Turgut Kazan: Tam teslim alma operasyonları
53 yıllık hukukçu Turgut Kazan, Cumhuriyet’e yapılan operasyonu, Türkiye’yi tam teslim alma ve Türkiye’yi bir mezar sessizliğinde yönetmeye çalışma planının bir parçası olarak gördüğünü söyledi. Kazan, HDP’lilerin tutuklanmasını da “Hem HDP hem Türkiye’ye ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ın cezası ödetiliyor” diye yorumladı.
KEMAL GÖKTAŞ
Türkiye’nin dolu dizgin faşizme doğru gittiği günler yaşıyoruz. Cumhuriyet gazetesinin 9 yöneticisi ve yazarı, tam da karşıtı olduğumuz İslamcı bir örgüt lehine faaliyette bulunmak gibi saçma bir suçlamayla tutuklandı. Üstelik bu tutuklamaya yol açan soruşturmanın FETÖ üyesi olduğu iddiasıyla yargılanan bir savcı tarafından yürütüldüğü ortaya çıkmışken… Eş zamanlı olarak 7 Haziran’da yüzde 13, 1 Kasım’da yüzde 11 oy alarak parlamentonun en büyük üçüncü siyasi partisi olan HDP’nin eş başkanlarının da aralarında olduğu 9 vekil tutuklandı. İktidar sözcülerinin ve yandaş kalemlerin yazdıkları, bu saldırıların bir son değil, bir başlangıç anına işaret ettiği gerçeğini yüzümüze vuruyor. Türkiye, bugünleri de arayabileceğimiz karanlık bir döneme doğru hızla ilerliyor. İşte bugünlerde meselenin hukuksal boyutlarını en iyi anlatabilecek, Türkiye’nin en önemli hukukçularından olan İstanbul Barosu eski Başkanı avukat Turgut Kazan’la konuştuk…
Turgut Bey, nasıl bir ülkede yaşamaya başladık?
Öyle bir Türkiye’de yaşıyoruz ki, herkes gibi mesela eşim doğal olarak, insani olarak son derece korkuyor. FETÖ’cülük suçlaması da artık giderek eskilerde nasıl adama komünist derler, Kürtçü derler alırlardı, sonra Ergenekoncu dediler… Doğrusu bana hepsini söylediler. Şimdi eşim de FETÖ’cü derler alırlar diye korkuyor. Doğrusu onu ikna edecek bir şey de yapamıyorum
Oysa siz Ergenekon davalarında bu yapıyla en çok mücadele eden hukukçuların başında geliyorsunuz…
Bakın, Zekeriya Öz beşinci operasyonu yaptığında herkes gibi bende de bir korku oluştu. İlhan Selçuklara yapılan operasyondu. Madem ki ben Türkiye'de yaşayan bir hukukçuyum, bu benim görevim dedim ve Adalet Bakanlığı’na bir başvuruda bulundum. Dedim ki ‘bu Zekeriya Öz çok açık biçimde bir korku İmparatorluğu kuruyor. Öyle bir toplumda yaşanamaz… Yaptığı şey Ceza Muhakemesi Kanunu’nun şu maddelerine aykırıdır. Bu korku imparatorluğuna engel olmamız gerekir. O yüzden de soruşturma açılması için izin verilmesi gerekir’ dedim. Mesela gece yarısı arama asla mümkün değildir. Oysa Zekeriya Öz gece yarısı arama yapıyor… O günün koşullarında ben soruşturma izni verileceğini düşünmüyordum ama bunu benim istemem gerekiyordu. İstediğimiz zaman korkuya da kapıldım. Kapı çalınca Zekeriya Öz'ün adamları mı geldi mi diye bakıyordum. Yani biz Ergenekoncu olduk. Nitekim, savcı Nazmi Ardıç'ın bizim için de böyle bir soruşturma başlattığını gördük. O zaman değil, sonra kavga çıktıktan sonra ortaya çıkan klasörlerde gördük Şimdi eşim ‘bu sefer FETÖ’cü diyecekler’ diye bir korku yaşıyor.
