Türkiye’nin eski Rusya Büyükelçisi Halil Akıncı: Kimse HTŞ’yi kontrol altına alamaz

İdlib’de tansiyon düşmüyor. Her ne kadar Türkiye ve Rusya dışişleri bakanları Münih’te bir araya gelse de, Cumhurbaşkanı, şubat sonuna kadar verdiği süreyi yineliyor, “Rejim çekilmezse gereğini yaparız” diyor. Bugün Türk heyetinin Rusya’daki temasları önemli, gözler orada olacak. Türkiye’nin eski Rusya Büyükelçisi Halil Akıncı’ya göre, Ruslarla bakkal hesabı ters gitti. Dış politikanın freni kalmadı. Peki, ne yapılmalı; Esad ile mi görüşülmeli? Akıncı, “Artık çok geç, Esad arazide güçlendi” diyor. Emekli Büyükelçi’ye göre, Türkiye kararlılığını göstermeli, Rusları da buna inandırmalı. HTŞ’nin kontrolüne gelince, kimsenin bunu yapacak gücü yok: “Bunları temizlediniz, buradaki hücreler ‘ben sana gösteririm’ demeyecek mi? Bunu Rusya da biliyor."

İpek Özbey
Fotoğraf: Kurtuluş Arı
 
 “Rejim” saldırdı, kayıplarmız var. Türkiye, Rusya’yı uyardı. Rusya’yı en yakından tanıyan isimlerdensiniz.. Bugünkü davranış biçimi için ne söylersiniz? 
Rusya, rejimi ayakta tutmaya çalışıyor. Bakın Esad’ı demiyorum, Rejimi diyorum. Yarın bir gün Esad’ın yerine birini bulur, onu destekler. Çünkü kendisine müzahir davranan bir rejim istiyor. Ezelden beri Suriye’nin kendisi için stratejik önemi var.
 
 Madem Esad’ı değil, rejimi destekliyor, niçin Esad’sız çözüme destek vermiyor? 
Şu anda Esad’dan başka alternatif yok da ondan. Rusya, her zaman için pazarlık payını saklı tutar. O düzen, ordu, muhaberat ayakta kaldıkça ve kendisine muhtaç oldukça yerinde durabilir.?Sonra başkası bulunup değiştirilebilir. Rusya için önemli olan sistemi korumak… Astana ve Soçi mutabakatları ikimize de vakit kazandırdı. İki tarafın da bunu bilmemesi mümkün değil. Biz terör unsurlarının temizlenmesi sağlayacaktık ama Rusya da rejimi frenleyecekti. Frenlemedi.  
 
Cumhurbaşkanı “Rejim Soçi’deki sınıra çekilmezse şubat ayı bitmeden gerekeni yapacağız” dedi. “Rejim” çekilir mi? 
Rejimin nereye kadar ne ölçüde davranacağı Rusya’daki görüşmelere bağlı. Herkesin müzakereye başlarken bir pozisyonu var. O pozisyon mümkün olduğu kadar korunur. Bu durumda Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin arkasında askeri güç de var. Ancak sonuç, bir uzlaşma sonunda ortaya çıkar. Bu uzlaşmaya ulaşmak için başlangıç pozisyonunuzu korumanın mümkün olmadığı zamanlar da olur. Tabiatıyla İdlib’deki durumun özellikle mülteci akımını önlemek için hükümet baskısından kurtulmuş olması önemlidir. 
 
Bugün Soçi Mutabakatı’nın fiilen sürdüğünü söyleyebilir miyiz? 
Her mutabakat?arkasındaki siyasi iradeyle geçerlidir. Nasıl ki Suriye’yle papaz olmuşken Putin Adana Mutabakatı’nı bize hatırlatıverdi.?Herkesin unuttuğu Adana Mutabakatı siyasi iradeyle tekrar?gün yüzüne çıktı. İdlib mutabakatı da çıkar ama şartlar çok değişti. Esad ve Rusya arazide iyice güçlü hale geldi. Sınırımızdan Barış Pınarı’yla Amerikalılar çıktı, gelip Rusya yerleşti, şimdi orada Rusya’nın himayesindeyiz. Yani biz Amerikalıları, Rusya gelip yerleşsin, Esad gelip sınırı kontrol etsin diye mi gönderdik? Orada bir hesap hatası yaptığımız muhakkak. 
 
