Trump geleneksel bir Cumhuriyetçi değildi
Cumhuriyetçi Parti’den daha iyi biri miydi Trump? Elbette değildi Aralarındaki fark CP’nin inşa ettiği sahte imajla, Trump’ın bu imajı yerle bir eden “kaba gerçekçiliği”nin doğurduğu farktır. Tüm aykırılığına rağmen pasif, hantal olmakla eleştirdiği Cumhuriyetçi Parti’yle “dine” yaklaşımında aynıydı. Tek farkı öncekilerin hiç yapmadığı kadar dinle iç içe olmasıydı. Kudüs’le ilgili aldığı karar Evangelist hıristiyanları memnun eden bir karardı.
Mustafa K ErdemolBenzetme çok doğru tabii. Gerçekten de züccaciye dükkanına dalan fil gibiydi. Cumhuriyetçilerin toplumu baskılama, muhafazakar değerleri pompalama konusundaki ince taktiklerine pek yüz vermeyen bir tutumu vardı. Ne yaptıysa, yani yabancı düşmanlığından, siyah nefretine, İslamofobiden kadın düşmanlığına kadar hangi uğursuz tutumu aldıysa bunu açık açık yaptı. Tabii bunu, dürüstlük adına yaptığı da iddia edilemez, mensubu olduğu Cumhuriyetçi Parti’yi, kendisiyle aynı duygulara sahip olmasına rağmen, “kültürel/sosyolojik düşman”ın kim olduğu konusunda açık olmamakla suçlayan biri olarak, o bu konularda “net” olduğunu vurgulamak zorundaydı. Bunu yaptı.
Dolayısıyla, siyaseten doğruculuk (political correctness) adına inanmadıklarını “inanıyormuş gibi” yaparak, yani siyah düşmanı olduğu halde, siyah haklarından dem vurarak, kadın bedeni üzerinde muhafazakar tepinmeler yapmasına rağmen kürtaja bakışını yumuşatarak “modernite” ile bağını korumaya özen gösteren Cumhuriyetçilerden, kendini dışa vurma açısından ayrıydı Trump. Hem bu nedenle hem de “başıbozuk” oluşunun Cumhuriyetçi Parti imajına darbe vurmasından ötürü hatırı sayılır bir Cumhuriyetçi seçmenin de desteğini yitirdi. Eh bir de 230 bin kişinin ölümüne yol açan pandemi konusundaki gevşekliği de etkiliydi tabii. O nedenle, ırkçılığına, yabancı düşmanlığına, muhafazakar gericiliğine sempati duyup oy yağdıran Arizona’daki ihtiyar seçmenin 2016’da yüzde 13’lük desteğini son seçimde tamamen kaybetti.
CUMHURİYETÇİ PARTİ TRUMP’TAN DAHA MI İYİ?
Elbette değil. Aralarındaki fark CP’nin inşa ettiği sahte imajla, Trump’ın bu imajı yerle bir eden “kaba gerçekçiliği”nin doğurduğu farktır. Bizdeki sevenlerine aldırmayın, berbat bir adamdı Trump kuşkusuz. Dikkatleri krizlerden uzaklaştırmak için kültürel çatışmaları körükledi sürekli. Cumhuriyetçi Parti de bu çatışmaları derinleştirmekten yana olan ama ülkenin iki büyük partisinden biri olarak bu çabasını “kültürel mikropları- yani Hispanikleri, siyahları, çekik gözlüleri, Müslümanları- kimliksizleştirecek politikalar üretmekle sınırlı tutmak zorunda kalan bir yapıdır. Trump’ın farkı bu kimliksizleştirmede aceleci olmasıydı. Geleneksel Cumhuriyetçiler, moderniteyle aralarına mesafe koyma tutumunu terk edeli çok olmuştu. O nedenle kürtaj konusunda, idamı savunma konusunda ılımlılaştıkları tamamen değilse bile kısmen doğrudur. Ülke daha da çeşitlendikçe, Cumhuriyetçi Parti daha fazla Afroamerikalı ve Latin seçmenine hitap etmesi gerektiğini fark etti uzun yıllardır. O nedenle çok sayıda siyah, Latin Amerikalı, Müslüman senatöre ya da üyeye sahip bu parti.
Meksika sınırına göçmen akımını engellemek için duvar inşa ettirmesine, dünyayı mahvetmiş eski Başkanlardan George W. Bush bile sınırı yasadışı yollardan geçenlerin insanlığını vurgulayarak karşı çıktığını söylemişti. “Ben Teksas valisiyken, aile değerlerinin Rio Grande Nehri'nde bitmediğini söylerdim hep” demişliği bile vardı oğul Bush’un. Cumhuriyetçi Parti'nin modern düşüncelerle kurmak zorunda kaldığı bu bağı Trump aşırılığıyla kopardı.
