Türkiye uçurumun kıyısında

Kendimizi kandırmayalım. Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.

Zülfü Livaneli

Mecelle’nin önemli bir kuralı olan “ehemmi mühimden ayırmak” becerisini gösteremeyiz.

Bütün genellemeler gibi bu genellemeyi de haksız çıkaran akıllı insanlar var bu ülkede ama ne yazık ki savaş borazanları öterken, flütlerin sesi pek duyulmaz. Çok gürültü çıkaran boş tenekelerin sesi daha yüksek çıkar.

Son ayların siyasi gelişmelerini; en basit, en yalın biçimde nasıl anlatırım diye düşündüm ve izninizle popüler kültürden yararlanmaya karar verdim.

Bir film sahnesi...

Gözümüzün önüne bir film sahnesi getirelim: Bir arka odada poker masası kurulmuş, herkesin önünde kâğıtlar, fişler... Oyunun sonuna doğru gerilim iyice yükseliyor. Patron olduğu belli iri yarı adam epey yüksek bir pey sürüyor ortaya, herkese rest çekiyor. Bazı oyuncular çekiliyorlar. Oyuna yeni giren genç bir adam ise resti görüyor. Elindekileri ortaya sürüyor. Herkes nefesini tutmuş, kâğıtların açılmasını bekliyor.

Bu arada patronun adamlarının elleri silahlarında. Odada tehdit edici bir hava var. Sonunda eller açılıyor ve şaşırtıcı biçimde patronun kaybettiği, genç adamın ise kazandığı görülüyor. Herkes şaşkın şaşkın birbirine bakıyor, çünkü bu duruma hiç alışık değiller.

Patron nasıl kaybeder? Böyle bir durum kabul edilebilir mi? Odadakiler kuşku içinde iri yarı patrona bakıyorlar ve beklenen tepki gecikmiyor. Patron dehşetli bir hamleyle masayı deviriyor; pullar, paralar, kâğıtlar dağılıyor. Adamları silahlarını çekip ortalığı daha da karıştırırken, patron “Oyun tekrarlanacak’” diye bağırıyor. “Yeniden kurun masayı.’’ Bir iki kişi itiraz edecek gibi olunca, silahlar ateşleniyor, ortalık kan gölüne dönüyor. Bu arada bazıları da başka bir odaya çekilip, olan bitenin hiç farkında değilmiş gibi, acaba bir orta yol bulabilir miyiz, acaba ortak davranabilir miyiz diye laf olsun torba dolsun kabilinden uzun görüşmeler yapıyorlar. Durumu anlayan insanlar ise bu oyunun kurallarının olmadığını, patron kazanana kadar hep tekrar edileceğini anlıyorlar. Patronun yeni oyundaki hedefi; genç adamı oyun dışı bırakmak.

Kuralsız oyunlar

Bu ülkede ne yazık ki oyunlar kuralsız oynanır. Çünkü iliklerimize kadar işlemiş bir otorite anlayışımız var. “Zor oyunu bozar” ya da “Emir demiri keser” sözlerini hangi gelenek yaratmış acaba? Ya “Gelen ağam, giden paşam” sözünü?

Bir örnek vereyim: Devrik padişah Abdülhamit, Beylerbeyi Sarayı’nda “ihtilattan men edilmiş” biçimde yaşarken, ona dışarıdan haberler getiren askeri doktoru, 1917 yılında bir gün Rusya’da ihtilal olduğunu aktarıyor. Abdülhamit buna inanamayacağını söylüyor; yalandır, tek taraflı barış yapmak için göstermelik bir ihtilaldir, diyor. Doktor sebebini sorunca, padişahın verdiği cevap çok ilginç: “Dünyada iki millet vardır ki başlarında bir çoban olmadan yaşayamazlar. Ruslar ve Türkler.”

Acaba tarih padişahı haklı mı çıkarmakta? Rusların sarayda çok nüfuzu olan papaz Rasputin’den yüz yıl sonra gele gele Putin’e varmaları rastlantı olabilir mi? Ya Türkiye’nin, monarşinin yıkılışından yıllar sonra tekrar sultanlık özlemini saklamayan bir siyasetçiye yüzde 52 oy vermiş olmasına ne demeli?

Denetim ve denge

Bir Anglosakson modeli olan “demokrasi kurum ve kuralları” bizim gibi ülkelere uygulanamıyor mu yoksa? Demokratik rejimin olmazsa olmazı; denetim ve denge (checks and balance) ilkesi bizim gibi ülkelerde işlemiyor mu? Yasama, yürütme ve yargının tek kişide toplandığı bir rejime demokrasi denilebilir mi? Sadece sandığa indirgenmiş bir rejim, seçilmiş krallar yaratmaktan başka bir işe yarar mı? George Washington’un dediği gibi “yöneticileri anayasanın çarmıhına germek” güvencesi bize uygulanabilir mi? Yoksa “Anayasa da neymiş ulan?” diye narayı basan mı kazanır?

