Toptancı operasyon, işkencelerde asker - sivil iki koldan yürünür

12 Mart’ın Cumhuriyet gazetesini susturma operasyonlarında, yargılamalar, tutuklamalar, gazete kapatma, Selçuk kardeşler odaklı işkenceler, aile içi operasyonla Nadir Nadi yönetimindeki gazeteye patronaj üzerinden el koyma, ilan boykotları.. denenmiş yollarda yok yok.. Yaşanmışlıkların tarihleri üzerinden tanıklıklarda, önce Turhan Selçuk, 12 Mart’ın sol devrimci gençlik, öğretmen, basın, aydınlanmacılar, dahası en gizli projesi olarak ordunun en üstten en alt kademelerine devrimci damgalanmış kadrolarının temizlenmesine yönelik operasyonlar için seçilmiş listelerden, 23 Mayıs 1971 Pazar günlü sokağa çıkma yasağı kapsamında evlerinden toplanan, sayısı bilinmeyen çoklukta insanın gece yarısı alınanları arasındadır..

Şükran Soner

Ergen, bilinçli yaşlarımda ilk askeri darbe tanıklıklarımın, ilk günlerinin sıcaklığında, insanlara dönük insan hakları bedellerinin nerelere kadar uzunabileceğini algılayabilmekten elbette çok uzaktaydım. Yakın çevremizin peşlerinden sürükleniyorduk. İlhan Selçuk’un 27-28 Nisan tarihli, okurlarımızın da unutamadıkları “Tanzimat kafası” ile “İsa Musa ve cart curt” yazıları ile ilişkili, İlhan Selçuk ile yazıişleri müdürü Oktay Kurtböke’nin tutuklanmaları üzerine, akşamları bir İlhan Ağabey’in İTÜ Maçka binalarının arakasındaki dar sokaktaki küçücük dairesinde Handan Abla’nın, bir Oktay Kurtböke’nin Levazım Sitesi’ndeki evlerinde Gufran Kurtböke’nin yanlarına koşturuyorduk.

29 Nisan günü gazete on günlüğüne kapatılmış, 19 Mayıs günlü yargılamada Kurtböke, önce tahliye edilmiş, Selçuk’un yargı ve kapatma konusu yapılan yazılarını her koşulda kullanacağını, suç olmadığı savunmasını yapınca da, 7 Temmuz 1971 tarihli karar duruşmasında, ikisi birden birer yıla mahkûm olunca yeniden tutuklanmıştı. Gazete içi 12 Mart darbesinin ürünü aile içi operasyonla gazeteden ayrılış günlerini, Madanoğlu davası ile bağlantılı da İstanbul ve Ankara odaklı yakınlarımızın tutuklanmalarını, cezaevleri, yargılamalar, işkencelerin yaşanmışlıklarına ilişkin paylaşımlarımız, deneyimlerimiz arttıkça da.. “12 Mart dulları” sıfatına terfi edecektik..

Gazetenin iç kargaşasında, 12 Mart’ın darbe sonrası solu hedef alan, can acıtan operasyonlarının bildik toplumsal dinamikleri sallamasından, haberciliğin olağan işleyişi de tepetaklak olmuştu. Evime ana yoldan girişteki Rahmi Duman Kliniği’nden, oğlu Hakan Duman’ın kaçırılması 16 Nisan günlü Cumhuriyet’in 1. sayfasında polisiye haber olmuştu.

Babasının, bir doktorun aracılığında rehinelerin istediği 250 bin liralık fidyeyi ödeyerek geri alması sonrası, anneoğul ile röportaj yapmak da bana düşmüştü. 20 Nisan günü yayımlanmış röportajdan, kaçırılışın öyküsünü, ailenin sonuçtan rahatlamalarını, polisin habersiz pazarlığa kızgınlığını.. öğreniyoruz..