Barack Obama'nın yoksullar için çıkardığı sağlık sigortasına Cumhuriyetçi Parti düzeltilmeye muhtaç bir yasa diye bakmış, bu yasadan zarar görecek ilaç ya da özel sağlık lobilerinin baskısına rağmen yasaya muhalefetini sınırlı tutmuştu. Ancak Trump seçim kampanyasında kaldıracağını söylediği yasayı Başkanlığı sırasında kaldırarak söz konusu lobilerin isteğini yaptı ama Obama dönemindekinden daha fazla insanı sigortasız bıraktı. Cumhuriyetçi Parti bu mirası üstlenecek kadar akıl yoksunu bir parti değil.
Bu nedenledir ki kaybetmesinde, kendi yarattığı çoşkulu bir seçmene sahip olmasına rağmen, Cumhuriyetçi tabandan da destek alamadı. Geleneksel (Trump'ın deyimiyle hantal) Cumhuriyetçi Parti, kuruluşundan beri kolektif liderliği savunduğunu iddia eden, dolayısıyla kişi kültüne hayli uzak bir partidir. Trump bu geleneğin dışına çıkarak kendisini külte dönüştürdü. Partinin tüm akıl yürütme mekanizmalarını geride bırakarak "ben" olgusunu çok öne çıkardı. Geleneksel Cumhuriyetçilerde asla olmayan "siyasi kabileci" bir tutumu benimsedi.
Cumhuriyetçi Parti'nin temsil ettiği muhafazakar hareketin kökleri siyasi alanda, elbette son derece yıkıcı olsa da, “fikirlere” dayalıydı. Bu Serbest Pazar ekonomisini savunan bir parti olarak doğaldı. Trump, “fikir” adamından çok, sürekli değişen “aksiyoner” bir tutuma sahipti. Bu tutumu en çok dış politikada kendini gösterdi. Örneğin Kuzey Kore lideri Kim Jong un ile görüşmesi “pratik zekasının” iyi bir örneğidir. Kuzey Kore, uluslararası toplum tarafından, kontrol altına alınması, denetlenmesi zor bir ülke. Ama Trump için İran’dan daha tehlikeli değildi. Avrupa ülkeleriyle ticaret yapan, nükleer gücünün barış dışı amaçlar için kullanılmayacağına dair uluslararası topluma söz veren, bu sözünü de tutan İran’a göstermediği şefkati Kuzey Kore’den esirgemedi Trump. “Düşmanlar” üzerine bir politikası olan Cumhuriyetçileri şaşkınlığa uğratarak Kim Jong un’la görüşmesinin ABD’ye müttefik kaybettirmeyeceğini biliyordu Trump. En fazla Güney Kore’yi kırabilirdi ama onun gönlünü de almak zor değildi. (Nitekim Kim Jong un’la görüştükten sonra Güney Kore ile Kuzey Kore’nin sahasına yakın ortak deniz tatbikatı da yaptı). Bu nedenle Kim’le yaptığı görüşme, Trump’ı “barışçı, diyalogtan yana” Başkan yapıverdi birden bire. Aynı ilişkiyi İran’la kuramazdı, kurması halinde “İslam coğrafyasındaki” dostlarını incitebilirdi. Hem İran’a hem Kuzey Kore’ye eşit “düşman” tutumu alma konusundaki gelenekçi Cumhuriyetçi tavrın dışına çıktı Trump.
Sözcüsü olduğu kesimlerin “işlerini takip” etmede diğer Cumhuriyetçi başkanlara da fark attığını söyleyebilirim. Sağlık tekellerinin, kendilerine halk yararına yükümlülükler yükleyen Obamacare’i yürürlükten kaldırdı. İran’ın ABD dışındaki ülkelerle başta silah olmak üzere ticaret yapmasını engellemek için İran anlaşmasını bozdu. Bunlar başkanlığını ilk dönemlerinde yaptıkları. Son dönemde, deyim yerindeyse “yangından mal kaçırırcasına” yaptıkları da şunlar: Teamüllere aykırı olarak seçim öncesi kilit yerlere atama yapmama kararını aldırmayarak, siyasi nezaket gereği seçim sonrası (kendisi dahil) kim Başkan olacaksa onun yapması gereken bir seçimi yapıp Yüksek Mahkeme’ye muhafazakar bir üye atadı. Bu, şimdi Başkan Joe Biden’ın Trump dönemine ilişkin iptal başvurularında söz konusu mahkemede önüne bariyer çıkacağı anlamına geliyor. Çünkü mahkeme muhafazakar ağırlıklı. İkincisi, ABD’yi, endüstri tekellerinin hiç memnun kalmadığı Paris İklim Anlaşması’ndan çıkarması oldu. Kararını aldığı bu iptal yasasını tam da seçim günü olan 3 Kasım’da yürürlüğe soktu. Anlaşmaya taraf 197 ülke içinde ayrılan tek ülke oldu ABD. Anlaşmayı gerektiren evre kirliliğine en çok olumsuz katkıyı veren ABD şirketleri, anlaşmanın gerektirdiği yüklerden kurtulmuş oldu böylelikle.
