Türkiye Süratle Normalleşmelidir...
cumhuriyet.com.trBugün siyasette hararetli tartışma konusu olan pek çok gündem maddesi, toplumu tam ve doğru temsil etmeyen bir parlamento yapısında ele alınmakta, bu da toplumda güven kaybına, kamplaşmaya ve kutuplaşmaya yol açmaktadır. Buradan doğru bir sonuca, sağlıklı bir uzlaşmaya varmak mümkün gözükmemektedir. Ancak seçim sonuçları iptal edilemeyeceğine göre, yapılması gereken en doğru iş, seçime gitmektir. Bu seçim temsilde adaletin oluşmasına hizmet edecektir.
Türkiye, küresel ekonomik krizden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Başbakan Erdoğan, “Kriz bizi teğet geçecek” demesine rağmen, 2009’un ilk üç ayında ekonominin yüzde 14 küçülmesi, ticaretteki küçülmenin yüzde 25’i bulması ve artan işsizlik, krizin gerçek boyutlarını ortaya çıkardı. Özellikle kentliler ve orta direk, büyük bir işsizlik baskısı altında, elindeki işini de kaybetme telaşı içinde, geleceğe umutsuzluk ve karamsarlıkla bakıyor. Yoksullarsa zaten bu sorunları uzun süredir yaşıyordu, bu şimdi de devam ediyor. Bu tabloya rağmen Türkiye’nin küresel krizden diğer ülkelerden farklı biçimde etkilenmesi ve görülmesi aile yapısından da kaynaklanıyor. Sağlam aile yapısı hâlâ etkisini gösteriyor ve Türkiye’yi koruyabiliyor.
Öte yandan siyasetin gündeminde ise kurumlar arasındaki son uyumsuzluk, yürütme ve yargı arasındaki gerilim, anayasa tartışmaları gibi konular yer almaktadır. Bu konular rejim açısından çok önemli olmakla birlikte halkın gerçek gündeminden uzak konulardır. Halkın gündemi ile siyasetin gündemi giderek birbirinden kopmaktadır.
Bugünkü parlamento kısa sürede çok sayıda yasa çıkarmakla övünüyor. Evet doğrudur. Ancak çıkarılan yasaların büyük bir bölümü, toplumsal mutabakat oluşmadan, muhalefetle uzlaşma aranmadan, iktidarın parlamentodaki parmak çoğunluğuna dayanarak, “milli irade ve egemenlik” gerekçe gösterilerek tek yanlı olarak sessizce Meclis gündemine taşınıyor. Ancak bu tek yanlı girişimler toplumda, sonradan gecikmeyle duyulunca, güvensizlik doğuruyor, hem siyasette hem de toplumda kamplaşma ve kutuplaşma artıyor.
Parlamentolar, halkın doğru temsiline dayandığı müddetçe, siyasi tartışmalar demokrasinin doğal bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Böyle tartışmalardan kalıcı ve rejim için sağlıklı uzlaşmalara da ulaşılabilir. Ancak, eğer bu tartışmanın yapıldığı parlamento, halkın tercihlerini doğru yansıtmıyorsa, bir başka deyişle milletvekili dağılımı, seçmenlerin gerçek temsilini yansıtmıyorsa, siyasi tartışmaların halkın tercihleriyle örtüştüğünü söylemek de mümkün olmaz. Bugün ülkemizde yaşanan gerçek tam da budur.
Aşağıdaki tabloda 2007 Genel Seçimleri ve 2009 Yerel Seçimlerine ilişkin istatistiki bilgiler yer alıyor.
AKP, 2007 genel seçimlerinde ilan edilen yüzde 46.6 oy oranıyla 341 milletvekili çıkarmıştı. Ancak, yukarıdaki tabloya bakıldığında, bu milletvekili sayısının, doğru bir temsili ifade etmediği, olması gerekenin üzerinde olduğu görülüyor. Çünkü, bu tabloya göre, Yüksek Seçim Kurulu, 2007’de resmileştirdiği seçmen sayısının aslında yanlış olduğunu, 2009 yerel seçimlerinde gerçekleşen sayılar ile tescil ediyor. 2007 genel seçimleri AKP’nin en güçlü olduğu bir dönemde, düşük bir seçmen sayısıyla gerçekleşmiştir. Böylece YSK, hem 298 sayılı yasa ile verilen görevleri doğru biçimde yerine getirmemiş, hem de Türk demokrasisi ve siyasetini tartışmalı bir noktaya taşımıştır. Son yerel seçimlerde oy veren vatandaşlar gerçek, oylar resmi ve doğru kabul edileceğine göre (ve seçmen sayısının iki yıl içerisinde 5 milyondan fazla artması mümkün olmadığına göre), 2007 seçimlerinde, seçmenlerin eksik düzenlenmesi sonucu, oyların Meclis’e tam ve doğru yansımadığı ortaya çıkıyor.
