Türkan Şoray: 'Sinemada oyun oynamadım yaşadım'

Sinemanın hala Sultanı ama o kadına şiddetten sinema emekçilerinin telif haklarına, gençlerin işsizlik sorununa kadar düşünüp tasalanan çağdaş bir sanatçı. Türkan Şoray ile karantina günlerinde sinemadan, politikaya keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Öznur Oğraş Çolak

Heyecanlı, naif, kibar, zarif, sanki çok kırılgan, güler yüzlü ama hep hüzünlü... Siyah dünyalar güzeli gözleri derin bakıyor, çok derin....

Bir soru sorsam koskoca bir hayatı anlatacakmış gibi...

Çok tanıdık, eski bir dost gibi...

Siyah saçları parlak, elleri heyecanlı, bakışları utangaç...

O halkın sultanı, ama en çok da kadınların...

Bize bizi anlatan bir yorumcu.

Yaklaşık 200 filmde rol alan, halkın sevilen sanatçısı Türkan Şoray'ın dokunmadığı bir hayat var mı bilmiyorum ama bu anlattığım benim Türkan Şoray'ım.

Türkan Şoray'ın söylecek çok sözü var.

Yeter artık kadına şiddet bitsin diyor mesela...

Haklarımızı verin, telif haklarımız nerede diye sesleniyor.

Devlet Türk Sineması'na vermesi gereken desteği, değeri hiç bir zaman vermedi ve vermiyor diye sitem ediyor.

Türkiye'nin en büyük sorunu işsizlik, bu ülkenin gençleri okuyanı, okumayanı iş bulamıyor diye kalın bir çizgiyle vurguluyor.

Yeni kitabının müjdesini ise ilk bizimle paylaşıyor. Sinemam değil dünya görüşüm olacak diye de belirtiyor.

Şimdi söz, karantina günlerinde sohbet ettiğimiz Türkan Şoray'da...

- Evden çıkamadığınız bu karantina günlerinde neler yapıyorsunuz?

Karantina günlerinde benim hayatımda bir değişiklik olmadı. Ben zaten ev yaşamını seven bir insanım. Tek sıkıntım kızıma ve yakınlarıma sarılamamak. Çünkü ben, dokunmayı seven insanım.  Bir de kaybettiğimiz canlara üzülüyorum. Ve bir an önce bu koronanın geçip, insanların özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum. Bu arada Sağlık Bakanı’nın çalışmalarını çok takdir ediyorum. Ve elbette fedakarca, gece gündüz çalışan, evine çocuğuna hasret, sağlık çalışanlarını hepimiz toplum olarak bağrımıza basıyoruz. Minnet ve teşekkür borçluyuz. Onlar bizim kahramanlarımız.

- Şarkı söyleyenlere yorumcu diye de hitap ediliyor. Peki bir filmde... Sinema oyuncuları hayali bir kişiyi canlardırıyor, oynuyor… Ne söylemek istersiniz?

Film çevirenlere oyuncu denmesi beni rahatsız ediyor. Biz bir oyun oynamıyoruz. Hayatta karşılığı olan bir kişiliğin, bir karakterin, yaşadığı ortamda hayatını yeniden yorumlayarak yaşatıyoruz. Yani gerçeği yeniden yorumluyoruz. O kişinin acısıyla, gözyaşlarıyla, aşklarıyla… Ve bu durumları yaşayan o kişiliği, tamamen özümseyerek, tüm duygularını hissederek yaşıyor ve perdeye geçiriyoruz. ‘’O’’ kişi oluyoruz. Bunun oyun olarak tanımlanması bana iyi gelmiyor.

- 200 den fazla filmde rol aldınız. Toplumun öyle bir hafızasına yer etmişsiniz ki hep, hafızalarda ve hep yüksektesiniz. Sizin, Türkan olmanız mümkün mü?