 Nasıl bir hesap hatası? 
Rusya ve Amerika daima şöyle yaparlar: Bir harekâta girişmeye izin verirken kolunuzu da bağlar. Biz sınır boyunca güvenli bölge yapmayacak mıydık, ne oldu? Önü de açık arkası da... Ne Irak hududuna gelebildik ne de arkadaki bizim güvenliğimiz altında olan bölgelere… Şimdi İdlib’de “Şu mutabakata uydu, uymadı”, bunlar bahanedir. Türkiye’nin orada daha fazla nüfuz sahibi olmasını kimse istemez. Bizim Ruslarla bakkal hesabı çok ters gitti. Mesela her şeyi vermek zorunda değilsiniz. Rusya’nın ve Amerika’nın bizden aldığı somut, bizim Rusya’dan aldığımız soyut. Bir örnek vereyim: Türk Akımı’nın bize ne faydası var? Transit bir geçiş parası alacağız. Ona vergi muafiyeti tanındı. Bir talepte bulunuyorsunuz, o da karşılığında bir şey alacak. Arkasından Rusya ne dedi; Libya’da ateşkes… Peki, Libya ateşkesi oldu mu? Olmadı. Ama o gün için durumu kurtardık. Dönüp kamuoyumuza “Biz Libya’da da ateşkes sağladık, deniz alanlarını sınırlandırdık” dedik mi, dedik. Fiilen ne oldu? Elimize bir şey geçmedi. Rusya’nın eline vergi muafiyeti geçti. Amerika’yla da bütün ilişkilerimiz bu şekilde inişli-çıkışlı gitmiştir. Hazreti Ali’ye diyorlar ki, “Bu adam seni öldürecek”. Hazreti Ali de, “Hiçbir zaman benim ona bir iyiliğim dokunmadı ki, niye öldürsün” diyor. 
 
Sürekli bir askeri sevkıyat var. Türkiye şu anda ne yapıyor? 
Türkiye orada tutunmaya çalışıyor. Kendi askerlerine saldırı oldu, o da gidecek ve saldırıyı yapanlara karşılık verecek; bu kaçınılmaz, yapması lazım. Bir de şunu unutmayın: Türkiye’de hem Amerikan propagandası, hem Rus propagandası çok güçlüdür. Şimdi mesela “Biz buradan çekilelim” diyenler var. 
 
Çekilmemeli miyiz? 
Bu durumda çekilemezsiniz. Artık devam etmek durumundasınız. Keşke lafını kullanmak istemiyorum ama kullanmak durumundayım. Keşke bu duruma düşmeseydik. Bu mümkündü. Suriye sayesinde coğrafya öğrendik. Uzmanlarımız çoğaldı. Zaten eskiden beri kahve köşelerinde ahkâm kesen vatandaşlar, büyükelçiliğe, paşalığa soyunurlar. Şimdi bir de her yerde Suriye uzmanları var. Şunu yapmalıydık, bunu yapmalıydık diye durmadan akıl veriyoruz. Amerika ve Rusya’nın “izin verdiği ölçüde” hareket serbestliğimiz var. Hiçbir zaman için de size tam bir hareket serbestliği vermezler. Amerika’nın bizim için kullandığı tabir “sadık”tır. Bizden beklenti bu, “sen işime yara, bir yere kadar git, daha ileri gidemezsin”. Fransa çıkıp tarihi bağlarından bahsediyor. Halbuki biz Ortadoğu’da bin yıldır varız. Bizim tarihi bağları kimse tanımıyor. Çünkü hepsinin Türkiye’yle görülmemiş hesapları var
  
Yine Rusya ile Amerika arasında kaldık; kimin yanında yer almalıyız? 
Hem hiçbirinin yanında hem de ikisinin yanında olmalıyız. Bizim inisiyatif almamız, dengeyi kurmamız lazım.
  
