Tüketelim derken bakın nasıl tükeniyoruz

Bize hizmet etsin diye aldıklarımıza hizmet ettiğimiz, yetmezmiş gibi yaşam alanımızı da onlara teslim ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Tüketelim derken tükeniyoruz. Stuffocation: Sahip olduklarımızın varlığımızı zenginleştirdiğini hissetmek yerine, onlar tarafından boğulduğumuzu hissetme hali. 21. yüzyılın adı konulmamış illeti, hepimiz mağduruz.

Zeynep Yapar

 

 "Todo tu vida no cabe en un piso." Hayatınızın tümü bir eve sığmaz. Madrid’de bir metro yolcuğu sırasında karşımda duran ilandan öğrendim ki, haftada 15 euro’dan başlayan fiyatlarla, gönül rahatlığıyla, kendi saklama birimimi kiralayabilirim. Çünkü Bluespace bir depodan fazlası. Londra’da mı yaşıyorsunuz? O zaman Big Yellow yanınızda. Onun da mottosu: "Hayatınızda biraz yer açın." Ve İstanbul için depolama vakti: My Depo. "Eşyalarınız için hiç yeriniz kalmadı mı? Eşyalarınızı ambalajlayıp naklinizi yapalım. Siz keyfinize bakın.” 

Bireysel depo hizmeti, dünyada milyar dolarları bulan bir endüstri haline geldi. Sörf yapıyorsanız ve evinizde sörf tahtanıza yer yoksa, amenna. Parke mi cilalanacak? Bu sürede eşyaları koyacak yer arıyorsanız, bu hizmet bir nimet. Peki ya oynanmayan oyuncaklar, giyilmeyen giysiler, okunmayan kitaplar, kullanılmayan elektronik aygıtlar, modası geçmiş çeyizler, biblolar… Farkında mısınız? Boyumuzdan, odamızdan, evimizden öyle büyük almışız; dünya malını öyle bir sırtlanmışız ki, bir yaşama sığmıyoruz.

 

ŞEYLERİN HANEDANLIĞI

Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles'ın (UCLA) antropoloji bölümünde modern hayat üzerine yapılmış en kapsamlı araştırmalardan birinden çıkan sonuç şu: Global tarihin en zengin maddi toplumunda yaşıyoruz. Ortalama aile başına, herhangi bir önceki topluma kıyasla ışık yılından fazla malımız var.

Araştırma yapılan orta sınıf evlerin en küçüğü yaklaşık 90 m² ve bu ölçülerdeki bir evin yalnızca oturma odası ve banyosundaki "şey" sayısı 2 bin 260. Bu rakam, UCLA’li antropologların getirdiği sayım kuralları gereği, sayım yapanın yalnızca ayakta durduğunda gördüğü şeyleri kapsıyor. Fincanların içine sıkıştırılmış, dolaba tıkıştırılmış şeylere dokunulmamış. Araştırmaya göre her evde örneğin ortalama 39 çift ayakkabı, 90 DVD, 438 kitap ve dergi var. 10 aileden 9’u eve sağmayanları garajda saklıyor ve dörtte üçünün garajında arabalarına yer yok. Üstüne üstlük, malın mı var derdin var. Zira annelerin evdeki eşyalarla uğraştıkları sırada stres hormonlarında ani yükselmeler gözlenmiş. Araştırmanın sonuçlarına göre, bugün "material saturation" yani materyal doygunluğun zirvesinde hayat sürüyoruz ve bu yaşam stili beraberinde "extraordinary clutter" yani olağanüstü yığılmayı getiriyor. Araştırma ABD'de yapılmış olsa da, etrafınıza alıcı gözle bir bakın; bakın ve "şeylerin hanedanlığı"nın kudretinin farkına varın. Bize hizmet etsin diye aldıklarımıza hizmet ettiğimiz, yaşam alanımızı onlara teslim ettiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Mutlu muyuz?