Türkan Şoray olmak özümü hiç değiştirmedi. Ben hep Türkan’ım toplumun içinde, özel hayatımda…Hep duygusal hep heyecanlı… Ama toplumun bana verdiği Türkan Şoray misyonunun da sorumluluğunu hissettim hep. Belki bu sorumluluk hayatıma bazı kısıtlamalar getirdi ama bu bir bedel de olsa seve seve ödenecek bir bedeldi benim için.

 'SEYİRCİ BAŞIMIN TACI'

Seyircim benim için gerçekten çok değerli ve önemli. Onların her sözü her bakışı her dokunuşu her tanımlaması benim başımın tacı. Evet, kendimi bildim bileli neredeyse film çevirdim ve 200’den fazla filmde rol aldım. Toplumun gözünde belli bir noktaya geldim. Onları hayal kırıklığına  uğratmamak, onların değer yargılarına önem vermek ve bu minvalde yaşamak benim hayat tarzım oldu. Tüm bu yaşantım boyunca seyircimi hayal kırıklığına uğratmamaya çalıştım.

- Çok başarılı bir oyuncusunuz, işinizi hep severek yaptığınız çok açık. Peki normal hayatınızda nasıl birisiniz? Yeşilçam'ın, Yeşilçam olduğu yıllarda ve şimdilerde?

Teşekkür ederim çok naziksiniz. Evet işimi hep severek yaptım. Canlandırdığım karakterlerin hepsi sanki bendim. Leyla, Ümmühan, Sabahat, Mine…  Ve o kadınlardan hep birer parça kaldı içimde..

Ama normal hayatımda; az önce bahsettiğim gibi evimde Türkan olarak, dostlarımla beraberken, gayet eğlenceli, neşeli, bazen çok duygusal, hemen ağlayabilen, hemen etkilenen, çok kırılgan, insanlarla dokunarak konuşmayı seven, onları hararetle dinleyen, fıkralara gülen, şarkılarla hüzünlenen biriyim. Sahneye çıktığımda, seyircilerimle beraber olduğumda, o an orada da gerçek Türkan vardı. Korkularıyla, sevinçleriyle, üzüntüsüyle, ürkekliğiyle, heyecanıyla gerçek Türkan vardı orada da.

Yeşilçam’ın Yeşilçam olduğu dönemlerde Türkan’ı yaşamaya, onun hayatını yaşamaya aslında hiç vaktim yoktu. Çünkü setten sete koşuyordum.

Şimdi evimdeyim ve evdeki Türkan’ım. Ama Türkan Şoray olmak benim için daima şahane bir durumdu. Türkan Şoray olmayı da hep çok sevdim.

- Film setlerinden çok hikâyeniz vardır. Ama mutlaka unutamadığınız bir anınız da vardır. Bizimle paylaşır mısınız?

Çalıkuşu filmi için Fransız Kız Lisesi, Notre Dames de Sion’da çekim yapılıyordu. Kamuran Feride’ye her ziyarete geldiğinde okula çikolata getirir. Sahne gereği Feride’nin de büyük bir keyifle bu çikolataları yemesi gerekiyor. Bu sahne defalarca çekildi. İlk çekimde çikolataları büyük bir keyifle, zevk alarak yedim. Ama yönetmen bir türlü tatmin olmuyordu. ‘’Çikolataları arka arkaya ağzına doldur, hadi bir daha çekeceğiz’’ dedi. Artık çikolatalar boğazımdan zor geçmeye başlamıştı; böylece iki büyük kutu çikolatayı kısa sürede yemek zorunda kaldım. Çok sevdiğim halde uzun süre değil çikolata yemek, görmek bile istemedim.

- Biz hala Yeşilçam filmlerini keyifle seyrediyoruz. Peki siz filmlerinizi seyrediyor musunuz?