Adalet Bakanı izin vermedi, ben de menfi işlemin iptali davası açtım Ankara 4. İdare Mahkemesinde. Zekeriya Öz tartışması öyle başladı. Ama AKP’nin Adalet Bakanı Sadullah Ergin geldi, orada anlı şanlı biçimde ‘bu müthiş bir savcıdır, bu haksız bir davadır. Hatta bu bir çeşit soruşturmaları engelleyen bir davadır’ dedi. Aynı Sadullah Ergin, Erzurum’daki savcı Osman Şanal ile ilgili davada ‘o davaya bakacak mahkeme heyetinin başkanı YARSAV’cı diye reddetti. O zaman diğer Fethullahçılar da bunu kabul etti. Biz bu koşullarda Fethullah takımının pisliğiyle, onların bir suç örgütü olduğunu belirterek ve Recep Tayyip Erdoğan'ı uyarmaya çalışarak mücadele ettiğimiz halde şu anda Fethullahçı suçlaması bile yapacaklarını düşünüyorum. Yani Türkiye böyle bir süreç yaşıyor. Tabii Ben Fethullahçıların bir felaket olduğunu, onların korkunç bir suç örgütü olduğunu ve Türkiye’yi önemli ölçüde AKP marifetiyle ele geçirdiğini ve bunun Türkiye için, Türkiye'nin geleceği için çok büyük tehlike olduğunu gören, bilen ve bununla ilgili mücadele veren bir insanım. Bunların tamamının temizlenmesi gerektiği görüşündeyim. Suça karışanın en ağır biçimde cezalandırılması gerektiği görüşündeyim ama öyle bir süreç başlattı ki siyasi iktidar, bir kere yargıyı tam anlamıyla teslim aldı. Şu anda kimsenin yargı güvenliği yoktur. Dolayısıyla kimsenin yaşama güvenliği yoktur. Kimin evinin kapısının, gecenin kaçında çalınacağını hiçbir şekilde bilinebilir değildir.
Cumhuriyet’e yapılan operasyonu bu bağlamda nasıl değerlendirirsiniz?
Cumhuriyet’e yapılan operasyonu tehlikeli bir girişim olarak görüyorum. Şöyle çok tehlikeli bir girişimdir: Sonuçta ifade özgürlüğü, başta Erdoğan olmak üzere AKP’liler bununla biraz dalga geçiyorlar ama, ifade özgürlüğü demokrasinin bel kemiğidir. İfade özgürlüğünün kullanım biçimlerinden biri olan basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaya dönük bir girişim olduğu için son derece tehlikeli buluyorum. İşte Cumhuriyet gazetesinin çizgisini eleştirmenin başka bir şey olduğunu ama onu FETÖ’cü bir suç örgütü sayarak bir operasyon yapmanın çok başka bir şey olduğunu düşünüyorum. O yüzden de bunun Türkiye’yi tam teslim almak, konuşan herkesi tam susturmak ve bir mezar sessizliğinde Türkiye’yi yönetmeye çalışmak planın bir parçası olarak görüyorum.
Bu soruşturmayı FETÖ’cülükten yargılanan bir savcının yürütmesine ne dersiniz?
Bu olayı sıcak içimde yaşadım. Burada Barış'ın (Barış Pehlivan) müthiş bir gazetecilik yaptığını teslim etmemiz gerekir. Biz o gün yer yerinden oynayacak başlıklar bekliyorduk işin tarafı olmadığımız halde. HSYK’yı göreve çağırıyoruz, derhal el koymak zorundasınız, derhal görevden uzaklaştırmak zorundasınız diye. Zaten görevden uzaklaştırmamakla yanlış yaptığınız için bu oldu. Çünkü bir yargıcı ve savcıyı itirafçı olduğu için, tetikçi olduğu için, teslimiyetçi olduğu için orada tutamazsınız. Bu temelden yanlıştır. Çünkü itirafçı, tetikçi, teslimiyetçi bugün işinize yarıyor falan sanılabilir ama ondan yargıç olmaz. Yarın sizin boşanma davanızda, alacak davanızda da karşınıza çıkacak. O zaman bu adama isyan edersiniz. ‘Bir dakika, senden yargıç olmaz ki..’ Bu kişiyi sadece pişmanlık yasasından yararlandırabilirsiniz. Hukuk sadece bunu sağlar. Pişmansa, size yararlı açıklamalar yapıyorsa cezasını indirirsiniz ama cezalandırmak zorundasınız ve meslekten uzaklaştırmalısınız. Oysa HSYK böyle bir açıklama yaptı; ‘itirafçıları meslekte tutacağız’ dedi. Böyle bir şey olamaz. Bir defa işte burada böyle bir olayla karşı karşıyayız. HSYK çağrı yaptı, ‘itirafçı, teslimiyetçi ve tetikçi olursanız bir çeşit, size kıyak geçeceğiz’ denildi. Bu savcının ne olduğunu bilmiyorum şimdi ama tutamazsınız. Yani hakkında FETÖ’cülükten dava açılmış. Dava açmak için ne yapıyorsunuz, önce soruşturma açıyorsunuz, HSYK Soruşturma izni verecek, vermişsiniz sonra soruşturma izni ile ilgili rapor gelince bu kez kovuşturma izni vereceksiniz Çünkü bu ikisini yaptıktan sonra onu görevde tutamazsınız. Bir de Selam-Tevhid örgütü suçlaması bugünkü yaşadığımız süreçte en kötü, en kirli, en tehlikeli soruşturmadır.
