Totaliter Demokrasi
cumhuriyet.com.trTotaliter demokrasiyle, tek tek dayattığı sonuçlarla savaşarak, uç dayatmalarını yumuşatmaya çalışan ortacı ve ortalamacı yöntemlerle baş edilemez. Totaliter kapitalizme ve onun totaliter düzenine karşı koyabilmek, yalnızca AKP’nin değil, onun da varlığını borçlu olduğu sistemin tam karşıtı olan bir toplumsal siyasal silkinişle mümkündür.
1920’lerin 1930’ların dünyasıyla krizdeki kapitalizmin bugünkü yönelişleri arasında önemli benzerlikler ve farklar var.
Farkları özetleyelim: Bugün, tüm sınıfsal-siyasal gelişmeleri doğrudan etkileyen, nesnel varlığıyla kapitalist sisteme meydan okuyan bir “reel sosyalizm” etkeni yok. İkincisi, 1920’lerde, 1930’larda Avrupa’nın birçok ülkesinde işçi sınıfı güçlü, örgütlü, iktidara aday bir sınıftı. 1918-21 aralığında, toplumsal devrim hareketi, yüz binlerce işçinin seferber olduğu grev ve eylemlerle Almanya’da, İtalya’da, Avusturya’da sermaye sınıfına “ölüm”ü göstermişti. Faşizm, en başta bu devrimci işçi hareketini ezmek için geldi. Kitlesel, sivil ve silahlı faşist hareketler, yükselen işçi hareketini kırmak için örgütlendi.
Bugün, dünyanın hiçbir yerinde işçi hareketi düzeni tehdit eden bir örgütlülük ve eylemlilik içinde değil. Komünist partileri büyük ölçüde likide edilmiş, sosyal demokrasi düzen için “üçüncü yol” misyonunu yitirmiş durumda. Bu koşullarda, sivil-silahlı bir faşist harekete ihtiyaçları yok.
Faşizm, insanlık düşmanı bir kitlesel cinnet rejimi olduğu için herhangi bir despotik rejimi “faşist” olarak nitelemenin bir propaganda kolaylığı sunduğu açık. Ne var ki, bu kolaycılık, gelmekte olanı kavrayıp ona karşı etkili mücadele yöntemleri geliştirmeyi de zorlaştırıyor.
Temsili demokrasiden totaliter demokrasiye
Temsili demokrasiye “demokrasi” denmesini haklı kılan tarihsel neden, alt sınıfların da sürece taraf olarak katılmasıydı. Farklı sınıfların ve siyasetlerinin temsil edilmediği bir durum burjuva anlamda bile demokrasi değildir. Bugünün egemen eğilimi, sınıf-temsil bağının yok edildiği totaliter demokrasidir.
“Totaliter demokrasi” kavramını 2002’den bu yana Türkiye’de AKP iktidarı eliyle kurulmakta olan yeni rejim üzerinden açmayı deneyeceğim. Bu 11 yıllık pratik, bu siyasal rejim tipinin yalnızca bize özgü bir örneği değil, “ileri” bir modeli olma özelliği gösteriyor.
İktidarın kaynağı
Serin bir akılla şu soruları sormak gerekir: Yüzde 10 oyun seçilme yeterliliği sayıldığı bir oylamada yurttaşların gerçekten seçme ve seçilme hakkı olduğu söylenebilir mi? Parti listeleriyle kendilerine dayatılan, tanımadığı, hakkında en küçük bir bilgi sahibi olmadığı, hatta adını bile bilmediği bir kişiyi seçmekten başka çaresi olmayan yurttaş özgür seçmen sayılabilir mi?
Yanıtı açık bu sorular bir yana, dev bir beyin yıkama aygıtı gibi çalışan “bilinç endüstrisi”, “seçmen”i koşullayan kamuoyu yoklama ve anketleri, halk iradesinin serbestçe oluşmasını engellemektedir. Silahlar eşit değildir ve zarlar hilelidir.
Peki, sözcük kökü ve ortaya çıkış özelliği olarak “söz söylenen, tartışılan yer” olarak bilinen parlamento bugün nasıl işliyor? Bu sorunun yanıtı da apaçıktır: Parti lideri tarafından seçilen parlamenterler, liderlerinin iradesini oylayan ve onaylayan bir konu mankenleri topluluğudur. Daha da önemli olan, manipülatif biçimde oluşturulan “çoğunluk” iktidarının kendisini, geçerli tüm hukuk kurallarının, öteki erk organlarının, temel yurttaş hak ve özgürlüklerinin üstünde bir irade olarak tüm topluma dayatmasıdır. Çoğunluk, totaliter demokrasinin incir yaprağıdır.