 

AL GİTSİN YER BULUNUR NASILSA İHTİYAÇ OLUR

Stuffocation. Sözlüklerde geçmeyen bu kelime, aslında az önce bahsettiğimiz o olağanüstü yığının oluşum pratiğini tarif ediyor: Alıp alıp bir yerlere sokuşturma. İhtiyacımız olsa da olmasa da, giysi de obje de. Alıp yer bulamamak, almadan duramamak. Yazar ve trend analizcisi James Wallman, üzerine kitap yazdığı kavramı şöyle tanımlıyor: “Stuffocation, bugüne kadar adlandırılmamış olsa da, herkesin mağdur olduğu, günümüzün en şiddetli, en sıkıntılı mevzularından biri. Sana, bana, topluma dair; sahip olduklarımızın varlığımızı zenginleştirdiğini hissetmek yerine, onlar tarafından boğulduğumuzu hissetme hali. Böylesine meşgul hayatlarımızda, yığınlar altında yaşamak, yani 'daha fazlası' artık daha iyi değil. Daha kötü. Maddelerden bunalmış ve boğulmuşuz, stuffocation’ı yaşıyoruz.”

 

DAHA AZLA DAHA FAZLA YAŞAM 

James Wallman, BMW, Google, Burberry, Nike gibi firmalara gelecek üzerine danışmanlık veren, Oxford Üniversiteli bir fütürist. Wallman’a göre geleceği görmek için kahin olmak gerekmiyor; Amerikalı fütürist William Gibson’ın sözünü savunuyor: “Gelecek zaten geldi, yalnızca yeterince eşit dağıtılmadı.” Wallman, Penguen yayınlarından çıkan "Stuffocation. Daha Azla Daha Fazla Yaşam" kitabını 10 bin saatlik trend analizi ve gelecek öngörüsü araştırmaları üzerinden yazmış. Peki, daha mutlu bir bugün ve gelecek için materyalizmi neden geride bırakmalıyız? Neden "şey"lerimizden yakayı kurtarmalıyız? 

James Wallman, “Oliver James gibi bir psikolog ya da Alain de Botton gibi bir filozof dünya malından vazgeçmenizi, çünkü "şey"lerin bize mutluluktan çok stres getireceğini söylüyor,” diyor. Oliver James tatminsizliğin getirdiği bu probleme "affluenza" diyor: Affluenza, duygusal fekalete dönüşüyor. Kapitalizm affluenza’yı körüklüyor. Daha fazla affluenza’yla daha fazla akıl sağlığı tehdit altında. De Botton’a göre, "şey"ler aracılığıyla milletle aşık atmak bize statü kaygısı olarak geri dönüyor.

Almamak çözüm değil, alırken sorgulamak gerekiyor. Şey’lerden saadet beklememeli, onlara duygusal anlamlar yüklememeli. James Wallman, yükselişi önlenemeyen stuffocation’a panzehir olarak, deneyimlemeye çağırıyor. “Materyalist değil, experientialist yani deneyimci olun” diyor. Yaşama anlam yüklemek için dünya malının yerine tecrübeyi koyuyor. Bir yeni çift ayakkabı yerine arkadaşlarla bir yemek; bir saat yerine, bir tatil belki de…

 

BİZİ BİZ YAPAN DÜNYA MALI DEĞİL, TECRÜBE

 Cornell Üniversitesi psikoloji bölümünden Travis J. Carter ve Thomas Gilovich’in yayınladığı makaleye göre, sahip olduğumuz "şey"leri ne kadar seversek sevelim, gerçekten birer parçamız değiller. Bizi tanımlayan onlar değil, tecrübeler. Deneyimlerimizin toplamından oluşuyoruz; yaptıklarımızın getirdiği erdemleri bir araya toplayarak bir özgeçmiş oluşturur gibi, deneyimlerimizle kendi inşaatımıza bir tuğla daha koyuyoruz. Carter ve Gilovich 10 yıldan uzun süredir tecrübeler ve sahip olduğumuz "şey"ler aracılığıyla gelen mutluluk üzerine çalışmalar yapıyorlar. Ve profesörler bir şey yapmanın, neden bir şeye sahip olmaktan daha fazla keyif verdiğine dair üç temel neden sıralıyor: Deneyimler kimliğimizin bir parçasına dönüşür; diğerleriyle sosyal bağlantıyı teşvik eder; bir başkasının sahip olduklarını düşünürken hissedebileceğimiz kıskançlık, gıpta gibi duyguları tetiklemez. Zira tecrübeler daha az karşılaştırılabilir şeyler. Tecrübe, gücendiren sosyal mukayeselere daha az konu oluyor, karşılaştırmaya maruz kalsanız bile sonuç daha az sarsıyor. “Örneğin yeni bir düz ekran televizyon aldınız. Benim evime geldiniz ve benimki sizinkinden daha büyük, görüntü daha net. Hayal kırıklığına uğrarsınız. Bir diğer yandan farz edelim, tatile Karayipler’e gittiniz. Benim de aynı yere tatile gittiğimi öğreniyorsunuz, üstüne üstlük benim tatilim sizinkinden daha iyiye benziyor. Bu da rahatsız edici olabilir, fakat bir diğer örnek kadar değil. Zira anılarınız aracılığıyla Karayip’lerle kendinize has bir bağlantınız var. Ve sizin özgün deneyiminiz bu anlamda benimkiyle kıyas götürmüyor.”

