Traji-komik suçlamalar

Cumhuriyet soruşturması kurgusunun temelsiz olduğu, haberler dışında somut bir kanıt gösterilmemesiyle ilk anda açığa çıktı. Bu yüzden de “Cumhuriyetin çizgisini ansızın değiştirip devleti hedef alması” şeklinde ifade edilen yorum ve varsayıma dayalı suçlamalar yöneltilerek soruşturmaya meşruiyet sağlanmaya çalışıldı.

KEMAL GÖKTAŞ

Cumhuriyet’i susturmak için kurgulanan soruşturmanın FETÖ sanığı bir savcı tarafından yürütüldüğü açığa çıktığı anda aslında çökmüştü. Buna rağmen 9 Sulh Ceza Hâkimliği haber ve yazıları “terörizmle” özdeş gösteren kararıyla tutuklama kararı verdi. Üç ay içinde tutuklama kararına yapılan itirazlar ve tutukluluk inceleme kararlarında bu yaklaşım hiç değişmedi ve sürekli tekrarlandı. Cumhuriyet soruşturması kurgusunun temelsiz olduğu, gazete haberleri dışında hiçbir somut kanıt gösterilmemesiyle ilk anda açığa çıktı. Bu yüzden de “Cumhuriyetin devletçi, geleneksel, laik ve ulusalcı çizgisini ansızın değiştirip devleti hedef alması” şeklinde ifade edilen yorum ve varsayıma dayalı yaklaşımla “yayın çizgisi” ve “yayın politikası” değişimi suçlaması ve tartışması yapılarak soruşturmaya meşruiyet sağlanmaya çalışıldı. Gerçekte ise Cumhuriyet Vakfı’nın kuruluşu senedinde yazdığı gibi Cumhuriyet’in varoluş amacı “gerçek bir demokrasinin kurulması ve laikliğin toplumca benimsenmesi” için çalışmak olarak kabul ediliyor. Bu amaçlara ulaşmak için uyulacak temel ilkeler ise ‘İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Bildirgesi’ ile Atatürk devrim ve ilkelerinin açtığı ‘aydınlanma’ yolu olarak gösteriliyor. Savcılığın suç kanıtı olarak gösterdiği yayınlarda ise suç unsuru bulunmaması bir yana bu ilkelere de hiçbir aykırılık yok. Tutuklama nedeni yapılan haberler şöyle:

SOKAKTAKİ TEHLİKE

* “17 Temmuz 2016 tarihinde gazete manşetinin ‘Sokaktaki tehlike’ olarak çıktığı, Cumhurbaşkanımızın tanka asılan posterlerinin manşet yapılarak sokağa çıkıp demokrasisine sahip çıkılma hadisesinin tehlike olarak görüldüğü...”

Cumhuriyet’in söz konusu suçlamaya konu olan manşet haberi, toplumda yaygın biçimde hissedilen bir kaygıyı paylaşmaktan ibaretti. Cumhuriyet bu haberinde bu kaygıyı paylaşırken asla darbeye karşı sokaklara çıkılmasının ‘tehlike’ olduğunu belirten bir ifade kullanmadı. Aksine bu sokak gösterileri sırasında yaşanan bazı kaygı verici olayların darbeye karşı sokağa çıkan vatandaşlardan ayrılan bazı grupların işi olduğunun altını çiziyordu. Üstelik bu grupların eylemlerinin demokratik protestoları gölgelediği uyarısında bulunuyordu. Haberde “Tarihe kara bir leke olarak geçen 6-7 Eylül olayları, Maraş ve Madımak katliamlarını yaşayan Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi sonrası meydanlarda gerçekleştirilen gösterilerden ayrılan bazı grupların eylemleri ‘demokratik protestoları’ gölgeliyor” ifadeleri kullanılmıştı.

EKSİK DEMOKRASİ

* “Yenikapı’da düzenlenen ve darbeye karşı gerçekleştirilip 5 milyondan fazla kişinin katıldığı mitingi “Eksik Demokrasi” manşetiyle vererek hedef gösterdiği...”

Yenikapı’daki mitinge HDP’nin çağrılmamasının önemli bir eksiklik olduğu, CHP başta olmak üzere birçok siyasetçi ve yorumcu tarafından dile getirilmişti. Cumhuriyet de HDP’nin alanda olmamasını bir eksiklik olarak görmüş ancak mitingi “hedef gösterecek” bir ifade kullanmamıştı. Cumhuriyet’te Yenikapı mitingi ile ilgili haberde alanda bulunanlar “darbeye karşı çıkan milyonlarca yurttaş” olarak tanımlanmış ve kalabalığa da vurgu yapmıştı.

