Türkiye’de Altın Madenciliği: 'Ya madencilik ya çevre' paradoksu
İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. A. Ekrem Yüce, Türkiye’de “Ya Madencilik ya da Çevre” gibi anlaşılması ve kabul edilmesi olanaklı olmayan bir paradoks yaşandığını söyledi. Maden Mühendisi Mehmet Torun ise, altın üretiminin ülkemize ciddi bir katkısı olmadığı gibi; çevre kirliliği, doğal yıkım, kaynak kaybı gibi pek çok olumsuzluğu beraberinde getirdiğini söyledi.
Zeynep ÇamMadenler bakımından zengin bir ülke olan Türkiye'nin, Maden Tetkik Arama Enstitüsü'nün (MTA) raporuna göre bilinen ve envanteri yapılmış toplam altın rezervi 1.175 ton. Bazı çevrelere göre potansiyel rezerv yaklaşık 5 bin ton. Aktif olarak üretim yapan işletme sayısı ise 18 olurken uzmanlar, ülkede üretilen toplam altın miktarını 382 ton olarak belirtti.
Uzmanlar, insan ve çevreyi öncelik alan, şeffaf bir işletmecilik ile madenciliğin ekonomiye katkılı hale getirilmesi için yapılması gerekenlerin Cumhuriyet.com.tr'ye anlattı.
İTÜ Maden Fakültesi Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. A. Ekrem Yüce, madenlerin refah ve iyi yaşam koşullarını olanaklı kılan hemen her türlü araç gereç ve malzemenin ana girdilerini oluşturduklarını anlattı. Yüce, madenlerin kullanılmasının tercih unsuru değil, bir zorunluluk olduğunu söyledi.
Madenlerin diğer doğal kaynaklardan önemli bir farkının, yenilenemez ve bulunduğu yerde çıkarılması olduğunu belirten Yüce, “Bu işlemlerde ise bulunduğu doğal topografyaya geçici olarak müdahale edilmesi gereken kaynaklar olarak tanımlanır. Yaşamın sürdürülebilirliği için bu kaynakların vazgeçilmezliği hatta büyük çoğunluğunun ikamesinin olanaksızlığı, üretilmesini zorunlu kılmaktadır.”
Türkiye’deki altın rezervleri konusunda farklı görüşler öne sürüldüğüne dikkat çeken Maden Mühendisi Mehmet Torun ise "Bazı çevrelere göre potansiyel rezervin yaklaşık 5 bin ton olduğu dile getirilmektedir. Bugün itibarıyla 18 işletmede aktif olarak üretim yapılırken, ülkemizde bugüne kadar üretilen altın miktarı 382 tondur" dedi.
YASAL TANIMI
Peki, düzenleyici yasanın tanımı nasıl?
Anayasanın 168. Maddesi; "Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını belli süre için gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi tabii servet ve kaynağın arama ve işletilmesinin, Devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler ilgili kanunlarda gösterilmiştir" diyor.
Öte yandan yasanın bu maddesinden hareketle Yüce, “Madenciliğin ‘Devletin hüküm ve tasarrufu altında, yine Devletin belirlediği (izin verdiği) alanlarda, ancak ve ancak yine Devletin yasalarıyla belirlenmiş düzenlemeleri, gözetim ve denetimleri ve yaptırımları’na bağlı olarak sürdürülecek bir endüstriyel faaliyet olduğu açıktır” değerlendirmesinde bulundu.
DEVLET "EV SAHİBİ", MADENCİ "KİRACI"
Yüce sözlerine şöyle devam etti: "Kuralları koyan, düzenleyen, uygulayan ve denetleyen Devlet 'Ev sahibi', kurallara uyan, uygulayan, üretimi yapan ve yasal zorunluluklarını yerine getirmek durumunda olan Madenci ise 'Kiracı' konumunda olarak bu faaliyetler sürdürülmek zorundadır. Bu durum, Dünya’da nasıl yürütülüyorsa, ülkemizde de aynen uygulanmalıdır, çoğu örneklerde olduğu gibi de uygulanmaktadır."
“YA MADENCİLİK YA DA ÇEVRE” PARADOKSU
Türkiye’de “Ya Madencilik ya da Çevre” gibi anlaşılması ve kabul edilmesi olanaklı olmayan bir paradoks yaşandığını anlatan Yüce, şu ifadeleri kullandı:
“Bu iki kavram, gerek sosyolojik, gerekse de bilimsel ve ekonomik olarak birbirlerinin karşıtlığı (tezi-antitezi) değildir. Hiçbir ülkenin, hiçbir madensel kaynağını göz ardı edemeyeceği modern bir madencilik anlayışında temel ‘motto’nun 'Önce insan, sonra çevre ve daha sonra madencilik' yaklaşımı dikkate alındığında, 'Madencilik nasıl yapılmalıdır' sorusunun yanıtı net olarak bellidir. Ancak bilimsel hiçbir temeli olmayan, ön yargılı ve peşinci bir anlayışla “'asaklayalım, üretmeyelim' tavrının da sorgulanması gerektiğini düşünmekteyim.”