Evet televizyonda rastlarsam izliyorum filmlerimi. Bazen tamamen yabancılaşarak, dışarıdan bir seyirci gibi filmdeki kadın karaktere ağlıyorum. Bazen de kendimi beğenmiyor, eleştiriyorum. Bazı filmleri de -yalnız kendi filmlerimi değil o yılların birçok filmlerini - hayretle ve takdirle izliyorum. O dönemin o yokluk şartlarında nasıl bu filmler çekilmiş… Şimdiki gibi günler öncesinden uzun uzun hazırlık olmadan, okuma provaları yapılmadan, oyuncu koçları olmadan, bugünkü gibi teknik donanım olmadan, eldeki mevcut filmlerin kısıtlı olmasına rağmen… (Biz çekimleri ikiden fazla tekrarlayamazdık, şimdiyse aynı sahne yüzlerce defa çekiliyor) karavanlar olmadan, kıyafet sponsorları olmadan, (Filmlerdeki elbiselerimizi kendimiz satın alır, bavullarla sete getirirdik), sanat yönetmeni ekibi olmadan (Tek başına dekorlar hazırlanırdı) … Tüm bunlar hep aşkla, coşku dolu çalışmayla çekilmiş filmler. Bravo diyorum Türk Sineması’na bir kere daha. Türk Sineması’nın temelini oluşturan tüm sinema emekçisi arkadaşlarımı, bir kere daha sevgiyle ve saygıyla yad ediyorum. Tüm bu şartlarda çekilen bu filmler, tüm samimiyeti ve sıcaklığıyla seyircinin gönlüne yazıldı.

- Setlerde kolayca ağlayabiliyor musunuz?

Sete mutsuz bir ruh haliyle gittiğim günler, çekilecek sahneler ruhsal durumuma uygun bir sahneyse canlandıracağım karakterin o sahnede acısı, isyanı ağlaması varsa zaten bahane arıyorum, kameranın önüne geçer geçmez konsantre olmama gerek kalmadan kendi acıma karakterin acısını da katmak duygularımı kolayca dışa vurmama sebep oluyor ve doya doya ağlıyorum. Aslında o an başka bir kimlikle ben kendime ağlıyorum. İçimde biriktirdiğim tüm gözyaşlarımı akıtıyorum. Özel yaşamımda yalancıktan ağla deseler ağlayamam. Erkekler ağlayan kadına dayanamaz düşüncesiyle bir iki kere yalancıktan ağlamayı denedim, gözlerim bile dolmadı.

- Peki kahkaha atmanız gereken sahnelerde neler yaşıyordunuz?

Neşeli ortamları severim. Rahatsam, mutluysam kahkahalarla gülerdim. Ama filmlerde kahkahalarla gülmem gereken sahnelerde başarılı olamıyordum. Kolay hüzünlenebiliyordum ama kamera önünde birden kendimi neşeli ve mutlu hissedemiyordum. Zoraki gülmeye çalışınca, sahte ve inandırıcı olmayan bir oyun çıkarttığım duygusuna kapılıyordum. Tekniğini bilince diyaframdan kahkaha atılabiliyordum. Cihan Ünal bana birkaç kez diyafram çalışması yaptırdı.

'GİDEREK KUTUPLAŞIYORUZ'

- Türkiye'nin en büyük sorunu nedir sizce?

Birinci sıraya işsizliği koyarım. Herkesin işinin olması benim en çok arzu ettiğim, hayalini kurduğum bir konu. Korona olayından sonra daha da büyük bir sorun olacak diye endişeleniyorum. Özellikle gençlerin büyük bir enerjisi var. Maalesef okumuş, üniversite bitirmiş veya okuyamamış,  ülkemizin geleceği gençlerimiz de iş arıyor.

Ayrıca giderek kutuplaşıyoruz. Toplumda birbirimizi ötekileştirmeyerek, empati yaparak, birbirimizi dinleyerek, karşı görüşlüyse saygı duyarak orta yolu bulmalıyız. Bugün ülkemin görüş ayrılığı içinde kutuplaştığını görüyorum. Birbirimizi yapıcı tenkit edelim, birbirimizden alacağımız, birbirimize vereceğimiz çok şey var. Bir birlik içinde olalım. 