MİT TIR’LARI

* “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar” başlığı altında FETÖ kumpası olduğu mahkemelerce tespit edilen MİT’e ait yardım TIR’larının durdurulmasına ilişkin gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafların manşetten yayınlandığı...”

Gazeteci Can Dündar ve Ankara temsilcimiz Erdem Gül’ün 5 yıl hapis cezası almasına neden olan haberler, mahkeme tarafından “gizli belgelerin yayımlanması” olarak değerlendirilmişti. Anayasa Mahkemesi suçlamanın gazetecilik faaliyeti olduğunu belirterek Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutukluluk halinin hukuka ve kanunlara aykırı olduğunu tespit eden hak ihlali kararı verince, Ağır Ceza Mahkemesi tahliye edilmelerine karar vermişti. Hukuktaki en temel kurallardan biri olan “non bis in idem” yani “aynı fiilden dolayı ikinci bir soruşturma açılamaz” ve “aynı fiil nedeniyle ikinci kez ceza verilemez” ilkesine aykırı olarak MİT TIR’ları ile ilgili haber bu soruşturmaya da dahil edildi.

SAVCILARLA RÖPORTAJl

* “17-25 Aralık darbe girişimi sürecinde Ergenekon savcıları ile ilgili haberler ve bir röportajın Cumhuriyet gazetesinde yer alması, genel yayın yönetmeni Can Dündar ile görüşmeleri”

Gazeteciliğin en temel kurallarından biri doğrultusunda yapılan bu röportajlarda; 17-25 Aralık soruşturmalarının temel ceza hukuku ilkelerine ve hukuka aykırılığı da sorgulandığı ve aykırı soruların da sorulması hiç dikkate alınmadan savcılarla yapılan röportaj “terör faaliyetinin” delili olarak gösterildi.

AYDIN ENGİN’İN YAZISI

* Aydın Engin’in 13 Temmuz 2016’da yazdığı ‘Cihanda sulh peki yurtta ne?’ başlıklı yazısı.

15 Temmuz darbecileri TRT’de okuttuğu bildiride adlarını “Yurtta Sulh Konseyi” olarak ilan etmişti. Aydın Engin’in darbe girişiminden 2 gün önce yazdığı yazısında; darbe ile arasında sırf Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” sözüne yapılan atıf nedeniyle bağlantı kurulmaya çalışıldı. Oysa Engin, yazısında o tarihte dış politikada dile getirilen barışçı söylemlerin içeriye de etki edip edemeyeceğini soruyordu. Tamamen barış çağrısı içeren bir köşe yazısı “terörizmle” suçlandı.

KADRİ GÜRSEL’İN YAZISI

* Kadri Gürsel’in 12 Temmuz’da yazdığı “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı köşe yazısında “subliminal” içerikli mesaj verilerek seçimle gelen Cumhurbaşkanına karşı ayaklanma ve buna benzer gayri meşru bir yöntem önerildiği...

Sulh ceza hâkimliği, Gürsel’in Erdoğan’ı eleştiren yazısından subliminal mesaj çıkarma maharetini gösteren soruşturma savcılığının izinden giderek traji-komik bir suçlamada bulundu. Oysa Gürsel bu yazıda Erdoğan’ın ülkenin “babası” olmak istediğini mizahi bir dille anlatıyor ve başka hiçbir etken olmasa bile siyaseten kendi kendini bitirdiğini ifade etmek üzere Erdoğan’a karşı “bir sigara yakıp söndürmemeyi” öneriyordu. Hâkimlik ise bu yazıyı “ayaklanma” (!) olarak değerlendirdi.

ZAMAN’LA AYNI MANŞET

* Zaman gazetesi ile Cumhuriyet gazetesinin 16 Şubat 2016’da aynı (Devletin kalbine bomba) manşetiyle çıkması

Ankara’nın en merkezi yerlerinden birinde, Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Meclis ve Başbakanlık’a on metre mesafedeki Merasim Sokak’ta patlayan bombaya ilişkin tamamen bir tesadüf olarak iki gazetenin de “Devletin kalbine bomba” başlıklı aynı manşetle çıkmasından sonuçlar üretildi. Oysa gazetecilikte manşetlerde ‘pişti’ olmak birçok defa başka gazetelerin de başına gelmiş, istenmeyen tesadüfler olarak sık rastlanan bir şey... Haber konusu olayların özelliğinden kaynaklanan ve tesadüf denebilecek “manşet piştilerine” şu örnekler verilebilir:

* Sözcü ve Özgür Gündem gazeteleri 15 Mart 2016 tarihli sayılarında, Ankara Kızılay’da patlayan bombayla ilgili olarak “Başkanlığın(ız) batsın” manşetleri ile pişti oldu.

