'Türkiye'de çizgi film yapabilme ihtimalini sevdim'
Ayşe Şule Bilgiç'i tanıyanlar, motorsiklet yazılarından hatırlayacaktır. Ondan sonra da oyunculuğuyla karşımıza çıktı. Son zamanlarda biraz sessizdi, bu sessizliğinin nedeni belli oldu. Bu süreçte kurduğu Düşyeri Çizgi Film Stüdyosu'yla hayallerinin peşine düşmüş Bilgiç. Yarattığı çizgi film karakteri Pepee ile yoluna devam ediyor.
cumhuriyet.com.trTRT Çocuk kanalında yayımlanan çizgi filmin yaratıcısı ve senaryo yazarı Bilgiç, büyük bir heyecanla başlamış bu işe. Hatta dört yıl, eşi Kıraç’la beraber kazandıkları her şeyi Pepee’ye yatırmışlar. İki kişi çıktıkları yolda, şimdi 48 kişiyle beraber çalışıyorlar. Çok maliyetli olan ve Türkiye’de henüz sektör olduğunu bile söyleyemediğimiz bu alanda üretimlerini sürdüren Bilgiç, yoluna böyle devam etmeye de kararlı. “Bizim işimiz düşlemek ve sonra gece gündüz çalışıp onları gerçekleştirmek. Bu yüzden burayı işyeri değil, bir düşyeri olarak tanımlıyoruz. Evet sırada bir dolu düş var gerçekleştirilmeyi bekleyen.” Pepee’den sonra ikinci bir karakter için kolları sıvayan ekip, bu kez ilkokul çağı çocukları için bir çizgi film konsepti geliştiriyor. Ayrıca 2013 yılında vizyona girmesi planlanan bir sinema filmi üzerine çalışıyorlar. Eylül ayında da Pepee’nin anne-çocuk konseptli dergisi yayımlanmaya başlayacak. Düşleri de çok, projeleri de. Anlatıyor.
- Düşyeri Çizgi Film Stüdyosu’yla başlayalım söze. Nasıl bir hayalin ürünü burası?
Hayatım boyunca, mutlu çalışılan, güven duyulan, insana insan olduğunu hatırlatan bir çalışma ortamı hayal ettim. Umudumu kaybettiğim noktada eşim Kıraç, “Madem kendini ait hissettiğin bir işyeri bulamıyorsun, neden bu yeri sen yaratmıyorsun?” dedi. Düşyeri o gün bu fikirle doğdu. Ekip arkadaşlarımı ararken de gördüm ki, aslında benim gibi çok insanın düşüymüş böyle bir çalışma yeri.
- Burada öncelikleriniz neler peki?
Önceliklerimiz, kapitalist sistemin önceliklerinden kopuk değil, evet. Ama biraz daha farklı ve hayattan. Yaptığımız işlerden beklentilerimiz de klasik değil. Biz düşlerimizi gerçekleştirdiğimiz oranda başarılı ve mutlu olan bir ekibiz. O yüzden burayı işyeri değil, bir düşyeri olarak tanımlıyoruz. Düşlüyor ve hayata geçiriyoruz.
- Türkiye’de bir çizgi film sektörü olduğundan söz etmek zor. Siz nasıl bir cesaretle başladınız?
Marmara İletişim mezunuyum ve daha okul yıllarındayken çizgi film konusunda hiç Türk karakter yok diye hayıflanırdım. Sonra hayıflanmaktansa kendim yapmaya karar verdim. Tüm olumsuzluklarına, imkânsızlıklarına, alıcısı olmamasına, altyapısı, nasıl yapıldığını bilen yetişmiş işgücü olmamasına rağmen çok büyük bir inanç ve istekle başladım çizgi filme. Beni en çok motive eden şey aslında bu imkânsızlıklardı. Yılmaz Erdoğan’ın güzel dizelerinden biri ile atıfta bulunursam eğer: “Ben Türkiye’de çizgi film yapabilme ihtimalini sevdim”
- Düşyeri’ni kurduktan sonra, Pepee karakterini yarattınız. Nedir hikâyesi?