VELİDEDEOĞLU’NUN İLK MECLİS ANILARI

Aradan 12 Mart darbesi gündemiyle ilişkisi olmasa da, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun titizlikle, 23 Nisan’ın yıldönümü ile ilişkilendirilerek hazırlanmış, “İlk Meclis’ten tablolar” başlıklı araştırma dizisini atlayarak geçemeyiz. Ne yazık ki bu, hocanın Meclis’teki tanıklıklarına dayalı analiz dizisi, 12 Mart’ın Cumhuriyet gazetesini 10 günlüğüne kapatma cezası yüzünden, 6 günlük bölümü kapatmadan önce, kalan 3 günlük bölümü ise 8 Mayıs’ta açılışı sonrasında 10 gün olarak yayımlanacaktır. Velidedeoğlu Hoca, Meclis’teki görevlerinin çok ötesinde, bilgi birikimi, bağlı olduğu, savunduğu devrimcilik değerleri ile tanıklıklarını buluşturduğu dizide, “Liderlik gücü, iktidar ve halk”, “İlk Meclis’te halkçılık”, “Sovyetler’den gelen ilk haberler”, “Yerli kumaş tasarısı”, “İlk anayasa nasıl kabul edildi”, “Seçim sistemi tartışmaları”, “23 Nisan’ın ilk yıldönümünde, mukaddesatçılar, milliyetçiler çatışması” başlıkları altında açıklıyor.

23 MAYIS 1971 PAZAR GÜNÜ, SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI İLE 12 MART’IN TOPLU OPERASYONLARI

Sayfamızın tam kupürü, okunması olanaksız olsa da, kitlesel operasyonların habercisi. Öncesi operasyonlardan, her kesimden seçilmiş, planlı listelerle yürünmesinde muhtarlıkların, apartman sorumlularının rolleri biliniyor. Kaçırılmış İsrail Konsolosu Elrom’dan haber alınamadığı bilgisi de var..

MAHİR KAYNAK ELROM’UN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDEN HABERLİ

Bizim evde Mahir Kaynak-Ahmet Ketenci satranç oynuyorlar. Mahir, saatin 13’ü geçtiğini fark etmiş, acele radyo haberlerini açmam için sesleniyor. “Elrom’un öldürüldüğü haberi verilecek” diyor. Üniversite gençliği içinde asker kökenli öğretim üyesi, sol örgütlenme toplantılarında hep devrede, Kaynak’ın öngörüsüne şiddetli tepki veriyorum. Bana göre sekter görüşlerine zaten takığım, “Elrom’u öldürmeye kalkışmak çok büyük provokasyon olur” itirazımı kabul etmiyor.

Elrom’un sıradan bir ajan olmadığını, Sovyet topraklarında yaşayan Yahudilerin İsrail’e taşınması misyonu ile İstanbul’da görevlendirildiğini söylüyor. Anlaşamıyoruz. 13 haberlerinde yayımlanmayan haber, 15 haberlerinde veriliyor. Sonraki yıllarda yargılamalardan da öğrendiğimize göre, cumartesi gününe kadar Elrom’a iyi bakılıyor. Ancak sokağa çıkma yasaklı büyük operasyon duyulduğu için, saklanılan evde yakalanmama adına, panik kararla öldürülüp kaçmaya karar veriliyor.

Elbette sonraki operasyonlar, Madanoğlu davası iddianamesinin yayımlanması sonrasında ancak, Mahir Kaynak’ın MİT’te üst düzey görevli, Madanoğlu davası iddianamesini düzenlemenin çok ötesinde, sanıklarını bir araya getiren ajan-provokatör rolünü üstlendiğini öğrenecektik..

AYNI TOPLU OPERASYONLARDA, TURHAN SELÇUK DA ALINACAK, İŞKENCELERDEN GEÇİRİLECEKTİR

Ayakta, onurlu duruşun bizce ilk koşullarından biri, galiba o tarihlerde “racon” olarak gördüğümüz için, işkence gördüklerini bildiklerimize soru yöneltmemek de vardı. Elbette her kesimden, güçlü, örgütlü, bilinçli aydınlanmacıların içinden çok fazla insanın, askeri-sivil darbelerin ülkemizdeki şaşmaz yol izleyişlerinde, “işkence yapılarak konuşturmak, delil bulmak, olmadı delil bulmuş gibi yapmak adına işkencede alınmış itiraflarını kanıt olarak kullanmak” yollarının çok yoğun ve ağır boyutlarda kullanıldığını bilmemek söz konusu değildi.