Toplumdaki şiddet ve taciz… Özellikle kadına şiddet… Neredeyse iki günde bir kadının öldürülmesi. Ağır caydırıcı önlemler şart şart… Bunun önüne geçilmeli yeter artık.

Bir de ülkemde eğitim çok önemli. Eğitimde fırsat eşitliği… Özellikle kız çocuklarının okutulması gibi.

YENİ BİR KİTAP GELİYOR

- Bugüne kadar hakkında en çok kitap yazılan, hayatımıza mal olmuş sanatçılardan birisiniz. Belki sinema alanında sizin kadar hakkında bu kadar çok kitap yazılan başka biri yoktur diye düşünüyorum. Yeni kitabınızın hazırlığı içinde olduğunuz konusunda bize bir bilgi geldi. Ne söylemek istersiniz? Kitabınız sizin hayatınızdan kesitler mi? İçeriğinden biraz bahseder misiniz?

Bu teklif bana iş arkadaşım, kardeşim Bircan Usallı Silan’dan geldi. Ona da yayıncılar teklif etmişler. Sinemamı değil, dünya görüşümü, beni anlatan bir nehir söyleşi tarzında bir çalışma olacak sanıyorum ama daha her şeyin çok başındayız. Daha bu konuyla ilgili henüz çalışmaya başlamadık. Ama sanıyorum en uygun zamanda başlayacağız.

'SİNEMA POLİTİKTİR'

- Politikaya atılmayı düşünüyor musunuz?

Sinema da politiktir. Halka filmlerle toplumsal gerçekler anlatılır. Bu filmler düşünmeye davet eder. Ben de bir sinemacıyım…

- Devletin sanatla ilgili  çalışmalarını ve desteklerini nasıl buluyorsunuz?

Devlet uzun yıllar öncesinden beri sinema sanatıyla yeteri kadar ilgilenmemiştir. Yeşilçam emekçisi (yönetmeni, senaristi, oyuncusu, teknik ekibi, set çalışanı) yıllarca sendikası ve sosyal hakları olmadan, uzun saatler büyük bir özveriyle çalışmıştır. Sansür yüzünden istediğimiz filmleri çekemiyorduk. Tüm Yeşilçam Ankara’ya, sansüre karşı ve sinema hakları için yürüyüş yaptık. Türk Sineması geçmiş yıllarda dış festivale katılamamış, devlet teşviki görmemiş ve Türk Sineması kendini gösterememiştir. (Bir ülkenin dış dünyada en güzel tanıtımı sineması ile olur halbuki)

Bütün bu zor koşullara karşı Yeşilçam, gücünü halkın beğenisinden, talebinden almış ve ayakta kalmış ve gittikçe halkın sayesinde güçlenmiştir. Yeşilçam emekçilerinin pek çoğu sosyal güvencesi olamadığı için zor koşullarda yaşamış ve ne acı ki bazıları parklarda, darülacezelerde yaşamlarını sonlandırmıştır. SODER başkanlığımda (Sinema Oyuncuları Derneği) da daha önceki yıllarda da diğer oyuncu arkadaşlarımla birlikte, heyet olarak defalarca Ankara’ya bakanlarla görüşmeye gittik. (Bakan değiştikçe yeniden ziyaret ediyorduk ama sorunlar değişmedi) Biz sinema kanunu için, sosyal haklarımız için sorunlarımızı anlattık. Yani Türk Sineması için çabalarımız sürdü hep. Hala da Telif Hakları Yasası mutlaka çıkarılmalıdır diyorum. MESAM çalışanları bu haklara sahip oldu, bundan dolayı çok mutlu oluyorum. Yıllardır her gün televizyonlarda filmlerimiz oynuyor. Bu filmlere emek verenler; yönetmeni, senaristi, oyuncusu telif hakkına sahip değil. Film yaratanların değil yapımcının sayılıyor.

Bu arada; özellikle son yıllarda, Türk Sineması’na olduğu gibi tiyatrolara da ilgi arttı. Bilhassa tüm özel tiyatroların devlet tarafından desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum tüm sanatseverler adına.