalışmaların ortak özelliği, her nerede kim varsa onların Türk olduğunu “bilimsel” olarak tespit etmekle sonuçlanmış.

Bir örnek geldi aklıma: Tunceli’de 1985 yılında valilik tarafından bir sempozyum düzenleniyor. O zamanın valisi darbenin atadığı emekli bir general. Sempozyuma çeşitli üniversitelerden akademisyenler çağırılıyor. Amaç, Tunceli’deki halkın menşeinin ne olduğunu tartışmak. Sonucunda kanaat getiriyorlar ki Tunceliler Türk’tür. Tabii bunu “bilimsel olarak” da kanıtlamaları lazım. Tunceli’nin bazı köylerinde koç yahut koyun başlı mezar taşları var. Bunları görürlerse bilecekler ki mezar taşları Akkoyunlular’dan kalma. Akkoyunlular da bir Türk devletiydi. Dolayısıyla Tunceli Türk’tür diye karara varacaklar. Memleketin saygın profesörlerinin dağ bayır dolaşmasına vali sıcak bakmıyor. Mezar taşlarını almak için askerleri görevlendiriyorlar ve askerler mezar taşlarını toplayıp sempozyumun yapıldığını yere getiriyor ve hocalarımız son incelemeleri yapıp, evet diyorlar bu mezartaşları Akkoyunlulardan kalma ve bunların bulunduğu yerde yaşayanlar Türk’tür.

Nereden icap etti?

Sizin çalışmalarınızdan söz edersek...

Ben 10 yıldır etnisite sosyolojisiyle ilgileniyorum. Nereden icap etti? Çünkü bu bizim gerçeğimiz. Bizden önceki sosyologlar bunu tartışamamışlar, konuşamamışlar. Son derece anlaşılır bir durum. Çünkü bunu tartışmanın bir bedeli vardı.

Politikacıların bir kısmı bu gerçeğe gözlerini kapadılar diye biz de kapatamayız. Akademisyenler ile politikacıları ayıran temel özellik bu olmalı. Bunun için hesap sorarlarsa da sorsunlar.

Daha önemlisi Türkiye’nin böyle çalışmalara ihtiyacı var. Çünkü etnik kimlikler küresel politikanın en önemli değişkeni. Buna göre politika yapılıyor. Aslında geçmişte de politikalar buna göre üretiliyordu. Bütün devletlerin çekmecelerinde böyle raporlar olur. Fişleme deriz ya... Şimdinin dünyasını geçmişten ayıran fark ise, artık bu raporlar açığa çıkıyor. Bunu çekmeceye koyarız dediğiniz şey çekmecede durmuyor. 21. yüzyıl dünyasında bunları gizlemenin imkânı yok.

Sözü şuraya getirmeye çalışıyorum: Diyelim ki Türkiye’de bir hükümet “Evet biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak kendi geçmişimizle yüzleşmek, Türkiye’deki etnik kimliklerin kültürel ve siyasal taleplerine çözüm getirmek istiyoruz” dedi. Ne yapacak? Hangi veriye göre hareket edecek? Bizim yaptığımız şey bu sorulara yanıt aramak.

Fişleme çekincesi

Fişleme dediniz. Siz raporu hazırlarken, “fişleme yapıldığı” konusunda bir çekinceniz oldu mu?

Olmaz mı? Bu ülkede yaşanan tecrübelerden sonra herkesin böyle bir çekincesi olur. Ama biz meşru ve doğru bir iş yaptığımızı düşünüyoruz.

Aslında önemli olan şu galiba: Verilerin neye hizmet ettiği...

Verilerle ne yapılacağına dair karar politikacılara aittir. Akademisyenler “Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşelim” derse bunun pratik bir karşılığı yoktur. Biz politika yapıcılara veri üretmek durumundayız. Türkiye’de kaç etnik kimlik var, nerede yaşarlar, ne kadar nüfusları var, neler isterler, nasıl beklentileri var... Bizim yaptığımız bunu bilimsel bir şekilde ortaya koymak.

Saha çalışması

İkinci bölümde ne tür bilgiler yer alacak?

Türkiye’de Avrupa’da da olduğu gibi son 15-20 yıldır etnik kimlikler örgütleniyor. Vakıflar, dernekler aracılığıyla gazeteler, dergiler çıkarıyorlar, internet siteleri var. Bu kurumlarla görüştüğümüzde söz konusu etnik grupların popülasyonuna ve diğer verilerine dair bilgi almak mümkün olacaktır diye düşünüyoruz. Projemizin ikinci bölümü bu kurumlarla görüşme üzerine kuruludur. Etnik grupların hazırladığı raporlardan da yararlanacağız. Ayrıca sahada, anket yöntemiyle bir çalışma yapmayacağız. Ama sosyolojik anlamda bu da bir saha çalışmasıdır.

Örneğin, 64 yılında Rumların çoğu Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor ve etnik profil değişiyor. 65’ten sonrası için, benzer, çarpıcı neler söylenebilir?

1960’lı yıllar Türkiye’de ırkçı politikaların tavan yaptığı bir dönem. Sizin de söylediğiniz gibi, Rumlara yönelik siyasi kararlar bunun en çarpıcı örneği. Ama 1960’lı yıllardan sonra da Müslüman etnik gruplara yönelik çok radikal, dışlayıcı, hâlâ büyük ölçüde devam eden politikalar var. Özellikle Kürtlere karşı... Pek çok Kürt politikacı var hâlâ hapiste. Sadece son 10 yıl içinde KCK davasından 5 bin tutukludan bahsediliyor. Bu korkunç bir sayı. 5 bin katilden bahsetmiyorsunuz, kültürel hakkını savunan 5 bin kişiden söz ediyorsunuz. Türkiye’nin bunlardan kurtulması gerekiyor.