Niye öyledir?
Çünkü o soruşturma 17-25 Aralık'tan sonra Hakan Fidan'la birlikte Recep Tayyip Erdoğan'ın tutuklanmasının planlandığı bir organizasyondur. Ben bunun böyle olduğuna inanıyorum. O yüzden onun da çok kirli bir soruşturma dosyası olduğuna inanıyorum. E şimdi, bu dosyada görev almış, bu dosyada dinleme, izleme kararları vermiş, artı yalnız bunun da kalmamış. Hem kurye ilişkisi hem yargı imamı ilişkisi, Amerika ile görüşme ilişkisi var… Şimdi bunlar iddianamede yazıyor. Ben tabii ki eğer bunları gerçeğe aykırı ise, böyle bir suçlama yoksa, böyle bir suçlama ile karşı karşıya kalan savcının kim olursa olsun beraat etmesini isterim. Ama bunlarla suçlanan bir yargıcın, savcının o görevde kalmasını asla istemem. O görevde ise siz ondan yararlanmak istiyorsunuz ve ondan yararlanmak için siz göreve ona verdiğiniz başka hiçbir açıklaması olamaz. Siz görevde tutuyorsunuz ve görevde tuttuğunuz adama, basınla ilgili çok önemli bir soruşturma dosyası veriyorsanız burada doğal olarak, bizim gibi dışarıdan bakan insanlar için ve sanık- şüpheli olacak insanlar için, ‘Bu savcı göze girmek için her şeyi yapabilir, bu yüzden buna verilmiştir. Göze girecek, aklanma olasılığını artıracak. O yüzden verilmez.’ Bir de Ağustos’ta verilmiş bu dosya. Sonra bu savcı basın savcılığına gelmiş. Sisteme göre o dosya orada kalır. Ama hayır dosyayı koltuğunun altında buraya getirmiş. Böyle bir şey zaten kuşkuyu artıran bir şeydir. Dolayısıyla zaten Mehmet Şimşek'in yaptığı gibi açıklama kabul edilebilir bir şey değil. Çünkü Mehmet Şimşek ‘adam zaten beraat edecek’ gibi konuştu. Bu senin işin değil ki… Sana söylenen ne? Böyle bir adamı nasıl görev verilir? Adalet Bakanı da ‘talihsizlik’ dedi. O zaman bu planlı bir iştir.
Kimin planı olabilir?
Yargı siyasi iktidara teslim edilmiştir Dolayısıyla siyasi iktidarın yaptığı bir plandır, bu çok açık.
Ortaya çıkması muhtemel bir şey, insanı dehşete düşüren bu usulsüzlüğü yapma cüretini nasıl buluyorlar?