Temel hak ve özgürlükler
Totaliter demokraside, kişi ve konut dokunulmazlığı, kişisel yaşamın gizliliği, düşünce ve ifade, örgütlenme, gösteri yapma, yargıç güvencesi vb. haklar; “kanunsuz suç olmaz”, “suçların kişiselliği”, “şüphelinin suç kanıtlanana dek suçsuz sayılması (masumiyet karinesi)” vb. ilke ve kuralları işlememektedir. İncelik ise şudur: Hak ve özgürlükler, bunları kullanmayan yurttaşlar için kâğıt üzerinde var görünmekte, bu hak ve özgürlükleri kullanmaya kalkanlar ise devletin kuralsız ve sınırsız şiddetine muhatap olmaktadır. Seçilmiş hedeflere şiddet, sömürücülerin bir yönetim ilkesidir ve sözcüğün tarihsel ve gerçek anlamıyla “terör” denilen şey aslında tam da budur!
Bugünün Türkiye’sinde, örneğin yüzlerce Ergenekon, binlerce KCK tutuklusunun İngiltere’de 1628’de kabul edilen Haklar Bildirisi’nde sağlanan ölçüde bile kişisel güvenceleri, hak ve hukukları yoktur. Bu davalarda “yargıçların önüne çıkarılan uyrukların tutuklanmalarının nedenini” göstermek, “yasalar uyarınca hesap verebilecekleri bir suçlamada” bulunmak kurallarına bile uyulmamaktadır.
Toplumsal yaşam ve ilişkilerde totaliterlik
Son “Büyükşehir Yasası” ile 16 bin köy ve 1591 beldede yaşayan milyonlarca yurttaşın kendi yerel yöneticilerini seçme, belde, mahalle ve köyündeki sorunların çözümüne katılma hakları ellerinden alınmıştır. Katılımcılığın yaşam bulacağı en gerçek ortam en küçük yerel birimdir. Bu son yasa ile katılımcılığın bu can damarı kurutulmaktadır.
“Kentsel dönüşüm?” Kentsel dönüşüm, olası deprem yıkımına karşı acil önlem gerekçesiyle geliştirilen çok büyük ölçekli bir ekonomik toplumsal operasyondur. Deprem tehlikesi şaka değil ve yıkımın sonuçlarını en aza indirmek için atılan adımlara aklı başında hiç kimse itiraz edemez. Öte yandan, Türkiye kapitalizmine dünya krizinin etkilerinden uzak kalma olanağı sağlayacak olan bu çok büyük rant ve kâr tasarımının hiçbir aşamasında yurttaşın, meslek kuruluşlarının tartışma, eğilim/görüş bildirme, karar oluşturma süreçlerine katılma hakkı söz konusu değildir.
Türkiye’ de işçilerin sendika seçme hak ve özgürlükleri yoktur. Bu konunun en yalın çözümü olan, işçilerin on yıllardır öne sürdükleri, yetkili sendikayı “referandum”la belirleme hakkı tanınmıyor. Yetkili sendikayı belirlemede inisiyatif hükümetin ve bürokrasinin ellerindedir.
Öğretim üyelerinden, öğrencilerden ve işçilerden oluşan üniversitelerin, kim tarafından nasıl yönetileceğine bu bileşenlerden hiçbirinin katkısı ve katılımı olmayan yukarıdan bürokratik düzenekler içinde karar veriliyor. Üyelerini siyasal iktidarın belirlediği 12 Eylül yaratığı YÖK üniversiteleri en anti-demokratik biçimde yönetiyor.
Daha onlarca örnek verilebilir. Sözün özü şudur: Türkiye’de toplumsal yaşamın hiçbir alanında yurttaş hak ve söz sahibi değildir. Lig şampiyonluk kupasının nerede, nasıl verileceğine kadar her şeye, ama her şeye tek parti devleti, onun lideri karar vermektedir.
AKP devleti ve lideri insanların her şeyine karışıyor. Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak yalnız kamusal yaşamı değil, yurttaşların özel yaşamını da düzenlemeye çalışıyor. Bu ülkede, özel yaşamın gizliliği diye bir şey kalmamıştır. Siyasal iktidar ve onun tek lideri, insanların doğumdan eğitime, bedeni üzerindeki haklarını nasıl kullanacağından hangi tür diziyi seyredeceğine kadar tüm yaşam ve kültür başlıklarını kendi istek ve amaçları doğrultusunda biçimlendirmek için elindeki bütün gücü kullanıyor. Bu, yasama, yürütme ve yargıya tam egemen siyasal iktidara denetimsiz bir yaptırım gücü veriyor.
Totaliter demokrasiyle, tek tek dayattığı sonuçlarla savaşarak, uç dayatmalarını yumuşatmaya çalışan ortacı ve ortalamacı yöntemlerle baş edilemez.
Totaliter kapitalizme ve onun totaliter düzenine karşı koyabilmek, yalnızca AKP’nin değil, onun da varlığını borçlu olduğu sistemin tam karşıtı olan bir toplumsal siyasal silkinişle mümkündür.
Haluk Yurtsever-Yazar