Tunca Öğreten: Kötülükle alay ettik

Bakan Berat Albayrak’la ilgili haber yaptığı için 11 ay cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olan Tunca Öğreten, Cumhuriyet’e konuştu. Öğreten, “Bildiğin hayatı içeride kuruyorsun. Kendimizi de güldürdük, dışarıdakileri de. Kötülükle alay ettik” dedi.

CANAN COŞKUN

Gazeteci Tunca Öğreten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın RedHack tarafından hacklenen şahsi e-posta adresindeki bilgileri haberleştirdiği gerekçesiyle 25 Aralık 2016’da gözaltına alındı. 24 gün emniyette kötü şartlarda gözaltında kaldıktan sonra da tutuklandı. Hukuki danışmanları Prof. Dr. Yaman Akdeniz’in haber yayımlanmadan önce “Herhangi bir suç yok ama tutuklanırsın” dediğini aktaran Öğreten, tecriti, onunla nasıl “alay ettiklerini” anlattı:

- Cezaevindeki ilk günün nasıldı?

Gözaltında geçirdiğim 24 gün kötü bir süreçti. Ufacık bir hücrede kimi zaman dört kişi kaldık. Minderde yatıyorduk. Tepede 24 saat boyunca lamba yanıyordu. Gün içinde tuvalete dört kez gidebiliyorduk. Bunun da ne zaman olacağı belli değildi. Bu yüzden cezaevine girdiğimde ‘oh’ dedim.

Hamster gibi hissetmek

- Bir gününü nasıl planlıyordun?

Programlı olunca zaman çabuk geçiyordu. Sayım olduğu için 7.30’da uyanıyordum. 10.00’a kadar kitap okuyordum. Sonra gazete geliyordu. 14.00-15.00’a kadar onları okuyordum. Sonra tekrar kitaba dönüyordum. 16.30’da spora başlıyordum. 19.00’da haberleri izlemeye başlıyordum. Akşam yemeği yedikten sonra uyuyana kadar da televizyon izliyordum veya kitap okuyordum. Bu döngü içinde ‘çarktaki hamster’ gibi hissediyordum.

- Kaç ayda alıştın oraya?

Fiziksel olarak çabuk alıştım. Kendime bir yaşam alanı oluşturdum. “Burada ne kadar kalacağım? Minez’den (eşi) ne kadar ayrı kalacağım? İddianame ne zaman çıkacak” diye soruyordum ilk zamanlarda. Her mühimmatın bir menzili var. Bir merminin veya bir topun ne kadar gideceğini öngörebilirsin. Bunda hiçbir şey öngöremiyorsun. Türkiye’deki adaletin menzili yok çünkü. İlk zamanlarda Erol abi (Önderoğlu) geldi aklıma. Onun gibi 10 güne çıkacağımızı düşündüm. Olmadı. Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay gibi üç ayda bırakılabilirdik. Olmadı. İddianameyle de çıkamayınca “Tunca buraya üstüne yapacaklar herhalde senin” dedim kendi kendime. İddianamede 20 yıla kadar hapsim isteniyordu. Gözaltında 24 gün ile rekor kırdığımız için cezayı da en üstten verirler diye hesap yapıyordum. “Minez bekler mi” diye soruyordum kendime. Keyif alabileceğim şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Kendimi eğlendirecek garip garip şeyler yaptım.

Avludaki filiz de yasak

- Neydi onlar?

Güneşli havalarda gelen bir mektupta yaz tatili programı yazılıydı. Mevsim yaz ve ben hâlâ içeride olduğum için avluda sandalyeyi ters çevirerek şezlong yaptım ve güneşlendim. Serinlemem için koğuş arkadaşım sırtıma su döktü. Tatil atmosferi yaratmıştım. Sonra gardiyan geldi ve yasak olduğunu söyledi. Yönetmelikte güneşlenmenin yasaklandığı bir madde olmadığını söyledim. Yürüdü, gitti. Yan koğuşla satranç oynuyordum. Hamleyi kağıda yazarak pile sarıp duvarın diğer tarafına atıyordum. Onun önünde de kendi satranç tahtası duruyordu. Hamlesini yazıp geri atıyordu. Canlı bir organizmaya hasretsin orada. Bir gün bir kuş, gagasında taşıdığı filizi düşürdü avluya. Aylar sonra çiçek görmüş oldum ben de. O da Minez’in olduğu bir anıyı hatırlattı. Anının sürmesi için o filizi plastik bardağına içine duvardaki yosunu koyarak yaptığım saksıya diktim. Çiçek açtı. Sonra gardiyanlar aldı onu. Çünkü o da yasak. Alışık olduğun hayatı içeride kuruyorsun. Minez’in ses tonunda kendime seslenip cevap veriyordum. Bu kötülükle alay ettik. Kendimizi de güldürdük, dışarıdaki insanları da. Buna sebep olanları da mutsuz ettik bence. Onların görmek istediği Tunca ve Minez biz değildik çünkü.