Yarım kalmış, ileriki yıllarda sürdürebilmeyi dilediğim “Üç kuşaktan tanıklıklar” söyleşilerinde de konuklarımı incitmemeye özen göstererek çoğu için nerede ise yaşam boyu, yaşanmış, sivil-askeri darbeler içinde yaşatılmış maddi ve manevi ağır işkenceleri, dönemlerin yaşanmışlıklarında taşların yerli yerine oturabilmesi adına paylaşmaya çalışmıştım.

Şimdilerde “Cumhuriyet’ten tanıklıklar” başlığı altında, gündemimizde 12 Mart dönemi olunca Turhan-İlhan Selçuk kardeşlere yaşatılan işkencelerden söz etmemek olabilir miydi?

İŞKENCEDE TARİH ÖNCELİĞİ TURHAN SELÇUK’TA..

Şaşkınlıkla, yaşayan yakın çevremiz, dostları arasından, kamuoyuna kendi çabaları ile gazete sayfalarına, kitaplara yansıtılabilmişlerin ötesinde bilgi, belgeye ulaşabilmenin güçlüğü ile yüzleştim.. Turhan Selçuk’un, bedeni çok naif, dünya çapında çok özel sanatçımızın, işkencede kaburgalarının kırıldığını, geri dönüşü olamayan sağlık sorunları, akciğer, göz sorunları, görme kayıpları ile soluksuz üretimini sürdüren direngenliğini bilsek de okurla paylaşmam gereken somut belge-bilgi sahibi olmadığımın ayrımında panikledim..

Elbette ilk aklıma gelen isim olarak, o zamanki eşi, ünlü yazar Firuzan’ı aradım. Gece yarısı sonrası toplu operasyonların listesi kapsamında Ortaklar’daki evinden alınırken, o tarihte 6 yaşında bir çocuk olan Aslı Selçuk’un kollanmasına özenilmiş.

Klasik kitapları toplanmış, yolculuğa çıkılmış. O tarihlerde insanlara işkence yapılmada sakınma, sınır tanınmazken, yakın çevrenin bir de yemek götürmesi gibi bir sorumluluğu söz konusuydu. Söze arada birkaç cümle ile Sami Karaören’in oğlu Mehmet Karaören giriyor. Annesinin yaptığı yemekleri, Turhan Selçuk’un evinin önünde park edilmiş arabasının anahtarını Firuzan’dan alarak sorguda olduğu adrese götürecektir.

Yaşı ehliyet için tutmadığından ehliyeti olan bir arkadaşını alarak bu görevi yerine getirir. Firuzan, Balmumcu 1. Şube işkenceleri sonrasında eve getirilmiş Turhan Selçuk ile yüz yüze geliyor..

FİRUZAN; ‘KAN REVAN İÇİNDE TANIYAMADIM’

Firuzan, “Gözlüğü parçalanmış, her tarafı, gömleği, aşağıya doğru kan revan, küçücük kalmış, ağrılar içinde kıvranıyor. Çaresiz yere çöktüm ağlıyorum. Yanıma geldi oturdu. Kanlı gömleğinin cebinden kanlı bir kâğıdı çıkardı. ‘Okumamı istediler, gözüm de kâğıt da kan içinde, okuyamadım. Okuyabilseydim belki de şimdi burada olamazdım..’ dedi.

Kâğıdı aldım ışığı tutarak okudum. ‘Yaşadıklarımdan en yukarıdakilere kadar herkes sorumludur’ gibi bir not vardı. Sonrasında rapor alındı, davalar açıldı, hesap sorulamadı. Mahkemede, sorgusunda imzası olan 4 görevli polis ifade veriyorlardı. Üçü rahatça kendisinin düştüğünü, kaburgalarının kırılması, gözlüğünün kırılması, gözünde, bedeninde aldığı yaraların bundan olduğu ifadesinde buluşuyorlardı.