TOPRAK ALTINDAKİ ALTIN EKONOMİYE NASIL KAZANDIRILMALI?
“Benim açımdan madenin özel olarak adının ne olduğunun önemi yoktur” diyen Yüce, şunları kaydetti:
“Bilim ve tekniğe inanan, mesleğinde bunu uygulayan bir mühendis ve bir akademisyen olarak konunun teknik içeriğinde altın madenciliği, bakır madenciliği, krom madenciliği gibi bir ayrım yapmam. Bu madencilik faaliyetlerinin her birinin kendine özgü üretim koşulları vardır. Altın madenciliğinde siyanür kullanımı, tartışmaların odağına oturur. Oysaki hangi endüstriyel faaliyetlerde ve ne miktarlarda bu kimyasalın kullanıldığı / kullanılması gerektiği çok konuşulmaz. Ya da ülkelerin ekonomik varlıklarının bir ölçüsü olması, hangi ülke insanı olursa olsun -ki ülkemizde bu durum ayrıca çok önemlidir- “kara günlerinde bir emniyet varlığı” olarak tercihlerini bu metale yönlendirdikleri, bu tercihin de geçmişten geleceğe çok değişmeyeceği davranışı üzerinde durulmaz. Kişisel olarak tercihim içinde olmayan bu metalin, benim kişisel yaklaşımımla da ortadan kalkmasını, vazgeçilmesini beklemem.
Diğer yandan tüm sektörlerde olduğu gibi Madencilikte de, Sermaye yapısı seçimi ekonomik bir sistem tercihine bağlıdır. Tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Ancak bu tercihin sadece madencilik üzerinden yapılması doğru bir tartışma alanı yaratmaz. Madencilik alanında ev sahibinin Devlet ve kurumları olduğu unutulmamalıdır.”
Yüce, toprak altındaki altın ya da herhangi bir madenin ekonomiye kazandırılması için uygulanması gereken prensipleri şu şekilde sıraladı:
- Tüm kurum, kurul ve kuruluşların sorumlulukları ve zorunluluklarını tavizsiz yerine getirdiği,
- Bilimsel ve teknik verilere dayandırıldığı,
- Kayırma ve ayrıcalık sağlanmadığı,
- Her aşamasında mühendislik bilgi ve becerilerinin kullanıldığı Şeffaf işletmecilik,
- En önemlisi toplumsal yarar ve hukuk prensiplerin sımsıkı uygulandığı bir model.
Kullandığı kimyasal ve oluşan atıklar açısından kısmen farklılık taşıyan altın madenciliğinde ise; Dünya’da uygulanagelen “en iyi çevre yönetimi standartlarına (ISO 14001)” uygunluk içinde, kimyasal ve atıkların yönetimi, risk değerlendirmesi, acil eylem planları, faaliyet sonrası rehabilitasyon reklamasyonu ve doğaya yeniden kazandırma ilkelerine bağlılık temelinde istediğiniz metali ekonomiye kazandırmanın son derece olanaklı olduğu anlaşılacaktır.
İNSAN-ÇEVRE-SAĞLIK ÖNCELİĞİNDE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
“Türkiye’de, planlı bir ekonomik sistemin uzun erimli uygulanmıyor olması, günübirlik ve bireysel kararlara dayalı, sık sık yasa ve yönetmeliklerin değiştirilmesini en belirgin hataların başında görüyorum” diyen Yüce, şunları söyledi:
“Öte yandan madencilik faaliyetlerinin düzenlenmesindeki başat sorumlu Devlet kurumları ve yasaları ile; hiçbir tüzel, özel kurum ve kuruluşa ayrıcalıklı davranmadan ve toplumsal katkı ile ülke ekonomisinin esenliği noktasında ilkeli ve sürdürülebilirlik esasına dayalı bir yönetim modelinin uygulanması gerekmektedir.
Önceden belirttiğim gibi; ya madencilik ya da çevre ikileminden hızla kurtulması, yasaklayıcı ve kapatır kurtuluruz anlayışından ziyade, insan ve çevreyi önceleyen, şeffaf bir işletmeciliğin ekonomiye katkılı hale getirilmesi uzun soluklu bir politika olarak yürütülmelidir. Kısacası; konunun tarafları (Devlet ve maden işletmecisi) ulusal katkı ve toplumsal yarar önceliğinde yükümlülük ve yetkinliklerini şaşmaksızın yerine getirmek zorundadırlar.
Unutmamak gerekir ki; herhangi bir endüstriyel faaliyetin – madencilik de dahil- sıfır risk, sıfır kirlilik, sıfır çevre hasarı biçiminde faaliyetini sürdürmesi olası değildir. Aslolan insan-çevre sağlık önceliğinde, sürdürülebilirlik ve hatasızlık ilkesiyle çalışmalarını sürdürmeleridir.”