CUMHURİYETÇİLERE BENZER YANLARI DA VARDI
Tüm aykırılığına rağmen pasif, hantal olmakla eleştirdiği Cumhuriyetçi Parti’yle “dine” yaklaşımında aynıydı. Tek farkı öncekilerin hiç yapmadığı kadar dinle iç içe oldu. Yüksek Mahkeme’ye muhafazakar federal yargıçları atadı. Evanjelik Hıristiyanlarla anlaşma yaptı. Ayrıca, partisinin kürtaj karşıtı Katolikleriyle güçlü bir ittifak kurdu. Bunun sonucu Kudüs’ün Trump döneminde İsrail’in başkenti kabul edilmesidir. Cumhuriyetçi ya da Demokrat hangisi olursa olsun Başkanların önüne getirilen bu karar tam 22 yıl boyunca ertelenmişti. Bekletmeden kabul eden Trump oldu.
KOŞULLLARIN DEĞİŞTİRDİĞİ CUMHURİYETÇİ PARTİ
Cumhuriyetçi Parti, elbette göçmenlere, çok kültürlülüğe, eşit oy haklarına karşı bir partidir ama bunları açıkça savunacak koşullar yok bugün ABD’de. Cumhuriyetçiler, göçler nedeniyle ortaya çıkan ekonomik/kültürel korkularla ilgili olarak çeşitli yasalar çıkarmışlardı. Özellikle Hispanik nüfusun artışı karısında, 1994 yılında Önerge 187'yi yürürlüğe soktular. Bu, belgesiz göçmenlerin devlet okullarına gitmesini veya devlet hastanelerini kullanmasını yasaklayan bir yönergeydi. Cumhuriyetçiler, ağırlıklı olarak beyaz, sosyal olarak muhafazakar, göç karşıtı bir parti haline geldi iyice. Bu tutumları 2010’da Demokratları eyaletleri çok çok güçlendirdi. Cumhuriyetçilerin taktik değiştirmesine yol açan bir etki yaptı.
O nedenle Cumhuriyetçi Parti, Trump’ı “Cumhuriyetçi tabanı bir grup fanatikle sınırlı hale getirdi” diyerek çok eleştirdi. Haziran ortalarında Pew Araştırma Merkezi'nin yaptığı bir araştırmada Cumhuriyetçi ya da Cumhuriyetçi eğilimli seçmenlerin yalnızca yüzde 19'u Trump'dan memnun olduğu görüldü. Ama Trump kendi seçmenini de yaratmıştı, Gallup'un yine Haziran ayında yaptığı bir kamuoyu araştırmasına göre, Cumhuriyetçi Parti’den uzaklaşan ama Trump'ı destekleyen muhafazakar seçmenin oranı yüzde 91 idi.
Şimdi tüm bunlardan Joe Biden’ın gelişi iyi oldu sonucu mu çıkarılır. ABD dışında yaşayan bizleri, ABD’nin askerileştirilmiş dış politikası ilgilendirir. Biden da bu politikanın sürdürücüsü olacak. Trump’ın BM ya da NATO karşıtlığı barışseverliğinden değil, bu kurumların “büyük oranda ABD tarafından fonlanmasına rağmen, ABD’nin dediklerini yapmadığına” inanmasından kaynaklanıyordu. BM’nin, NATO’nun ABD çıkarları için canla başla çalışması Trump’a yeterli gelmemişti. BM de NATO da yeniden güçlü ortaklar haline gelecek. Değişmeyen düşmanlar ise Trump için olduğu gibi Biden için de “Çin ve Rusya” olacak elbette. Diğer ülkelerle ilişkileri, o ülkelerin bu politikasının yanında nasıl tutum alacaklarına bağlı kuşkusuz.
ABD hegemonyasının bittiği, çokkutuplu dünyada müttefik kaybettiği bir dönemde Biden, bir Cumhuriyetçi Başkan’dan farklı olmayacak. Trump’ın gidişine üzülenler de Biden’ın gelişine sevinenler de bunu fark etseler iyi olur.