Cahiller cüretli olur. O yüzden onlar gözü kara biçimde ‘bu işi temizleyelim’ demişler. Nasıl ki geçtiğimiz dönemde Ergenekon gibi, Fethullahçı kesimin AKP ile birlikte kumpas dedikleri o işleri cüretli biçimde yapıyorlarsa, nasılsa yargı bizde diye düşünmüşlerdir. Ama bu ortaya çıkınca da hemen ortaya çıkaran gazeteciye (Barış Pehlivan) soruşturma açtılar. Ben bu soruşturmayı duyduğumda olamaz böyle bir şey dedim. Bu soruşturma sonunda Barış tutuklanacaktı ve belki ve bunları tartıştığımız için bize de soruşturma açılacaktı. Bu mecliste tartışılırken Levent Gök’le konuştuk. O da inanamadı. Doğru olamayacağını düşünüyor çünkü insan. O mecliste bunu söyleyince bakan (Bozdağ) abondone oldu, bir dakika dedi,izin istedi. Sonra ‘başsavcı ile görüştüm, böyle bir soruşturma yok’ dedi. Yahu numarasını veriyoruz. Düşünebiliyor musunuz, bu sistemde numarayı değiştirmeniz, karşısına bir şey yazmamız mümkün değil. Çünkü bunları yapmaya kalkarsanız bir gün yakalanırsanız, hesap sorulur. Meğerse ‘böyle bir soruşturma yok’ neymiş? Bakan telefon eder etmez, ‘Eyvah başımıza kalacak, kabak başımıza patlayacak.. Ne yapalım takipsizlik kararı verelim’ demişler. Takipsizlik kararı verince, ‘Yok böyle bir soruşturma, bitti.’ İyi de iki tane şüpheli yazmışsınız o takipsizlik kararına. Birinin kim olduğunu bilmiyorsunuz. Nasıl karar verirsiniz? Yılmaz Özdil böyle bir yazı yazmış mı, o hesap Yılmaz Özdil’e mi ait, değil mi, hiç araştırmadan karar vermişsiniz. Şimdi o yüzden böyle kamuoyuna yansıyınca, pislikler böyle ortaya çıkınca nasıl çözelim demişler, ‘soruşturma yok’ demek içinde takipsizlik vermişler. Bakan ‘soruşturma yok’ deyince takipsizlik kararı yazmışlar. Takipsizlik yazılınca, ‘soruşturma yok’… doğru, ama bal gibi bir soruşturma… O soruşturma nasıl acı, ağır sonuçlar olan bir soruşturmaya dönüşecekti. Çünkü Türk hakimi, savcısı gazeteciyi cezalandırmak için kendini terörle mücadele eden personel sayıyor. Bu en tehlikeli suçlama modelidir. Ben hukukçu olarak anlatmaya çalışayım: Siz terörle mücadele eden personel değilsiniz. Siz objektif soruşturma yürüten savcı ve adil yargılama yapacak yargıçsınız. Terörle mücadele eden personel gizlidir. Onun adı yazılarda yer almaz. İsimleri saklanır. Yüzünü göstermek yasaya aykırıdır. Ama sizin daha tutanağın başında adınız yazılıdır; kararın altında adınız yazılır. O yüzden kendinizi böyle saymayın. Eğer bu tartışma olmasaydı Barış da başkaları da terörle mücadele eden personeli hedef göstermekten hem yargılanacak hem mahkum olacaktı. Bütün bunları bir araya getirince bu işin nasıl bir düzen olduğunu, nasıl bir düzmece olduğunu, bir siyasal iktidarın duyduğu husumetin sonucu olduğunu gösteriyor. O yüzden bu cemaat yargısından da daha ileri boyuta geldi.
Cemaat yargısından daha kötü bir yargı ile me karşı karşıyayız?
Bunu bana soruyorlar. Darbeleri Araştırma Komisyonu vardı, bundan önceki. Orada beni dinlemeye çağırmışlardı. Başkan Nimet baş bana sordu bu soruyu: ‘Diyorlar ki dedi özel yetkili mahkemeler eski mahkemelerden daha kötüdür, ne diyorsunuz?’ Bazı asker kaynaklı dinlenenler ‘sıkıyönetim mahkemeleri daha adildi’ diye bir değerlendirme yapmışlar. Ben dedim ki ‘Askeri mahkemeye adalet atfetmek yanlış bir şeydir, o yüzden daha iyiydi, değildi ya da hangisi daha iyiydi gibi bir tartışma yanlıştır. Ama kastınız ‘hangisi daha kötüdür’ ise, tartışma buysa, ben 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı yaşamış bir avukat olarak, özellikle 12 Eylül’den sonra, daha kötüsünün olamayacağını düşünmüştüm. Ama bu özel yetkili mahkemeleri görünce anladım ki kötünün de kötüsü her zaman olabilirmiş. Şimdi de kötünün kötüsünün her zaman olabileceğinin yeni bir örneği ile karşı karşıyayız. Yani kötülükte sınır yokmuş ne yazık ki. Bugün yaşadıklarımız yani AKP ile birlikte Fethullah Gülenci suç örgütünün yaşattıklarından asla daha iyi değil. Daha kötü mü? Daha kötü. Ama bu daha kötüden ötekiler biraz iyiydi anlamı çıkmasın. Ama kötüde sınır yoktur.