Kanlı oyun

Kendimizi kandırmayalım. Şu anda gırtlağına kadar yolsuzluğa, hırsızlığa, hukuksuzluğa, şiddete, kuralsızlığa batmış, uçurumun kıyısına gelmiş bir ülkeyiz.

Sonucu hoşa gitmeyen seçimleri tekrarlamak, “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen ve sözünü tutan HDP’yi dışlamak, küçük düşürmek, yok etmek, böylece sultanlık için gereken Meclis çoğunluğunu elde etmek için kanlı bir oyun oynanıyor.

Her zaman olduğu gibi bedeli yine masum, iyi niyetli, garip çocuklarımız ödüyor. Suruç’ta “her biri cihan parçası” evlatlarımız parçalanıyor, gencecik askerlerimiz, subaylarımız, polislerimiz “hayın tuzaklarda, kan uykularda” can veriyor ve ne yazık ki Türkiye bir iç savaş ortamına çekiliyor. Amaç ne: İktidar, sadece iktidar. Asyalıların asırlardır söylediği gibi “kaplanın sırtına binen oradan inemez”. Çünkü inerse kaplan parçalayacaktır onu. Bu yüzden ömür boyu orada kalmaya mahkûmdur.

Türkiye’deki siyaset oyunu bu kurala göre işliyor. AKP’nin iktidar yılları öylesine anayasa ihlalleriyle, öylesine suçlarla dolu ki hesap vermemek için her şeyi göze almış durumdalar. Bu yüzden masayı dağıtıp, ortalığı kana boğuyorlar. Koalisyon görüşmeleriyle de göz boyuyor, zamanın dolmasını bekliyorlar.

Emir demiri kesince...

Bizim gibi ülkelerde hiçbir siyasi analiz, liderin psikolojisi ve oyun planı hesaba katılmadan yapılamaz / yapılmamalı. Çünkü yanlış çıkar.

Bu ülkeyi yerleşik kurallar ve kurumlar yönetmiyor, emir demiri kesiyor. Hep birlikte düşünelim: Yeni seçilen bir Fransız Cumhurbaşkanı, “Ben başkanlık makamını Elysee’den taşıyorum. Keyfime göre muazzam bir saray yaptırıp oraya geçiyorum” diyebilir mi? Otel değiştirir gibi Cumhurbaşkanlığı makamını değiştirebilir mi? Bir Amerikan başkanı “Beyaz Saray’ı beğenmedim, kendime yeni bir saray yaptırdım” dese Amerikan kurumları aval aval seyredebilir mi? Gerçekten kendimizi kandırmayalım? Ne kadar acı olursa olsun, gerçeğin gözünün içine bakmakta yarar var.

Türkiye’de olup biten her şey bir “seçilmiş kral”ın iradesine göre şekilleniyor. AKP’nin CHP’yle yürüttüğü sözüm ona koalisyon görüşmeleri de Erdoğan’ın isteğine uygun olarak, süre doldurma amacına hizmet ediyor. Laf olsun torba dolsun misali, CHP dış politika, terör, ekonomi, eğitim vs. gibi konulara ait düşüncelerini (yani basılı programını) anlatıyormuş, AKP’liler de sessizce not alıyormuş. Tiyatronun böylesine “amatör” bile denmez. CHP’nin daha başta AKP’ye söylemesi gereken şuydu: “Sorumlu bir parti olarak ülkeyi hükümetsiz bırakmamak için sizinle görüşürüz ama önce vesayet altında olmadığınızı ispat etmeniz gerekir. Bunun da ilk şartı yolsuzluk, TIR’lar, Uludere gibi dosyaların ele alınması ve Meclis soruşturmalarının, yargılamaların başlamasıdır. Bunu yapmadığınız sürece rüştünüzü ispat etmiş sayılmazsınız.” Ama ne yazık ki iktidar ortağı olmaya hevesli bazı CHP yöneticileri, göle maya çalar misali, ya tutarsa diyerek, “avara kasnak” görüşmeleri devam ettirerek kamuoyunu oyaladılar ve başkan babanın “İşte görüyorsunuz, hükümet kurulamadı” diyerek ülkeyi erken seçime götürmesinin bahanesini oluşturdular.

‘Baba’nın planları!