Kolay mı? 
Bakın Amerika ve Rusya asla karşı karşıya gelmezler. Çünkü bu çok tehlikelidir. Mesela bunlar Afganistan’da birbirleriyle savaştı. O zaman söylenen bir laf vardı: ABD ve Rusya ,Afganistan’da son Afgan ölünceye kadar birbiriyle savaşıyor… Karşı karşıya gelmezler. Bu yüzden inisiyatif sizde olduğu müddetçe bir o tarafa, bir bu tarafa yanaşabilirsiniz. Sorunumuz dış politikada yöntem hatası yapmamız. Ben buna “Filtresiz dış politika” diyorum. Her sorunun özgül ağırlığı vardır. Diyelim ki, sınırdan biri geçti. En nihayet bu, sınır komiserinin meselesidir. Ancak bu alttan halledilir ve mümkün olduğu kadar yukarı sorun çıkarılmaz. Ama “Her türlü sorunu ben halledeceğim” diye en yukarıdan konuşulduğunda bu filtre ortadan kalkar. Muhatabınız sizden en yüksek düzeyde talepte bulunma imkânına kavuşur. Sizin devlet mekanizmanız ise muhatap bulamaz, işlevsiz hale gelir. 
 
Erdoğan’ın Putin ve Trump ile ilişkisinden bahsediyorsunuz… 
Tabii. Her seferinde bir şey istiyorsunuz, onlar sizden alıyorlar. Bu önlenebilirdi. Madem illa keşke diyeceğiz anlatalım: Türkiye 2010’da nasıl pozisyondaydı, hatırlayalım. İsrail ile konuşan, arabulucuk yapan, zaman zaman akıl veren bir pozisyondaydı. Bu pozisyonu muhafaza etseydik, arkasından kriz çıktığında Süleyman Şah’ın sandukasını PYD himayesinde sırtlayıp da kaçmasaydık, yani mekanizmayı işletseydik sonuç böyle mi olurdu? Soran yok, Süleyman Şah resmen sizin toprağınız, neden oradan sandukayı alıp kaçıyorsunuz? Arkasından madem PYD ile derdiniz var, neden Salih Müslim’e burada lahmacun yedirip sınırdan geçiriyorsunuz? 2011’de onu oraya yerleştirdikten sonra arkasından kalkıp da merhabayı keserek “Ben istemiyorum” diyebilir misiniz? Amerikalılar silahlandırıyor, ne olacağı belli. Irak’ta ne olduğu belli. Putin’i ele alalım. İlk onun zamanında Suudi Arabistan’la ziyaret oldu. Şimdi Rusya Sisi ile görüşüyor, Suudi Arabistan ile, İsrail ile görüşüyor. Görüşmediği adam yok. Peki, bizim görüştüğümüz kim var? Görüşmezseniz derdinizi nasıl anlatacak, nasıl taraftar sağlayacaksınız? Türkçede bir laf var: “Erkekseniz teker teker gelin” diye. “Hepiniz birden gelin” denir mi?  
 
Hatanın kaynağı ne? 
Dış politika duygusallığa teslim edildi, dış politikanın freni kalmadı. Padişahlık zamanından beri dış politika, filtre esasına göre işler. Abdülhamid de gidip her şeyi kendi konuşmuyordu. Veziriazam falan konuşurdu, biz bunu kaybettik. 
 
Peki, niye bu gelenekten vazgeçildi? 
Anayasa değişti, yetkiler tek kişide toplandı. Cumhurbaşkanı çok güçlü bir lider, buna da inanıyor. 
 
Çark eskisi gibi dönseydi, sizin deyiminizle ‘filtreli diplomasi’ye uygun davranılsaydı bugün İdlib’de fotoğraf başka mı olurdu? 
Tabii. Biz Suriye’ye karışmazdık. Fiilen de oraya girmezdik. Sürekli biçimde ne zaman girecekler korkusu verirdik. 
 