HDP’li vekillerin, eş başkanların tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şöyle bakalım, bir kere dokunulmazlık konusunda yapılan Anayasa değişikliği kesinlikle parlamenter demokrasi ve demokrasiye aykırıdır. Anayasa’ya geçici madde ekleyerek haklarında fezleke olan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması. Tabii burada amaçlanan HDP milletvekilleriydi. Ama ne yazık ki Anayasaya aykırı olduğu vurgulana vurgulana parlamentodan geçirdik. Sonra Anayasa Mahkemesi'ne götürme konusu da bir çeşit engellendi. O yüzden bir kere proje hukuka aykırı olarak Anayasa’ya eklendi. O projeden sonra bunun yaşanacağı zaten biliniyordu. Zaten böyle bir şey yaşanması için o proje gerçekleştirildi. O nedenle Adalet Bakanı’nın deyimini kullanırsak, çok talihsiz bir gelişme yaşanmış oldu. Bir partinin eş başkanlarının, milletvekillerinin bu şekilde gözaltına alınması, tutuklanması kabul edilir bir şey değil. Demokrasiyle bağdaşmaz kesinlikle. Çünkü sonuçta bu yargılama imkânı veren bir şeydir. İfade vermeye gitmediler diye ihzar (zorla duruşmaya çıkarma) uygulamanızı anlardım ama, niye topluca? Anadolu Ajansı'nın haberine göre söylüyorum, ki ne yazık ki cüretli oldukları için yapmışlar herhalde, talimatla yapıldığı söyleniyor. Ya ben Diyarbakır savcısıyım, siz Ankara savcısı, öbürü İstanbul…. Bizim sistemimizde savcıların birbirleriyle bağı yok ki. Böyle bir şey yok olmadığına göre kim talimat verdi size? Bunun açıklanması gerekir. Bu talimat siyasal bir talimattır. O siyasal talimat uygulanmıştır. Zaten başta söylediğim gibi yargı siyasal iktidara teslim edilmişse, talimatla her bir farklı savcının aynı gece böyle bir uygulamayı hayata geçirmesi zaten başlı başına hukuka ve yasaya aykırıdır. Ama ne yazık ki bunu yaşıyoruz.
Bunun Kürt sorununun çözümünü nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? Herhalde çözüm sürecine dair umutları da tamamen bitirdik…
Yani evet, öyle bir etkisi de var ve doğrusu onu söylemek de insanı rahatsız ediyor. Çünkü o barışın hepten tehlikeye girdiği ya da hemen hemen hiç bir şansı kalmadı gibi bir sonucu yaratırız diye korkuyorum. Bu sorunun barışçıl bir çözüme ulaşılması gerekir. Türkiye'nin demokrasisi için, hepimizin güvenliği için.
HDP’li vekilleri neden tutukladılar sizce?
Selahattin Demirtaş dedi ya ‘seni başkan yaptırmayacağız.’ Hem HDP hem Türkiye o ‘seni Başkan yaptırmayacağız’ın cezasını ödemek zorunda bırakılıyor. Bakın bunu ben uydurmuyorum. O dönemin anlı şanlı Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan söylüyor bunu. Peki ama düşünün ki ABD’de, bir köşe yazarı olarak, bir siyasetçi olarak birine desem ki ‘Seni başkan yaptırmayacağız’, bundan doğal ne olabilir ki? Ama onun acısı acısını çıkarıyorlar, ‘sen mi bizi başkan yaptırmadın’ anlamında. 7 Haziran’dan sonra 1 Kasım'dan sonra başkanlığa giden yolda temizlik yapıyorlar.
Başkan olmayı başarabilecek mi?
