Türkiye'den ayrılan Ferhat Tunç: En zoru susmak
Ahmet Kaya, Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney...Yıllar sonra bir sanatçı daha yurtdışına çıktı. Almanya’da yaşamaya başlayan Ferhat Tunç “Cezaevine girdiğim takdirde yeniden özgür kalmam mümkün olmayacaktı” diyor.
MEHMET KIZMAZ
Sürgünde yaşamını yitiren Nazım Hikmet, “Bana İstanbul’u anlat nasıldı? Bana boğazı anlat nasıldı?” diyordu ve bunu da yine yıllar sonra sürgüne çıkan Cem Karaca tarafından ise bestelenmişti. Yıllar geçti, bir çok şey değişti ancak ülkeden ayrılmak zorunda kalanlar hala devam ediyor.
Lise öğrenimini tamamlayamadan, ekonomik nedenlerle yurdundan ayrılıp Almanya’ya gitmek zorunda kalan müzisyen Ferhat Tunç (54) yıllar sonra bu sefer aldığı hapis cezaları yüzünden yurt dışına çıkmak zorunda kaldı.
Uzun yıllardan beri FREEMUSE’nun (Dünya Müzik Forumu) Türkiye elçiliğini yapmakta olan ve Dünya Özgür Müzik Ödülü’nü alan sanatçı Tunç’a sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle 1 yıl 11 ay 12 günlük hapis cezası verildi. ‘Cumhurbaşkanına hakaret, örgüt propagandası yapmak, örgütü üyesi olmak’ gibi iddialarla da hakkında açılan 10’a yakın dava ve soruşturmalarda sanatçı Tunç’a 40 yıldan fazla hapis cezası isteniliyor. Yurt dışına çıkma zorunda kalmasını, sürgün olarak değerlendiren Ferhat Tunç bu cezalarla, cezaevine girdiği takdirde yeniden özgür kalmasının mümkün olmayacağını, bu yüzünden yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını belirtiyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptığı bir açıklamayla ile düğmeye basıldığını söyleyen sanatçı Ferhat Tunç, “Hiçbir şeyi adaletin ve barışın hamurundan ayırmadım. Sancılı olduğum kadar güçlü, yalnız olduğum kadar kalabalık hissediyorum. Ama en zoru susmak” diyor.
“Soylu’nun açıklaması ile başladı”
Neyle suçlanıyorsunuz?
Süreç, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Tunceli Valisi’ni ziyaretinde, “Bazı sözde şarkıcılar ‘burada ormanlar yakılıyor’ diyerek teröristlere karşı devletin operasyonlarını zayıflatmaya çalışıyor” şeklinde yaptığı bir açıklaması ile başladı ve düğmeye basıldı. Yani Dersim’de ağaçlar, kuşlar yakıldı ve bizler bunu engellemek isterken İçişleri Bakanı tarafından hedef gösterildik.
“Yeniden özgür kalmam mümkün olmayacaktı”
Bu kararı verme aşamanız gelişti ? Hangi ülkede kalacaksınız?
Ülkeyi terk etmek yerine kendimi hapis cezasına hazırlamıştım. Ancak hapis cezasının ardından durmadılar ve ardı ardına dava açtılar. Hakkımda açılmış davaların sayısını takip etmekten zorlanmaya başladım. Cezaevine girdiğim takdirde yeniden özgür kalmam mümkün olmayacaktı. Yakın çevrem sanatıma yurt dışında daha fazla emek harcayabileceğimi düşünüyordu ki beni ikna ettiler. Norveç’e geldim, burada bazı görüşmeler ve söyleşiler gerçekleştireceğim. Yetkililer burada kalmam halinde her türlü destek ve dayanışma göstereceklerini söylüyor. Ama ailem Almanya’da olduğu için oraya gideceğim.
“İçim rahat ama buruk”
Yurtdışında bulunuyor olmanız ve ülkenizden sizinle bir röportaj yapılıyor olması ne hissettiriyor?