1998’de dönemin Zırhlı Tugay Komutanı olan emekli Tuğgeneral Ercan Birol, Öcalan’ı barındıran Suriye’ye karşı bir tatbikatı anlattı; gizlilik içinde yürütülmesi gereken taarruz harekâtı zırhlılara Türk bayrağı çekilerek göstere göstere yapılmış. “Hedef Suriye’ye gerçekten gireceğimizi göstermekti. Nihayetinde buna inanılıyor ve Öcalan’ın yakalanma süreci başlıyor” dedi. Böyle bir şeyden mi bahsediyorsunuz? 

Elbette. O dönemi hatırlıyorum. Kararlılıkla bu operasyonu yapacağımıza inandırdık. Mübarek de arabulucu oldu ve kararlılığımızı anlattı. Diplomaside gerçek kazanan kim olursa olsun, önemli olan herkes kazanıyormuş gibi izlenim vermektir. O olayda, Suriye “Başımdan bir belayı attım” dedi, Mübarek “Ben büyük devlet adamıyım, ikisinin arasını buldum” dedi, Türkiye de “Teröristi bana vermek zorunda kaldılar” dedi. Al sana, herkes bir zafer kazandı. Diplomasi budur. Rusya’nın filtreli diplomasisine bakın. Zaman zaman Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, zaman zaman da Cumhurbaşkanı sözcüsü açıklama yapıyor. İşin ağırlığına göre… Bir şeyi çok vurgulamak isterse ikisi birden yapıyor. Bizde sözcü yerine siyasetçi ne diyor; “Kanımız yerde kalmayacak”… Bunun tehlikesi şu: Bizde vaktiyle bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsü vardı; İsmail Soysal. Bir de Dışişleri Bakanı vardı; Feridun Cemal Erkin. Azerbaycan tabiriyle kendinden çok razı” bir adamdı. Hakikaten kabiliyetli birisiydi. Bir şey oluyor, “Ben hemen beyanat vereyim” diyor. İsmail Soysal, “Efendim vermeyin” diye cevap veriyor. İtiraz geliyor Erkin’den, “Neden ben veremez miyim” diye, alıngan da… Soysal: “Beyanatı ben vereyim, ondan sonra bir terslik çıkarsa ‘O herif benden yetki almadan konuşmuş’ dersiniz. Ama siz beyanat verirseniz kim düzeltecek?” Bizde önüne gelen beyanat veriyor. Bu olmaz, çok konuşmayacaksın.  
 

TÜRKİYE’DE HÜCRELERİ VAR

 
 Rusya bizden İdlib’de teröristleri temizlememizi bekliyor; peki, neden kendisi rejimi durdurmuyor? Sonuçta mutabakatta o da var… 
“Aynı ağırlıkta değil” diyor. Bu bir laf çekişmesi. Rusya bal gibi biliyordu. Bizi imkânsıza zorluyor. Muhatap kim? 1.5 milyonun arasında kim sivil, kim terörist? Bizim PKK ile de aynı derdimiz yok mu? Gündüz vatandaş, gece PKK’li. Gayri nizami harpte böyle oluyor bu işler. Sonra bunların bir kısmı para, bir kısmı inanç için savaşıyor. Nasıl ayıklayacaksınız? Üstelik Türkiye’de ölü hücreleri var. Bunları orada temizlediniz, buradaki hücreler; “Sen şimdi buraya kadar bana müsamaha ettin, ben şimdi sana gösteririm” demeyecek mi? Ankara’da patlamalar olmadı mı? Bunu Rusya biliyor. Şimdi bakıyor ve düşünüyor: Bu Türkler ne kadar kararlı. Herkes şaşırıyor bu söylediğime ama ben neden savaşa devam etmek gerektiğini anlatmak istiyorum. Çünkü başka çaresi yok. Artık kararlı olduğunuzu göstermek zorundasınız; kolay mı, hayır değil, çok zor. 3-4 gözlem noktamız kuvvetlerin içinde. Ama artık mecbursunuz. 

