‘Türkiye büyüyor ama’...
Yıllar sonra bugünleri anlatan en tesirli hikâyelerden biri muhtemelen onlarınki olacak; emek, gelir adaletsizliği, sendikal haklar, büyüyen Türkiye efsanesi üzerine edilecek uzun cümlelere lüzum kalmadan özetleyecekler her şeyi.
Pınar Öğünç/CumhuriyetTopkapı’da buluştuk, son 140 günü kapısındaki grev çadırında geçirdikleri fabrika, yürüyerek 10 dakika sürmez. Cem Benli, 13 senedir Ülker’de çalışıyordu. Murat Topal 12 yıl boyunca birçok işçi gibi fabrikanın çikolata, gofret ve bisküvi kısımlarında, farklı departmanlarda bulundu. En eskileri 15 yıl öncesini bilen Ercan Durak. Bilal Cansu ise 6.5 yıldır Ülker işçisiydi. 140 gün önce greve çıkan sekiz işçi, geçen hafta tüm haklarını alarak işverenle anlaştı, bu direnişi kendi açılarından zaferle bitirdi. Her aşaması ayrı manidar...
‘Biz bir delik açtık’
Önceki hayatlarını şöyle anlatıyorlar. Günde 13 saat mesai, serviste uyuklayarak geçen, ne aileye ne sosyal ilişkilere vakit bırakan bir düzen. Namaz dışında dinlenme saati yok, 10 dakikada namaz dahil tüm ihtiyaçlarını görmeleri gerekiyor, ki “Yatsı 13 rekat zaten” diyorlar. Düzenli maaş almaya başlayan anında kendini kredi borcuna bağlıyor, hareket edemez oluyor sonra. Çikolata imalatının gerektirdiği iklimlendirilmiş serin ortamda çalışmaktan ayrı, gürültüden ayrı meslek hastalıkları mevcut. Üretim bantlarına yetişebilmek için çok hızlı olmak zorundalar. “Robotlar haftada bir dinleniyor, insanlar hiç’ dedikleri sistemde dertlerini duyuracak mecra da yok. Sendika mı?
Aslında sendikaları var. Girer girmez üyesi yapıldıkları Hak-İş’e bağlı Öz Gıda İş Sendikası’nın aralarındaki adı “patronun sendikası”. “Aile şirketine, aile sendikası” diyorlar hatta gülerek.
Oradan bir deva gelmeyeceklerini anladıkları an ilginç. Google’a “DİSK” yazıp buldukları numarayı arıyorlar. “Biz bir grup Ülker işçisi DİSK’e geçmek istiyoruz” demelerini şaka zannediyor DİSK yöneticileri. Bu şaşkınlığı daha iyi anlamak için Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi’ne (Hulûsi Turgut, Doğan Kitap) bakılabilir. 1974’te o dönem fabrikada yetkili olan DİSK’in örgütlediği grevin etkisi aile fertlerinin ağzından öğrenilebilir. İstanbul’da polis panzerinin ilk kez kullandığı grevmiş bu.