Her şeyden önce ülkenizde; ürettiğiniz, fidan diktiğiniz, nefes aldığınız, çocuk büyüttüğünüz, aşkı yaşadığınız, en yüksek sesli kahkahaları attığınız ülkenizde haksızlığa uğruyor, sadece iş veya seyahat için bulunduğunuz ülkelere yaşamaya gidiyorsunuz. Bunu deneyimleyen herkesin yüreğinde sancı olur. Sevgili dostum Ahmet Kaya’yı da sürgünde yitirdik. Bunun ne demek olduğunu az çok bilirdik ama ilk günden hissetmeye başladım. Bir suç işleyip de yolculuğa çıkmadım; yaptığım, söylediğim hiçbir şeyi adaletin, barışın hamurundan ayırmadım. Sancılı olduğum kadar güçlü, yalnız olduğum kadar kalabalık hissediyorum. Şu yaşıma kadar olan yolculuklarımın en zoruydu. Daha önce bu kadar isteksiz olduğumu anımsamıyorum. İçim rahat ama buruk.
“Bütün diktatörler yenildi!”
Darbeleri yapanlar hatırlanmıyor, baskı gören sanatçıların şarkıları ise milyonlar tarafından halla dinleniliyor. Bugünler nasıl hatırlanacak, geride ne kalacak?
Kaybettiğimiz kimseler için “şimdi olsaydı” diye cümleye başlamayı hiç sevmem ama Ahmet Kaya, Yılmaz Güney ve Nazım Hikmet gibi değerler yaşasaydı nerede duracaklarını herkes az çok öngörür. Baskının biçimi değişiyor. Toplumun her mekanizmasına şiddet işlemiş durumda. Toplum adeta ikiye bölünmüş, ekonomi çökmüş. Baskıyla, hukuksuzlukla bir yere kadar varabilir; o yerin sonu da daima uçurum. Madımak’ı yakanlar ile tutuklayanlar, sürgüne gönderenler arasındaki zihniyette bir fark yok. Siyasetin açmazını gösterdiği için sanatçılar hedef alınıyor. AKP, nerede özgür, çağdaş bir uğraş varsa ondan adeta tiksiniyor; medeniyetten korkuyor ve sanatçıların da bunları temsil ettiğini bildiği için baskısını, engelini esirgemiyor. Böyle zamanlarda sessiz kalanın da, sanat yapmaktan uzaklaşanın da, yandaş olanın da sanatın tarihinden, disiplinine kadar hiçbir şeye hakim olmadığına eminim. Savaşa, hukuksuzluğa karşı ses vermeyen hiç kimse ya hatırlanmayacak ya da iyi hatırlanmayacak. Yakılanları, Kaya’ları; duruşlarıyla hatırlıyoruz. Bugünlerden de daha çok insanı böyle hatırlayacağız. Sürgünün hak ettiği en son tasvir ‘kaçış’ olur. Kendisini sürgünde gören kimse yılmaz ve ülkelerine dair sorumluluklarını unutmaz. Sanat karanlık dönemlerde daha fazla yaratmak için ilham alır ve her koşulda ayakta kalır. Geriye çok ciddi bir sansür ve baskı tarihi kalacak. Ama tarihin tekerrürüne dair de şunu söylemek lazım; bütün diktatörler yenildi!
“En zoru susmak”
Geride kalanlara, Türkiye’deki yurttaşlara ne söylemek istersiniz ?
Hepimizin dirayetli olması gereken zamanlar. Çaresizliğe kapılmamamız gerekiyor. Sürgünler de kalanları yalnız hissettirmemeli; her şartta ve yerde ülkemizin bu karanlıktan kurtulması için çabalayacağız. Tutukluyken de ülkede kalırken de sürgündeyken de eğer bir kenara çekilmemişsek, hepsi zorlayıcı ama erdemli olur. Ama en zoru susmak. Kimse sessiz kalarak, bekleyerek kurtulamayacağımızı da bilmeli.
40 yıla varan profesyonel sanat hayatına tam 27 albüm sığdıran Tunç, 1985’te, 12 Eylül’ün rüzgârlarının henüz sert estiği bir dönemde Türkiye’ye dönmüş ve aynı yıl Türkiye’deki ilk albümünü hasret kaldığı yurdu için, “Vurgunum Hasretine” ismiyle çıkarmıştı. |