Türk Devrimi’nin kalemi: Falih Rıfkı Atay
Cumhuriyet döneminin en etkin gazetecilerinden Falih Rıfkı Atay’ın ölümünün ardından 49 yıl geride kaldı. Milli Mücadele dönemine kalemiyle destek veren Atay, Cumhuriyet döneminde de Atatürk Devrimleri’nin savunucularından biri oldu. Yazdığı kitaplarla Türkiye’nin yakın tarihini aydınlatan Atay’ın en unutulmaz eserlerinden biri ise, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşantısını anlattığı “Çankaya” kitabı...
cumhuriyet.com.trAtay, 1894 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitimini bugün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak bilinen Mercan İdadisi’nde tamamlayan Atay, edebiyata olan ilgisini de burada kazandı. Lise ikinci sınıfta ilk şiirlerini kaleme almaya başlayan Atay’ın yol göstericileri, edebiyat öğretmeni olan Celal Sahir Bey (Erozan) ile kendisinden bir ileri sınıfta okuyan şair Orhan Seyfi Orhon’du. İlk yazıları 1911 yılında Serveti Fünun dergisinde yayınlanan Atay, I. Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak Suriye’ye gitti ve İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin liderlerinden Cemal Paşa’nın özel kâtipliğini yaptı. Atay, Milli Mücadele döneminde ise, gazeteciliğiyle kurtuluş mücadelesine destek verdi. Milli Mücadele’ye verdiği destek nedeniyle idamla yargılanan Atay, 2. İnönü zaferiyle birlikte idam kararından kurtuldu ve Anadolu’ya geçti.
Dil Devrimi’nin savunucusu
Milletvekili olarak 1923’te Meclis’e giren Atay, 27 yıl milletvekilliği yaptı. Bu sürede Hakimiyet-i Milliye, Ulus, Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Yazdığı yazılarla Atatürk Devrimleri’ni savunan Atay, Dil Devrimi’nin gerçekleşmesini sağlayan Dil Encümeni’nde de görev aldı. İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk’e en yakın isimlerden biri haline gelen Atay, Türkiye’nin yakın tarihini aydınlatan eserler yazdı. Bugün ölümünün ardından 49 yıl geçen Atay’ın en unutulmaz eserlerinden biri ise, “Çankaya” kitabı oldu.
‘Rumeli ağzına kayan şivesi vardı...’
Atay, Atatürk’ün doğduğu günden ölümüne kadar geçen süreci konu edinen “Çankaya” kitabının önsözünde, Ulu Önderi “Onun anlatışı ne nutuk söylemesine, ne de yazı yazmasına benzerdi. Ara sıra Rumeli ağzına kayan tatlı bir şivesi, gönül tellerine dokunan büyülü bir sesi, hiç bezginlik vermeyen renkli bir hikaye üslubu vardı” sözleriyle anlatıyor ve kitabın adının nereden geldiğinin öyküsünü, şu sözlerle aktarıyor:
“Geçmişe doğru ne zaman başımı çevirsem, o tepeyi bir türlü gözden kaybedemem. Öne gelir, geriye gider, yana kaçar, öyle olur ki ondan başka bir şey görünmez, o kadar kaplayıcıdır. Olur ki hiç olmazsa ta uzaktan gölgesi vurur, fakat hatıralarımı o tepenin hükmü veya etkisi altından kurtaramam. Onun için bu kitabın adını ‘Çankaya’ koydum.”
‘Yazılmazsa anlaşılmam’
Yazmadan önce Atatürk’e de danıştığını söyleyen Atay, kitap fikrinin ortaya atıldığı geceyi ise, şöyle anlatıyor:
“O gece gülüşe oynaşa sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu yaptık. Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki:
- Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz, Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak…
Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü:
- Dün geceyi yazacak mısınız?
- Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var?
- Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki… Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.”
‘İlk defa ‘merhaba asker’ dedi...’
Atatürk’e ait sayısız anının yer aldığı kitapta, bugün “tören kıtası” olarak bilinen selamlaşmanın ilk defa nasıl yapıldığı da anlatılıyor. Buna göre, Osmanlı döneminde askeri selamlaşma, komutanın “selamün aleyküm” demesi ve askerin “aleyküm selam” diye yanıt vermesiyle yapılıyordu. Ancak Selanik’te 38. Piyade Alayı Komutanlığı’na tayin edilen Mustafa Kemal, bu geleneği değiştirdi. Tören kıtası sırasında askeri “Merhaba
asker” sözleriyle selamlayan Atatürk, askerlerden de şaşkın bir bekleyişin ardından “merhaba” yanıtını aldı. O tarihten sonra bu tek kelimelik selamlaşma usulü, orduda bir gelenek halini aldı.
‘Cephaneniz yoksa süngünüz var’
Kitapta 105. yılı kutlanan Çanakkale Zaferi’ne ilişkin bölümler de bulunuyor. Bu bölümlere göre Atatürk, Conkbayırı’nda cephaneleri bittiği için geri çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğü ile karşılaşır. Bölükteki askerlerden birine “Neden geri çekiliyorsunuz?” diye soran Atatürk, “Efendim cephanemiz bitti” yanıtını alır. Bu yanıta “Cephaneniz yoksa süngünüz var” karşılığını veren Atatürk, askerlere “Süngü tak ve yat” emri verir. Olayların geri kalanı, kitapta Atatürk’ün şu anlatımıyla yer alır:
“Erler yere yatınca düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır. Düşman ne yapacağına karar verinceye kadar 57. Alay Conkbayırı’na yetişti. Arkasından 19. tümenin öteki alaylarını da Arıburnu’na yöneltti. Savaş gece boyu sürdü ve düşman kıyının son sırtlarına kadar geri çekildi...”
‘İşte fark...’
Kitapta Atatürk’ün yanı sıra İsmet İnönü gibi isimlere ait anılar da yer alıyor. Anlatılana göre, Şeyh Sait isyanının giderek büyüdüğü günlerin birinde Atatürk, Çankaya’da bir oyun daveti verir. Dönemin en önemli isimleri o gece davete gider. Atatürk’ün oturduğu masada Falih Rıfkı ve Yakup Kadri de vardır. Bir diğer masada dönemin başbakanı Ali Fethi Okyar oturmaktadır. İsmet Paşa da yine ayrı bir masada oturur. Hepsi de masalarında briç oynamaktadırlar. Oyun sırasında Atatürk’e isyanın büyüdüğüne dair bir telgraf gelir. Atatürk telgrafın Ali Fethi Bey’e iletilmesini ister ve masadakileri dürterek “Çocuklar, dikkatle izleyin” der. O sırada kendini oyuna kaptırmış olan Ali Fethi Bey, telgrafı getiren emir erini “Sonra bakarız” diyerek başından savar. Atatürk de emir erine yazıyı İsmet Paşa’ya götürmesini söyler. İsmet Paşa eline verilen yazıyı alınca, sandalyesini masadan uzaklaştırır ve dikkatle yazıyı okumaya başlar. Bir sigara yakar ve telgrafı tekrar okur. Ardından ayağa kalkar ve oyun arkadaşlarına bir şey demeden çıkışa yönelir. Atatürk, İsmet Paşa çıkmadan onu yakalar ve sorar: “Nereye?”. İsmet Paşa “Raporu görmedin mi? Tedbir almak lazım” diyerek, odayı terk eder. Atatürk de masadakilere döner ve “İşte fark” der. Bu olaydan kısa bir süre sonra da İsmet Paşa, başbakanlığa getirilir. ANKARA