 

VOLVO’SUNU SATAN BİLGE 

Graham Hill, 90’lı yıllarda internette satış danışmanlığı veren şirketi aracılığıyla, bir ömür boyu kazanamayacağını düşündüğü kadar çok parayı, 30 yaşından önce kazandı. Seattle’da 335 m²’lik bir ev satın aldı. Evi dayayıp döşemek için yeterli zamanı olmadığından, bir alışveriş danışmanıyla anlaştı. “Devasa evimi elektronik aletler, teçhizatlar, teknolojik aygıtlarla doldurdum. Kapıda bir turbo şarjlı Volvo otomobil. İşteki başarım ve bu sayede satın aldıklarım önce alışılmışın dışında şeylerdi, sonra normalleşti. Teorik olarak kalitesi yükselmesi gereken, terfi etmesi gereken yaşantım, nedense bana kendimi daha iyi hissettirmiyordu. Hatta eskisinden daha huzursuzdum. 30’una gelmeden herkesin başına böylesi bir talih kuşu konmaz, bu yüzden koşullarım belki sıra dışıydı; ama dünya malıyla ilişkim herkesinkiyle aynıydı: Sahip olduklarım bana sahip olmuştu. Tüketmek için aldıklarım beni tüketiyordu. Evim ve içindeki her şey, asla başvurmadığım bir işin yeni patronuydu.” Graham Hill bugün 40 m²’lik bir stüdyoda yaşıyor. Evinde dört kişi uyuyabiliyor, 12 kişilik davet verebiliyor. Altı adet gömleği var. Kitap sayısı ise eskisinin yüzde 10’u. Bu arınma 15 yılda gerçekleşmiş. Sürdürülebilirlik ilkesini benimseyen doğa dostu tasarım sitesi treehugger.com’un kurucusu olarak, ihtiyacı olandan fazla kaynak tükemediği için mutlu. Hill değişen yaşam stilini iki yıl önce New York Times’da anlattı. Living With Less. A Lot Less / ‘Daha Azla, Çok Daha Azla Yaşamak.’ başlıklı yazısı, 2013 yılının en çok okunan ve paylaşılan makaleleri arasındaydı. “Daha azına sahibim, daha keyifliyim.” diyor Hill. “Alanım küçük, yaşamım büyük.” 

 

TEK BİR ŞEYİ KALMADI

 Eşyalarınızdan vazgeçip onları imha edebilir misiniz? Ne kadarına gider eliniz? Hepsine? İngiliz sanatçı Michael Landy tüketim toplumuna karşı tepkisini, 2001 yılında Break Down/Çöküş adlı eseriyle verdi. Landy, pasaportundan doğum sertifikasına, kitaplarından giysilerine, sanat eserlerinden Saab marka otomobiline kadar, üç yılda arşivini tuttuğu 7 bin 227 kalem eşyasını sistematik bir şekilde imha etti. Londra’daki Oxford Caddesi'nde, eski bir mağazada gerçekleşen imha için 10 işçi çalıştı ve Landy’nin her şeyini kaybettiği sergisini 45 bin kişi izledi. 

 

KOMPULSIF SATIN ALMA

 Psikiyatri literatüründe oniomania olarak geçen kompulsif satın alma, bir eşya yığınıyla sonuçlanabilir ama her olağanüstü yığının sebebi kompulsif satın alma değil. Alışverişin, stres ve anksiyeteyi azaltmanın bir yolu olarak kullanıldığı, satın almanın kişinin kontrolü dışına çıktığı oniomania, birçok psikiyatrik bozuklukta olduğu gibi, gelişimsel, kültürel, genetik ya da nörobiyolojik sebeplerle oluşabilen bir çeşit dürtü bozukluğu.