‘Eskiden şöyle düşünürdük: AK Parti bize vermese de olur’ Karşımda kendi tariflerince “kimi az kimi daha çok muhafazakâr” dört işçi var. Yaşadıkları dönüşümü anlatıyorlar. Mesela 240 gün önce buluşsak asla kuramayacakları cümlelermiş bunlar. Cem Benli, “Biz daha önce direnişi televizyonda görüyorduk. Hatta işe gelirken Şişecam işçilerini görüp kafamızı çeviriyorduk. Başımıza gelince anladık nasıl hak arandığını” diyor.Murat Topal, liseli genç de olsa desteğe gelenlerden çok şey öğrendiklerini anlatıyor. “Eskiden şöyle düşünürdük: AK Parti bize vermese de olur. Yeter ki bayrağımız dalgalansın, dinimiz için hizmetler yapılsın, vatanımız korunsun. Gelenler genelde sosyalizm üzerine çalışma kurmuş arkadaşlardı. Sınıf dayanışmasını onlardan öğrendik.” Grev çadırının en muhabbetçi üyelerinden Ercan Durak’a daha evvel hiç bir “solcuyla” sohbet edip etmediğini sordum. “Ettim de, tilt olarak ettim” dedi gülüp. Birçok konuda anlaşamasalar da misal Gezi’den de konuşmuşlar o solcu gençlerle uzun uzun. Ercan Bey, “Eskiden Taksim’e çıkana deli mi bu derdim, şimdi anlıyorum, meydana çıkmadan bir iş halledilmiyor bu ülkede” noktasına gelmiş. Sanırım en son Cumhuriyet gazetesi, dindarlar, Charlie Hebdo başlıkları üzerinden sakin bir sohbet yürütebilmemizde de bu 140 günün etkisi var. |
80 kişiden 8 kişi kaldılar
Sonrası, mesainin ardından Aksaray’da yapılan gizli buluşmalarla 80 kadar işçinin buluşması... Nihayetinde grev çadırında sekiz kişi kaldılar ama olsun. Bu duyulur duyulmaz amire itaatsizlik, verilen görevi yapmama, ahlaksızlık gibi gerekçelerin bulunduğu 25/2’ye dayanarak işten çıkarıldılar. Grev çadırında 140 gün böyle başladı.
çadırında 140 gün böyle başladı. Geçen hafta fabrikada çalışanlara “greve katılmadıkları için” teşekkür edilip bu sekiz işçinin başta verilenin dışında hiçbir şey kazanmadığı söylense de durum farklı. Bir kere işten çıkarılma gerekçeleri değiştirilerek kıdem ve ihbar tazminatları ödendi. Üstelik grevdeki dört ayın sigorta pirimleriyle birlikte. Sadece işe iadeden vazgeçtiler. Bu arada başka neler oldu? DİSK’e bağlı Gıda-İş üyesi oldukları için “din düşmanı”, “solcu” diyenler, mahallede selamı kesenler çıktı. Kimi hatta doğrudan AKP ilçe meclis üyesi akrabalarından “Ülker’le baş edemezsiniz” cümlesini defalarca duydular. İki ayrı tarikat üyesi işçi, ikisi de kendilerini o camialar içinde de savunmak durumunda kaldı. Meramlarını Meclis’e, çadıra da defalarca gelen HDP milletvekili Levent Tüzel’in taşımasından, aslında HDP isminden rahatsız olanlarla konuştular.
Şu anda Ercan Durak “100 kişi olsaydık, bak nasıl güzel olurdu” diyor, Murat Topal ise “Biz bir delik açtık, bu büyüyecektir”.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin bir şirket gibi yönetilmesi gerektiğini söylerken aklından mesela hangi şirket geçiyordu diye anket yapsanız, Ülker’in ismi kesin ilk üçe girer. Mütedeyyin bir aile şirketi, büyüme konusunda muadili az, sahibi Türkiye’nin en zengini.
Bu arada söyleyelim işçilerden bu seçimde AK Parti’ye kesinlikle oy vermeyeceğini söyleyen de var, yaşadıklarına rağmen diğer alternatiflere inanmadığı için yine de verebileceğini düşünen de.
Peki, şimdi ne yapacaklar? Benli’nin eskiye dönük ödenmemiş izin paralarıyla ilgili bir davası sürdüğünden, o diğerleri gibi tüm tazminatını alamadı, 12 Nisan’daki duruşmayı bekliyor.
Ercan Bey, borçlarını ödedikten sonra bir araba almış, artık pazarda meyve-sebze satacakmış. Murat Topal, ticaret mi yapsam diye düşünmekte. Grev süresince çadırda 40 kitap okuyan Bilal Cansu ise “Patron olacak halimiz yok. İşçi geldik, işçi gideriz” diyor, iş arıyor. Başka grevlere, eylemlere destek vermek gibi planları da var her birinin.