2007 genel seçimlerinin, YSK’nin doğruluğu üzerinde ısrarlı savunularına rağmen artık eksik seçmenlerle yapıldığı bugün kesin olarak ortaya çıkmıştır. 2007 genel seçimlerinde seçmenlerin ve oy kullananların sayısı, bilerek veya bilmeyerek düşük tutulmuş, dolayısıyla da AKP’nin oy oranı da gerçeküstü bir biçimde yükseltilmiştir. Bu durum Meclis kompozisyonuna da yansımıştır.
Dolayısıyla, bugün siyasette hararetli tartışma konusu olan pek çok gündem maddesi, toplumu tam ve doğru temsil etmeyen bir parlamento yapısında ele alınmakta, bu da toplumda güven kaybına, kamplaşmaya ve kutuplaşmaya yol açmaktadır. Buradan doğru bir sonuca, sağlıklı bir uzlaşmaya varmak mümkün gözükmemektedir. Ancak seçim sonuçları iptal edilemeyeceğine göre, yapılması gereken en doğru iş, seçime gitmektir. Bu seçim temsilde adaletin oluşmasına hizmet edecektir.
Bu seçimlerden sağlıklı bir sonuç alınabilmesi de, siyasi tartışma gündeminin halkın beklentileriyle örtüşmesine bağlıdır. Türkiye’de herkes daha fazla demokrasi istiyor.
Toplum, inançlarına saygısızlık yapılmasına karşı çıkıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri en çok güven duyulan kurum olma özelliğini koruyor. Doğu ve Güneydoğu Bölgesi Türkiye’nin en az gelişmiş ekonomik ve demokratik bölgesi olma özelliğini taşıyor.
Yurttaşların önemli bir bölümü siyasette yeni oluşumlara sıcak bakıyor. Avrupa Birliği’ne olumsuz bakanların oranı artıyor vb.
Çeşitli kamuoyu araştırmalarının da ortaya koyduğu bütün bu bulgular doğrudur. Ancak Türk halkı, yapılacak bir seçim öncesinde, Türk siyasetinin ve toplumun gündemini işgal eden temel sorunlar hakkında, siyasi partilerin ne yapacaklarını açıkça ve net olarak söylemesini duymak ve siyasi tercihlerini bunlara göre yapmak istiyor.
Bütün siyasi partiler, öncelikle ekonomik ve sosyal konularda, örneğin işsizlik, reel ekonominin geleceği, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik gibi alanlarda; bununla birlikte anayasa tartışmalarında, demokrasi ve insan hakları alanında, Kürt sorununda, inanç konularında, yargı ve adalet sistemine ilişkin tartışmalarda, dış politikada ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde, ne düşündüklerini, iktidar-muhalefet, sonuçlar ne olursa olsun nasıl bir politika izleyeceklerini, ne yapacaklarını somut olarak topluma anlatmalı ve buna göre oy istemelidirler.
Tercihler partilerin bu açıklamalarına göre belirlenmelidir. Milli iradeden ve halkın egemenliğinden ancak o zaman daha doğru biçimde bahsetmek söz konusu olabilir. Aksi bugünkü durumun devamı olur. Onun da adı demokrasi yönetimi değil, algılama yönetimidir.
Bu seçim ile birlikte hem siyasette hem de medyada taşların yerine oturmasının tek yolu budur. Aksi halde toplum siyasetçiye güven kaybetmeye devam etmektedir. Toplumda kamp-laşma ve kutuplaşma sürerken demokrasi de bundan ciddi yaralar almaktadır.
BÜLENT Tanla / 22. Dönem CHP İstanbul Milletvekili