Kremlin Sözcüsü, “Türk tarafı İdlib’deki terör örgütlerini etkisiz hale getirmeyi taahhüt etmişti. Ancak bu örgütler Suriye ordusuna ve Rus askeri tesislerine saldırı düzenliyor” diyor. Türkiye büyükelçisi de “Teröristler onları kimsenin silahsızlandırmadığını görünce yüreklendi” diye yakınıyor.. Rusya için terörist olan bazı gruplar Türkiye için direnişçi mi? 

Çok karışık. Öyle hiç kimsenin bütün bunları disiplin altına alacak gücü yok, sızma olur, kimden talimat aldıkları bile belli değil. 
 
Cumhurbaşkanı “Başıbozuk hareket edenlere artık taviz yok” dedi. Açıklamadaki “artık” vurgusu size ne söylüyor? 

Bizim yapımız terörist dincilere müsamaha gösteren bir yapı değil. Onlar bizi de düşman görüyor. Türkiye’de adı HTŞ, El Kaide, ne olursa olsun, eylem yaptı bunlar. İdlib’de bunlara bir şey yapılmadığı için buradaki hücreler bize zarar vermedi. Demek artık ne olursa olsun kontrol etmeye karar verildi. Yapabildiği kadar. Karşı tarafın anlaması gereken o.  

İÇERİDE SEÇİM, DIŞARIDA GELECEĞİ KAYBEDERSİNİZ 

 
- Cumhurbaşkanı “Askerlerimize zarar gelirse rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum” diyor. Savaş çıkar mı? 
Çatışma var, ancak topyekûn savaşın çıkacağını sanmıyorum. Ama Türkiye kararlılığı konusunda karşı tarafı ikna edemezse zarar görürüz. En iyi savaş yapılmamış savaştır. Korkuttuğunuz zaman yeter.
  
- Şu anda Türkiye bunu mu yapıyor? 
Evet, dengesiz biçimde asker sevk ediyor. Kararlı, ama önemli olan karşı tarafın ikna olması. Bakıyorlar, tartıyorlar.
  
- Bahçeli’nin “Türk milleti gerekirse, başka da seçenek görülmezse Şam’a girmeyi şimdiden planlamalıdır” sözlerini nasıl değerlendirirsiniz? 
Çok ilginç. Niyetiniz varsa söylemezsiniz. İdlib’le uğraşırken Şam’a nasıl gideceksiniz? Cemal Paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda İstanbul’dan trene biniyor, cepheye gidecek. Şam’da karargâhı var. “Kanalı alacağız” diye beyanat veriyor. Bu öyle bir aptallık ki, İngilizlere hazırlanın diyor. Turgut Özal, “Yarın PKK’nin mevzilerini bombalayacağız” diyor, PKK mağaraya giriyor. Bunlar iç siyasete yönelik söylemler. Dış politikanın ibresi içeri dönük. Halbuki içeride en nihayet seçim kaybeder ya da kazanırsınız. Ama dış politika kaybettiğiniz zaman bedelini çocuklarınız, torunlarınız öder, neyiniz varsa yitirebilirsiniz. 
   

İdlib’de işin içinden nasıl çıkacağız? 

Tam çözülmez. Suriye sorunu da tam çözülmez. Savaş durur, kesin çözüme kavuşmaz. Çünkü o zaman herkes zararlı çıkar. Halk sorar, ABD’nin, İran’ın, Rusya’nın burada ne işi var diye… Tam çözümden bir santim eksik olur. Ki halk onların varlığının istikrarı korumak için şart olduğunu düşünsün. 
 
Sorun çözülünce onlar çıkamaz mı Suriye’den? 

Çıkmak istemezler ki. Bakın Irak’ı ne hale getirdi adam. Orası daima karışık kalsın ki İsrail rahat etsin istiyor. Burada da İsrail ve diğer Arap ülkeleri bu karışıklıktan besleniyor.  
 
Putin Türkiye’den vazgeçer mi? 