Onu bilebilmem mümkün değil, bilmiyorum ama diyorum ki, zaten hukukun zerresi kalmadı. Toplumu bu kadar meşgul etmeyin. Bir olağanüstü hal KHK’sı (kanun hükmünde kararname) çıkarın, onunla deyin ki ‘Şu anki Cumhurbaşkanı Başkan olmuştur.’ Nasıl olsa sizin çıkardığınız bu KHK Anayasa Mahkemesi'nin denetimine tabi olmamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin KHK’lerle ilgili inanılmaz kararına göre durum bu. Böylece hem size rahat etmiş olursunuz hem toplum bu kargaşadan çıkmış olur. Bu KHK’ler başkanlık sistemi getirecek ölçüde yetkiye kavuştu kavuştu gerçekten. AYM denetimi yapmayacak. Sizin Cumhuriyet’le ilgili kararda da (Avukat görüş yasağının 5 günden 1 güne düşürülmesine yapılan itiraz üzerine verilen karar) diyor ki hâkim, ‘bu düzenleme olağanüstü hal kalktıktan sonraki dönem için getirilmiş.’ Bir mahkeme böyle diyorsa siz olağanüstü hal kararnamesi ile başkanlık sorununu da çözersiniz. Hatta seçime falan da gerek yok, seçilmiş bugünkü Cumhurbaşkanı yeni başkandır dersiniz ve yetkilerini de tek tek sayarsınız.
O zaman çok açık bir darbe koşulunda yaşıyoruz değil mi?
15 Temmuz’da darbeciler gelseydi, her şeyi biterdi. Ama darbe gelmedi, yine her şey bitiyor. E şimdi yani bunların bertaraf edilmesi bizim için kurtuluş olmuştur ama sonuçta onlara teslim olmadı yargı bir başkasına teslim oldu. Bakın, Cumhurbaşkanı ‘hukuku biz de biliriz’ diyor. Hukuk birilerinin bilmesiyle olmaz. Hukuk yaşanacak bir değerdir. Balık nasıl suda yaşarken, suyun farkında bile değilken, ancak birisi oltayla onu sudan çıkardığında suyun farkına varıyor, değerini anlıyorsa hukuk da öyle bir şeydir. Hukuk bir değerler sistemidir. İnsanlığın yüzyıllarca süren korkusuz yaşama mücadelesi sırasında çıkan o değerlerin özümsenmiş olması gerekir. Ama bu özümseme temel bir yaklaşımdır. İfade özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, örgütlenme hakkı, toplantı ve gösteri hakkı, masumiyet karinesi, adil yargılama bunlar değerlerdir.
Bunun için ne eksik? Anayasa mı?
Demokratik bir anayasa diyorlar, ya bizim temel haklarımızla ilgili her şey bu anayasada yeterince doğru ve uygun yazılmıştır. O zaman kimi kandırıyorsunuz? Siz sadece kendinize başkanlık için bir anayasa istiyorsunuz. Oysa anayasacılık başkanlardan, krallardan, imparatorlardan yönetenleri kurtarmak için doğmuş bir sistemdir. Bu hakları, bu değerleri koruyabilmenin tek bir mekanizması vardır, o da kaliteli ve bağımsız yargıdır. Eğer kaliteli ve bağımsız yargının yoksa zaten hiçbirimizin güvenliği yoktur. ‘Ben hukuku bilirim’ diyor ve bunu 1300 yargıcın önünde söylüyorsan ve onlar seni alkışlıyor. Cumhurbaşkanının bilmesi önemli değildir, o kura çekimine katılan 1300 yargıcın bunu fark edecek bir duygu düzeyi ve bilgi birikimine sahip olması gerekir. Cumhurbaşkanının ‘Onlar iade etmezse siz de o zaman iade etmezsiniz’ dediği zaman ayakta alkışlıyorlar… O zaman zaten bir şey yoktur.
Gülen’in iadesini de zora atıyor aslında o sözler, değil mi?
Ben zaten Erdoğan'ın bunu bilerek yaptığı kanısındayım. Çünkü ben hem Başbakan hem sayın Erdoğan'ın bu konularda son derece hesaplarını bilen, çok akıllı insanlar olduğunu düşünüyorum. Bunu söylediğin zaman ve 1300 hâkimin alkışladığı zaman ‘burada adil yargılanma hakkı yoktur’ mesajını veriyorsun. Fethullah Gülen'in iadesinin beklendiği o kültürde ise Obama salona girdiğinde herkes ayağa kalkıyor ama 4 federal mahkeme hâkimi ayağa kalkmıyor.
İdam tartışmaları da bunun için mi çıkıyor?