"MERKEZ BANKALARININ KARANLIK KASALARINA HAPSETMİŞTİR"
Maden Mühendisi Mehmet Torun, altının yüzyıllardır insanlığın ilgisini çeken bir maden olduğunun altını çizerek, "Hava ve sudan etkilenmemesi, kolay işlenmesi, doğal renk ve parlaklığı gibi nedenlerle takıların, süs nesnelerinin ve kutsal objelerin temel hammaddesi olmuştur. Feodalizmin egemen olduğu dönemlerde kral hazinelerinde konak ve saraylarda sahne alan altın; kapitalist üretim ilişkilerinin başlangıç döneminde para piyasasının altına dayandırılması ile merkez bankalarının karanlık kasalarında hapsedilmiştir. Yenilip, içilmeyen doğal ortamda bozulmayan, istenildiğinde kolaylıkla paraya dönüştürülen altın günümüzde de bir varlık belirtecidir. Altın; şahısların tasarruf aracı, şirketlerin sermayeleri olarak korunmakta ya da altın üretimi ile ilgili madencilik alanında faaliyet gösteren şirketlerin ve altın tekellerinin hisse senetlerinin borsada değer kazanması veya kaybetmesinin önemli bir aracı durumundadır. Dünyada bugüne kadar yaklaşık 200 bin ton altın üretimi yapılmıştır. Bu üretimin çok küçük bir kısmı (yüzde 5-7) sanayide kullanılmış, neredeyse tamamına yakını süs eşyası olarak ya da değişim aracı olarak kasalarda tutulmuştur" dedi.
POTANSİYEL REZERV 5 BİN TON, ÜRETİLEN 382 TON
Türkiye’deki altın rezervleri konusunda değişik görüşler öne sürüldüğünden bahseden Torun, şu şekilde konuştu:
“Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA) raporunda; ‘Altın, dünya rezervleri içinde yüzde 0.5’ten fazla (yaklaşık yüzde 2) paya sahip olduğumuz madenler arasındadır. Bu durumda Türkiye altın madeni bakımından zengin bir ülke olarak görülmektedir’ denilmektedir. MTA’nın 2016 yılında hazırladığı ‘Türkiye ve Dünya’da Altın’ isimli raporunun 16. sayfasında ‘Türkiye’nin bilinen ve envanteri yapılmış toplam altın rezervi 1.175 tondur.’ denilmektedir. Bazı çevrelere göre potansiyel rezervin yaklaşık 5 bin ton olduğu dile getirilmektedir. Altın madeni bulunma olasılığı yüksek sahaların aranması ve işletilmesi için çoğu arama ruhsatı olmak üzere 100 civarında ruhsat alınmış olup çalışmalar yoğun olarak sürdürülmektedir. Bugün itibarıyla 18 işletmede aktif olarak üretim yapılmaktadır. Ülkemizde bugüne kadar üretilen altın miktarı 382 tondur.”
ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER VE YERLİ ORTAKLAR
Ülkemizde altın üretiminin tamamına yakını; çok uluslu şirketler ve yerli ortakları tarafından yapıldığına dikkat çeken Torun, şu ifadeleri kullandı:
“30 yılı aşkın süredir Türkiye’de bulunan bu şirketler; madencilik sektörüne; devlet desteği, teşvikler, bürokrat, siyasetçi kadroları ve işbirlikçileri ile girmiştir. Bu durum; neoliberal ekonominin bir gereği olarak gösterilmiş olup yabancı şirketler ürettikleri altın madenini serbest piyasa mekanizması gereği istedikleri şekilde tasarruf edebilmektedir. Bu şekilde yapılan üretimin ülkemize ciddi bir katkısı olmadığı gibi pek çok olumsuzluğu (çevre kirliliği, doğal yıkım, kaynak kaybı vb.) beraberinde getirmektedir.
Ülkelerin merkez bankalarının altın rezervleri değişkenlik gösterebilmektedir. İki yıllık değerlendirmede, batılı ülkelerin altın rezervleri sabit kalmışken, Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerin altın rezervlerinde artış görülmektedir. Bu; çok farklı irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekli bir alan olup ayrı bir uzmanlık konusudur.”
“DOĞANIN İNSANLIĞA SUNDUĞU…”
Madenlerin; milyonlarca yılda oluşan, tüketildiğinde yerine konulamayan, hiçbir kişi ve zümrenin emeği olmadan oluşan, doğanın insanlığa sunduğu ortak değerler olup insanlığın yararına plânlı ve rasyonel bir biçimde üretilmelerinin zorunlu olduğunu belirten Torun son olarak şunları söyledi:
"Bu anlamda; altının öncelikle insanlık için gerekliliği ile çevresel ve diğer alanlardaki etkileşimleri de dikkate alınarak altın işletmeciliğinde kamu/toplum yararı bulunup bulunmadığının detaylı şekilde irdelenmesi ve buna göre karar verilmesi gerekmektedir."