Başkan babanın birinci planı erken seçime götürmek. Kendi deyimiye “tekrar seçim” yaptırmak. (Ne demek tekrar seçim? anayasada ve seçim kanununda böyle bir tanım var mı?) İkinci plan ise erken seçim ortamına, seçmenin korku içinde gitmesi. Seçmen kitlelerine “Bak ülke perişan oldu, hadi yine istikrar sağlamak için babamıza sığınalım” dedirtmek. Ve HDP’yi tırpanlayarak, “Seni başkan yaptırmayacağız” sözünü yalatmak. Kan bu yüzden dökülüyor, ocaklara bu yüzden ateş düşüyor.

Bu ülkeyi gerçekten seven yurtseverlere düşen görev, akıllı olmak, durumu iyi değerlendirerek kan tuzaklarına sürüklenmemek, kutuplaşma şehveti içinde “Yaşasın ölüm” çığlıkları atmamak ve her şeye rağmen barışı, insanlığı, kardeşliği savunmaya devam etmek.

Asıl sorumlu

Şimdi bazı okurların can alıcı soruyu sorduğunu duyar gibiyim: “İyi ama PKK bu kadar adam öldürürken barış nasıl savunulacak? Bu saldırılara cevap verilmeyecek mi?” Haklısınız; hiçbir devlet silah bırakmaz ve şiddeti ezmek için şiddet kullanır. Ama buradaki soru şu:

Acaba bu eylemleri kim yapıyor, niçin yapıyor? Demirtaş’ın “kirli” diye nitelemekten çekinmediği eylemlerin asıl sorumlusu kim?

Suruç katliamında bütün öfke IŞİD’e yönelmişken, boğayı kendi üzerine çekmek için kırmızı pelerin sallar gibi hedef şaşırtmaktan başka bir anlamı olmayan biçimde, iki polisimizi uykularında kurşunlamak hangi amaca hizmet ediyor?

PKK yöneticilerinin Demirtaş’ı eleştiren ve son olarak, parlamentodan vazgeçin anlamına gelircesine “Halkın içine, köylere çekilin” açıklaması, hangi iradenin işine geliyor? TBMM’de 80 milletvekili ile sesini duyurmak, köylere çekilmekten daha iyi değil mi? Başbakan yardımcısı niçin Demirtaş’ı, Öcalan’a ihanet etmekle suçladı, Brütüs dedi? Neden dolayı “Öcalan milli çizgide ama HDP değil” diyorlar, kısacası Öcalan’a bayılan iktidar odakları niçin HDP’yi şeytanlaştırmaya çalışıyor.

Niçin?

Unutulmasın ki; yüzde 6 civarında oya sahip olan HDP’yi parti olarak seçime sokmak, onları baraj altında bırakma, böylece AKP’ye başkanlık konusunda yeterli çoğunluğu sağlama girişimiydi.

Ama hem konjonktür, hem de HDP’nin ön plandaki yüzlerinin yürüttüğü sempatik propaganda ve “Türkiyelilik” vurgusu, yüzde 13 başarı getirerek oyun planını bozdu. Şimdi geri alınmak istenen budur. Kan bu yüzden akıyor.

Ve bu kargaşada kim kiminle ortak, kim kimin değirmenine su taşıyor, anlamak çok zor. Her şey gördüğümüzden ibaret değil.

Siyaset sözlüğünde merhamet maddesi yoktur. (Unutmayalım ki ABD Pearl Harbour baskınını önceden haber aldığı halde önlemedi; sırf Japonya’ya misilleme yapabilmek amacıyla Japon uçaklarının onca Amerikalıyı öldürmesine, gemilerini batırmasına izin verdi. Yani oyun içinde oyun oynanır ve sıradan yurttaş olarak bunları bilmemiz çok zordur.)

Son söz

 Laik, demokrat, kardeşçe yaşanan, barış içinde bir Türkiye’yi özleyen herkesin çok dikkatli olması gerektiği, oyun içindeki oyunları anlaması, birbirini uyarması gerektiği kanısındayım. Çünkü siyasetin elindeki en büyük koz, provokatif eylemlerle, manşetlerle kandırabileceği halk kitleleri, daha doğrusu “millet”in aptal kesimidir.

Geleceğe olan umudumuzu hiç yitirmedik. Zulüm ve kan ne kadar artarsa artsın, geleceği haktan hukuktan, demokrasiden, barıştan yana olanlar kuracaktır.

Bu zor yılları birbirimizi kırmadan dökmeden, dayanışma içinde, dikkatli, anlık öfkelere kapılmadan, soğukkanlılıkla atlatmak zorundayız. İnsanlık onuru bu zulmü de yenecektir.