Sanmıyorum çünkü Amerika idama çok kızmaz. Bu Avrupa için bir sorundur. Ama idam tartışmaları başkanlığa giden yolda çıkarılıyor. Başkanlık referandumu söz konusu ediliyor, o olmazsa erken seçim olabilir. Ben bu konuda Türkiye’yi gerçekten serinkanlı biçimde seven, Türkiye'nin geleceğini düşünen AKP’lileri uyarmak istiyorum: İdam cezasının kaldırması ne demektir? Biz Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesiyiz. ‘Şöyle devletiz, böyle devletiz’ diyorsunuz ama ben diyorum ki ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin imzaladığı metinler var. Yani biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili protokolünü imzalamışız. Bir insan nasıl imzası ile bağlıysa, bir devlet de imzası ile bağlıdır. İdamı kaldırırsak Avrupa Birliği'ni bırakın, Avrupa Konseyi'nden atılırız.
Belki de bunu istiyorlar?
O zaman da dönüp o AKP’li arkadaşlara şunu söylerim: Gerçekten bunu istiyorsanız, bilesiniz ki Türkiye batar, para mara girmez. Türkiye ekonomik açıdan, güvenlik açısından da kimsenin güvenliğinin kalmadığı bir ülkeye dönüşür. O yüzden Avrupa değerleri bizim nefes alabilmemizi de sağlayan değerleridir.
Başbakan idam konusunda ‘geriye yürümez’ dedi…
Türkiye gibi bir ülkede bunun güvencesi olmaz. Temel hukuk kuralı filan dersek o hukuku özümsemiş, bağımsız ve kaliteli bir yargının olduğu ülkede geçerlidir. Türkiye bunu 27 Mayıs’ta yaşadı. Ülkenin en kaliteli hukukçuları yaş engeline rağmen Celal Bayar’ın asılabileceğine ilişkin bir rapor sundular Milli Birlik Komitesi’ne. ‘Usul kuralıdır ve yürürlüğe girdiği anda geçerlidir’ dediler. MBK kendisi Bayar’ı asmamayı tercih etti ondan sonra. Şimdi geriye yürümez filan deniliyor ama bir bahaneyle asabilirler. Bunlar seni de beni de politikaları gerektirirse idamdan hem yargılarlar hem asarlar…
Hak ihlallerine yönelik haber yapmak ya da haberi bırakın bu konuda avukat olarak görevinizi yapmanız terör suçlamasının doğrudan hedefi olmanıza neden oluyor…
Bu Türkiye'nin büyük bir ayıbı. Şimdi mesela ‘mağdur var diyorsan sen hainsindir’ deniliyor. Kardeşim, hepimizin güvenliği için mağduriyetlere, kötü muameleye, işkenceye veya haksızlıklara, hak ihlallerine engel olmamız gerekir. Bu gazetecinin de hukukçunun da her vatandaşın temel görevidir. Böyle bir yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir. Haksızlık, PKK ile suçlanan kişiye de yapılabilir, FETÖ’cülükle suçlanan kişiye de yapılabilir, biz ona karşı çıkarız. Çünkü bizim görevimiz insanlar suç işlemişse adil bir şekilde yargılanır ama onun dışında kötü muamele işkence ve hak ihlallerine karşı çıkarız. Örneğin şu anda benim 53 yıllık meslek yaşamında avukattan yararlanma hakkının bu kadar ihlal edildiği, bu kadar tanınmaz hale geldi bir örnek yaşamadım. Yani bunun karşısında Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın seyirci kalmasını hiç anlamıyorum. Ben bu hak ihlalleri ile ilgili bundan önceki İstanbul Başsavcısı Hadi Salihoğlu’nu da uyarmıştım. Salihoğlu ilk FETÖ operasyonu başladığında bunu bana söyledi ve hatta açıklamasını gösterdi. Dedim ki ona ‘İnşallah her şey hukuka uygun gidiyordur. Ben bu pisliğin, suç örgütünün mutlaka temizlenmesi ve cezalandırılması gerekir diye düşünüyorum. Ama yine hukuksal yanlışlar yapılırsa buna karşı çıkmak zorunda kalırız. Dün Ergenekoncu diyorlardı, Allah bilir bugün siz FETÖ’cü diyeceksiniz.” Şimdi biz bunu söylemekten geri duramayız. Bir gazetecinin görevi de budur.