* Deniz Baykal’a komplo kasetine ilişkin haber 27 Mart 2014’te Habertürk’te “Baykal Kaseti Depremi”, Zaman gazetesinde “Siyasette Kaset Depremi” başlıklarıyla çıktı.

* Sözcü ve BirGün gazeteleri 21 Şubat 2014 tarihli sayılarında dönemin Başbakanı Erdoğan ile Hitler’i kıyasladı. Sözcü “Tesadüfe Bak”, BirGün ise “Seni birine benzettik” manşetleri ile çıktı.

* Hükümete yakın gazeteler ise özellikle Gezi döneminde ve Mısır darbesi ile ilgili aynı ortak manşetlerle çıkıyordu. Üstelik bu manşetler tesadüf olmasının ötesinde birbirleriyle görüşerek hazırlanmış, planlı piştilerdi.

BODRUMDA ONLARCA ÖLÜ

“Bodruma baskın, onlarca ölü” başlıklı haberde PKK’li teröristlerin masum olarak gösterilmeye çalışıldığı, ambulansların yaralıları almadığı yönünde haberler yapıldığı...

Haberde iddiaların HDP sözcüleri tarafından dile getirildiği belirtilmişti. Üstelik resmi kaynaklardan alınan bilgiler ile yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları tamamen dengeli biçimde verilmişti. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el Hüseyin, Güneydoğu’dan gelen ihlal haberlerini “endişe verici” diye nitelemiş ve bağımsız soruşturma açılması çağrısı yapmıştı. AİHM de Cizre’deki olaylar sırasında tedbir kararları almıştı.

NUSAYBİN YERLE BİR

* “PKK terör örgütünce Nusaybin hedef alınarak bombalı hendekler kazıldığı, teröristlerce vatandaşlarımız ve asker ve polislerimizin şehit edildiği olaylara ilişkin ‘Nusaybin yerle bir’ şeklinde haber yapıldığı...”

Haber Nusaybin’den çekilmiş ve kentin tamamen yıkıldığını gösteren bir fotoğrafa dayanıyordu. Haberde “Yüksekova, Sur, Cizre, Şırnak. Ve şimdi de Nusaybin. Hepsinde görüntü aynı. Operasyonlar ve çatışmalar sonrası geride kalan yıkık kentler” deniliyordu.

'CEMAAT DEMEK DE SUÇ'

* Hâkimlik, avukatların dosyaya sunduğu FETÖ ile ilgili yazı dizisini de gazetenin FETÖ karşıtı duruşuna delil olarak görmedi. Kararda yazı dizisinin ilk yazılarında “terör örgütü denilmediği daha çok Gülen hareketi ya da cemaat şeklinde belirtildiği” ileri sürüldü. Oysa Fethullahçıların yıllardır devlet içinde örgütlenerek FETÖ’ye dönüşmesini çeşitli yönleriyle ele alan yazı dizisinin başlığı bile “FETÖ ve Hizmetkârları” idi.

FETÖ’YLE İLGİLİ DELİL YOK

* Tutuklama kararında “Cumhuriyet Vakfı’nın yönetim kurulu üyeliği seçimlerine ilişkin, FETÖ terör örgütü ile bağlantısı olan ya da bu örgüt ile işbirliği içerisine girmek isteyen kişilerin yönetimde yer almaları için yapılan seçimlere ilişkin yasalara aykırı hareket edildiği ve bu hususun halen yargı konusu olduğu” ileri sürülüyor. Oysa herhangi bir yönetim kurulu üyesinin FETÖ ile bağlantılı olduğuna dair tek bir delil ileri sürülmedi.

Dosyada bunların yanı sıra tamamen subjektif, hiçbir dayanağı olmayan, çoğu kişisel görüş ve düşüncelere ve hatta kişisel husumetlere dayalı olarak kaleme alınmış bazı köşe yazıları ve diğer gazete haberleri ve benzeri nitelikteki sosyal medya paylaşımları dahi suçlamanın “delilleri” gibi gösterilmeye çalışıldı.