Turgut Özakman'ın kaleminden 'Mustafa' / 10
Önemli olan Atatürk’ün içkisi değil, sofrasıdır. Sofrasının genel olarak bir akademi, bir forum, bir tartışma, araştırma alanı olmasıdır. Sofranın en dikkati çeken tamamlayıcıları, karatahta ile konuyla ilgili olarak önceden büfenin üzerine sıralanan kitaplardır. Atatürk’ün nöbet defterleri gözden geçirilirse, sofranın önemi, değeri, niteliği anlaşılır.
cumhuriyet.com.trFilm bu sahneyle bitseydi
Türk milleti ve uygar dünya Atatürk’ü sonsuzluğa acı ve saygı içinde uğurladı
Gelelim son bölümde yer alan bilgilere. 3 paket sigara içiyormuş. Sigara o dönem zararı bilinmeyen, genel bir alışkanlık. Sigaranın yasaklandığı bilinçli bir dönemde bu konunun altını çizmemek daha doğru, daha eğitici, daha güzel olmaz mıydı?
Her gün bir büyük şişe rakı içiyormuş. Kim diyor bunu? Bir kişi: Sofracı, yani garson Cemal Granda. Cemal Granda anılarını gazeteci Turhan Gürkan’a parça parça anlatmış. Kitabın başında Granda’nın eliyle yazdığı bir notun klişesi var. Bu not Cemal Granda’nın imla, anlatım, bilgi ve zekâ düzeyini göstermeye yeter. (Fer Y., İstanbul, 1971) Tarihle ilgisi olmayan Turhan Gürkan da Cemal Granda’nın anılarını, onun kişiliğine, bilgisine, imlasına, üslubuna, zekâsına hiç uymayan bilgilerle şişirmiş. F. Rıfkı Atay’ın, Kılıç Ali’nin bazı anılarından yararlanarak uzatmış. Kitabın adı, merak uyandırsın diye Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri olmuş. Anıların yeni basımı var. Kitap galiba biraz daha şişirilmiş. (Kent Kitap, Ankara, 2007)
İçki değil sofra önemli
Granda’nın akıl ve gerçek dışı bir ifadesine Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele kitabımda yer vermiş, Granda’nın zihinsel durumunu belirtmiştim. (s. 238-240) Can Dündar, şişirilmiş olduğu daha ilk sayfalarından belli olan anılara önem veriyor, F. Rıfkı Atay’ın, Y. K. Karaosmanoğlu’nun, Salih Bozok’un, Kılıç Ali’nin, Hasan Rıza Soyak’ın, R. Eşref Ünaydın’ın, Afet Hanım’ın, Sabiha Gökçen’in vb’nin anılarını, verdikleri bilgileri dikkate almıyor. Hiçbiri Granda’nın kaba üslubunu, verdiği bilgiyi doğrulamıyor.
Sorunlu, şişirilmiş anılara dayanılarak Atatürk belgeseli yapılır mı?
Önemli olan Atatürk’ün içkisi değil, sofrasıdır. Sofrasının genel olarak bir akademi, bir forum, bir tartışma, araştırma alanı olmasıdır. Sofranın en dikkati çeken tamamlayıcıları, karatahta ile konuyla ilgili olarak önceden büfenin üzerine sıralanan kitaplardır. Atatürk’ün nöbet defterleri gözden geçirilirse, sofranın önemi, değeri, niteliği anlaşılır.
Utandım
Eğlenmez miydi Atatürk? Ara sıra elbette eğlenirdi. Şarkı, türkü de söylerdi, saz da dinlerdi. Dans da ederdi. Ama o yarı sarhoş udi ile, yandan yalnız yüzünün bir bölümü görünen Atatürk sahnesi, çok büyük haksızlık. Sanki Atatürk’ün sofrası değil, İstanbul’da, Beyoğlu’nda, ara sokaktaki salaş bir meyhanede kurulu bir sofra.
Utandım.
Öyle bir sahneyi canlandırabilecek birikiminiz, zevkiniz, görüşünüz, düzeyiniz, görgünüz yoksa, ne diye böyle sahneler yapmaya kalkışırsınız?
Film, Atatürk çevresinde dostlarından pek azı kalmış, gittikçe yalnızlaşmış, kimsesiz, yapayalnız ölmüş izlenimi verilerek bitiyor. Sonunda bir ölüm fotoğrafı yer alıyor. Bu irkiltici görüntünün yerine bir milletin ve uygar dünyanın Atatürk’ü sonsuzluğa nasıl acı ve saygı içinde uğurladığını gösteren film karelerine, fotoğraflara yer verilemez miydi? Film genç yaşlı, kadın erkek, sivil asker yüzbinlerce insanın Atatürk’ün önünden nasıl ağlayarak geçtiği gösterilerek bitirilemez miydi?
10 Kasım’larda dokuzu beş geçe, bir milletin sirenlerin çığlık çığlığa ötüşü arasında, büyük bir vekar, vefa, minnet, kadirbiliş ve saygı ile çakılıp kaldığını, yani bir kara yığın değil, bir millet olduğunu gösteren bir görüntüyle sonuçlandırılamaz mıydı? Bunların hiçbiri akla gelmemiş, geldiyse bile filmin amacına uygun görülmemiş. Film duygusuz, bilinçsiz, sevgisiz, saygısız, hasis bir final ile bitiyor!
Can Dündar takıntısı
“Çevresinde dostlarından pek azı kalmış, gittikçe yalnızlaşmış, kimsesiz, yapayalnız ölmüş” iddiası bir Can Dündar takıntısıdır. Atatürk hayatı, tarihi kişiliği, makamı dolayısıyla çevresi kalabalık bir insandı. Ama bunların içinde, özel zamanlarda, birlikte olmaktan zevk aldığı birkaç yakın dostu, arkadaşı vardı.
Bunlarla sonuna kadar birlikte olmuştur. Çevresinden uzak düşen iki kişi var: K. Karabekir ve Rauf Orbay. Atatürk zaten bunlarla iş dışında birlikte olmazdı ve bunlardan kopalı 12 yıl olmuştur. Fethi Okyar ve İnönü ile dostluğunu, ilgisini sonuna kadar korumuştur. Ayrıntıya girmeden, bu kadar bilgi ile yetiniyorum.
Düpedüz bilgisizlik
Atatürk yalnız, dostsuz ölmüş gibi bir izlenim bütünüyle bir kuruntu, bir yakıştırma, yapıştırma, gerçeğe aykırı bir iddiadır. Eğer maksatlı değilse, düpedüz bilgisizliktir.
Oradan buradan, başka amaçlarla yazılmış bir iki cümleyi derleyip bunu gerçek sanmak, gerçek diye sunmak, yanıltmaktır, yanlıştır, gerçeğe ihanettir.
Eşsizliğinden kaynaklanan yalnızlık başka bir şey. Her dahi yalnızdır. Ama filmin sonunda anlatılan yalnızlık, düpedüz, bayağı fizik yalnızlık, terk edilmişlik. İşte doğru olmayan bu.
(Yarın: Bu nasıl yalnızlık?)