Çocuk gelişimi, psikolojisi, beynin yaşlara göre fiziksel ve psikolojik değişimi oldum olası ilgimi çekmiştir. Bu konuda çok okuma yaptım. O yüzden çocuk odaklı bir çizgi film yapmaya karar verdiğimde bu, kolumdaki altın bilezik oldu. Okulöncesi çocuklara hitap eden bir karakter yarattık. 3-4 yaş grubuna hitap ediyoruz. Senaryolar da tamamen yaş grubumuzun özelliklerine hitap edecek şekilde ve yerel öğelerden beslenerek oluşturuldu.
- Adı neden Pepee?
Pepee deyince akla ilk gelen şeyin yabancı çağrışımlar olması beni çok şaşırtıyor ve üzüyor. Aslında hepimizin elini vicdanına koyup nasıl bir kültür emperyalizmi altında olduğumuzu düşünmesi gerek. Pepee yüzyıllardır Anadolu’da, konuşma zorluğu çeken insanlara takılan bir sıfattır. Pepe Ahmet, pepe Ali lerimiz vardır. Ama bizim ilk aklımıza gelen elin İspanyol “Pepe”si oluyor, ne acı… Burada seyirciden tek bir şey için af dileyebilirim, o da sondaki fazladan “e” harfi. Bu, teknik olarak marka ayrıştırması yapabilmek adına konuldu.
- Senaryosunu yazarken nelerden besleniyor, neye özen gösteriyorsunuz?
Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin, baştan beri tüm desteği ile yanımızda. Ayrıca eğitim danışmanları ve pedagoglardan oluşan bir danışma kurulumuz var. Bir de, TRT’nin drama kurulunun onayından geçiyor senaryolar. Sonra canlandırılıyor. Sorunuza dönecek olursam, ben çocukların kendisinden besleniyorum. Parkta, yakınlarımdaki her çocuk benim Pepee’ye katabileceğim güzelliklerle dolu.
- Gündemin bu kadar boğucu olduğu bir ortamda çizgi film yaparak çocukların dünyasına hitap etmek sizin için nasıl bir çıkış aynı zamanda?
Çocukların dünyası o kadar saf, o kadar sonradan kurulmuş sistemlere, dayatmalara, toplu yaşarken geçirdiğimiz evrimlere ve geldiğimiz dünya konjonktürüne uzak ki... Orada, onlarla beraberken, yazarken, izlerken ben de aslında kendim için Pepee’nin dünyası gibi bir dünya hayal ediyorum. Keşke hayat onun dünyasındaki olgulardan ibaret olsa. Gelişiyoruz derken ne çok yıpranıyoruz, kendimizi doğamızı ve sınırlarımızı ne çok zorluyoruz! Oysa çocukken dünya çok başka. Ben de çocukluğuma dönüyorum Pepee ile.
- Senaryoyu siz yazıyorsunuz, müziklerini eşiniz Kıraç yapıyor. Peki kızınız nasıl buluyor Pepee’yi?
Iraz Elif tam bir Pepee fanatiği. Geçen günlerde, Pepee oyuncaklarının numuneleri geldi. Iraz Elif yanımdaydı ve o oyuncağı kucağına alıp “oğluum, canım Pepeem” diyerek sarıldı. Tabii ki, işin başarısını en yakınınızda görmek mutluluk verici.
- Yeni dönem için nasıl hedefler var önünüzde? Hatta sanırım hayaller de demek gerek...
Bir dolu düş var sırada, gerçekleştirilmeyi bekleyen. Bu proje, dört yıllık bir emeğin ürünü. Şimdi ikinci bir karakter için kolları sıvadık. Bu ülkenin çocuklarına faydalı ve eğlendirici çizgi filmler yaparken müthiş eğlenen bir ekibiz. Ancak bu kez yaş grubumuz 6-9, yani ilkokul çağı çocukları. Bir de 2013’de vizyonu planlanan bir sinema filmimiz var. Bu arada Pepee için çalışmalar da sürüyor. Eylül ayında Pepee’nin anne-çocuk konseptli dergisi çıkacak. Anlayacağınız bizde proje de çok, düş de...