Vazgeçmez. Nasıl vazgeçecek, komşu. Üstelik öyle bağlar var ki, 1992’de bir anlaşma var, ilginçtir kimse hatırlatmıyor, oradaki maddede, “Her iki devlet de birbirlerini dost devlet kabul ederler” diyor. Bunu hatırlatmak kimsenin aklına gelmiyor.  
 
Siz Esad ile görüşülmesinden yana mısınız? 

Şu anda değil, sandukayı sırtlamadan görüşecektiniz. Şimdi Esad’ı yerine oturtmadan görüşemezsiniz. Şu an güçlü olan o. Baştan bunu yapsaydık ne PKK/YPG belası olurdu ne İslamcı denilen mantar örgütler… Şu anda görüşmek isteseniz zaten reddeder. Baksanıza Ermeni tasarısı bile çıkardılar. 

Esad güçlendi. Durdurulması gerekirken adım adım ilerledi. Kendi nüfusunu budadı, fazla gördüklerini Türkiye’ye gönderiyor. Sonra da bize dönüp, eli silahlı teröristi temizle diyor. Çelişki ararsanız çok var. Ama  kimin eli güçlüyse kararı o verir. Yapılması gereken iki-üç terörist hedefi vurmak. Karşı tarafın niyeti varsa işin pazarlığı başlar.  
 

BIRAK ABD’Yİ, RUSYA’YI… SENİN ÇIKARIN NE? 

Koku alan ABD, burnumuzun dibinde bitti ve üst düzey temaslarla ‘Müttefikimizin yanındayız” diye Türkçe konuşmaya başladı. Rus basını “Türkiye’yi ABD’nin kucağına itmemek lazım” diye uyarıda bulunuyor. Böyle mi oldu sahiden? 

ABD’nin kucağında değil mi zaten? Türkiye, ABD’nin gazına gelmemeli. ABD, Türk-Rus ilişkilerini bozma, hatta koparma peşinde. Ama ben asıl şunu söylemek istiyorum. Bırak ABD’yi, Rusya’yı, senin çıkarın ne? İkinci Dünya Savaşı’na bakalım. Atatürk’ün bir özelliği vardı. Kendi yerini dolduracak kadroları bıraktı. Bir adım gerilemedi. Hem Almanya’yla saldırmazlık paktı, İngiltere’yle ittifak hem de Rusya ile iyi ilişkiler yürütüldü.  
 

Bugün aynı potansiyelde kadrolar yok mu? 

Dışişleri Bakan Yardımcısı meslekten değil. Personel Genel Müdürü meslekten değil. Bunlar kilit noktalar kadrolaşma için. Çok değerli insanlar olabilirler, hiç şüphem yok, tanımıyorum. Ancak bu noktalara dışarıdan adamları getirdiğiniz zaman orayı felç edebilirsiniz.  
 

FİLTRELİ DİPLOMASİYE Mİ GEÇİLİYOR? 

 Türk ve Rus dışişleri bakanları Münih konferansında bir araya geldi. Bugün de... 

Pazar günü görüşeceklerdi, bir gün öne alındı, bu iyi bir şey. İlginç olan bugün heyetlerin Moskova’da buluşacak olması. Bu filtreli diplomasinin işlediğine işaret. Somut şeyler konuşulacak demektir.  
 

NEDEN HALİL AKINCI?

 Ula’da doğdu, İzmir Koleji ve Mülkiye’de okudu. Dışişlerinde başkâtip, konsolos, şube müdürü, daire başkanı, genel müdür yardımcılığı, bakanlık müşavirliği görevlerinde bulundu. NATO Sekretaryası’nda 1980-1989 arası Sovyet Uzmanı yönetici olarak çalıştı. Moskova Büyükelçiliği’nde başkâtip, müsteşar ve büyükelçi olarak üç kez görev yaptı. Eski Sovyet Coğrafyasından Sorumlu İkili Siyasi İşler Genel Müdürlüğü de yapan Akıncı, 45 yıldır Rusya ve Türkiye-Rusya ilişkileri üzerine çalışıyor.