Tahliye burukluğu

- Sizden kısa bir süre önce ve sonranızda birçok gazeteci tutuklandı. Bu seni korkuttu mu?

Çok korkuttu. Çünkü ortada deşarj yok aksine şarj var. Uyuşturucu kaçakçıları, katiller, tecavüzcüler girip çıkıyordu, biz çıkamıyorduk. Ahmet (Şık) ağabey ile nezarethanede karşılaştık. Tuvalete yürüyordum. Arkadan bir ses: “Birader n’aber”. “Hoş geldin” dedim. Nezarethane gazetecilerin uğrak yeri. Mesai çıkışında gittiğimiz bir bar gibi orası. Bunu normalleştirmek de daha fenası. 15 gün sonra tutukladılar. Hâkim ve savcı olacak kişilere kısa süreliğine cezaevinde kalma şartı konulmalı. Sevdiklerinden, özgürlüğünden mahrum kalmanın ne olduğunu bilmeliler. Tutuklama kararı o kadar kolay verilmemeli.

- Nizamiye kapısından çıktıktan sonra nasıl hissettin kendini?

Hiçbir şeye o kadar güvenemez hale geldim ki... Kararı duyduğumda “Kapıya çıktığımızda alacaklar tekrar Murat Aksoy ve Atilla Taş gibi” dedim. Ondan yırtınca evde saat 05.00’e kadar bekledim. Bizim köpeğimiz vardı. Adı Jüliet. Evde sıkılırdı. Dev bir köpek. Onu dışarı çıkarınca deli dana gibi koşardı. Nizamiye kapısından çıktıktan sonra aynısı oldu. Yemek almak için Levent’te idik. Durduğumuzda caddede arabaların arasında nefes nefese zıplayarak koştum. 12 metre karelik bir yerde 1 sene kalınca ipini koparmış köpek gibi koşturmak istiyormuş insan.

- Bir burukluk var mıydı çıkarken?

Kendini kötü hissediyorsun çünkü aynı şeyi hissettiğin, yaptığın, senden farkı olmayan insanlar içeride. Sen hasbelkader çıkmışsın ama onlar hâlâ içeride. Utanıyorsun aslında biraz da. Belki aynı şeyleri bizden önce çıkanlar da hissetti. Ahmet (Şık) çıksa o da üzülmeye devam edecek. Son insan çıkana kadar hiçbirimiz rahat hissetmeyeceğiz.

- Ne kadar değişiliyor içeride?

Bambaşka bir insan olarak çıkıyorsun. Kendinle baş başa kalıyorsun. İki tane Tunca var. İkisinin de elinde birer kılıç var. Kendinle savaşıyorsun. İkisinden hangisi zarar verirse yara alan sensin aslında. İç hesaplaşmalar, haklılık haksızlık değerlendirmesi gibi savaşlar veriyorsun kendinle. İyi yönde bir değişim bu.

‘Nikâhta ayağıma gardiyan bastı...’

Cezaevinde en sevindiğim an Minez’in imza attığı an idi. Onu 64 gün sonra ilk defa nikah masasında gördüm. Absürt bir durumdu. Ayağıma gardiyan bastı. Hayatımın en mutlu gününü, o rezil süreçte yaşadım. Paradoks bu. Absürt de bir yandan. Ayağıma Minez’in yerine gardiyan bastı. Sonrasında bekleme faslı var. Haftada bir gerçekleşen görüşleri bekliyordum. Hafta boyunca volta üstüne volta atıyordum. Görüşlerde ‘komadaymışım ve hayata döndürmek için elektroşok veriyorlarmış’ gibi hissediyordum. Hani “Beyaz bir ışık gördüm” derler ya, görüş kabininde aynen öyle oluyordu. Beni hayata bağlayan o 45 dakika boyunca çok mutluydum. Sonra hayat duruyor orada.