Birisi savcının, yargıcın uğraşmasına rağmen benzer ifadeyi veremeyip susup kalmıştı. Sonunda sıkıldılar, ‘üç tanık yeterli’ deyip kapattılar. Yazar olarak o ifade veremeyenin romanını yazmak isterim..” diyor. Firuzan, sık sık bu kadar ağır yaşananlar üzerinden fazla konuşmayı sevmediğinin altını çizerek, sorgu, ağır işkence sürecine ilişkin Turhan Selçuk’tan dinlediği kimi kesik kesik ayrıntıları aktarıyor. Sonuç olarak hâlâ ciddi tanık bulabilmenin derdindeyiz..

Aklıma iki Selçuk kardeşin çok yakın ortak dostları gazeteci Naim Kılıç gelmişti. O da her ikisine de soru soramayanlardan çıkmıştı. Birden bilgiç bilgiç bir öneri getirdi. “Aslı’yı ara benden selam söyle o bulsun” dedi. “Yapma, kız 6 yaşındaymış, ondan saklamışlar, senin soramadıklarını o nasıl sorup yardım edebilsin?” itirazıma karşı, daha bilgece bir cümle kullandı: “Naim Ağabey’in diyor ki o isterse bulur dedi..” de cümlesini birkaç kez yineledi. Hemen ölümünden sonra Turhan Selçuk’un evinde yaşayan kızı Aslı Selçuk’u arayıp ben de aynı cümleyi birkaç kez yineledim.

Aradan yarım saat geçti mi bilemem, Aslı sevinçle “Hâlâ babamın çizim masasının yanına bıraktığı dosyalara el atacak kadar kendimi iyi hissetmemiştim. Babam bütün yaşadıklarını belgeleri, fotoğrafları, kendi el yazılarıyla notlar, yayımlanmış yayınların fotokopileriyle bırakmış..” diyordu.. Gerisini yerin, sayfanın el verdiği ölçülerle sizlerle paylaşacağız..

Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri Turhan Selçuk’un işkence olayını, önce ortak yayın yaparcasına kamuoyu ile paylaşır. Cumhuriyet gazetesi 7 Haziran günlü ilk haberinde, Akşam gazetesi karikatüristi Turhan Selçuk’un tartaklanmasına ilişkin olaya Ekim’in el koyduğunun haberini verir. 8 Haziran günlü Cumuhuriyet’in 1. sayfasında ise Ali Ulvi’nin Turhan Selçuk’un yaşadıklarına ilişkin, karikatürist dostu duyarlılığını da yansıtan karikatürünün eşliğinde gelişmeler hakkında geniş bilgilendirmeye yer verilir.

Yine aynı günün tarihini taşıyan, 8 Haziran günlü Akşam gazetesinde ise dönemin usta gazetecilerinden Faruk Şensoy’un Turhan Selçuk’un polisteki üç gününü anlatan geniş röportajı yayımlanacaktır. Her iki gazetede gazetecilik meslek örgütlerinin kınamaları da yer alacaktır. Turhan Selçuk’un üç gün boyunca Balmumcu 1. Şube merkezli, çok planlı, ince hesaplı işkencelerin ayrıntıları insanlık tarihi adına ders çıkarıcı çok önemli belgeler.

Doğrusunu isterseniz dünya çapında en büyüklerden mizah ustamıza izana, vicdana sığmayan işkencelerin ayrıntılarını paylaşmaktan çok, nedenleri üzerinden kendi değerlendirmeleri ile kendi sözcükleri ile unutamadığı insanca buluşmalara ilişkin kimi sahneler ile en çok da çizgileriyle anlatıklarına dayalı, kanıtları vermeyi, paylaşmayı yeğlerim.. Öncelikle çok yalın anlayabilmek adına 9 Nisan 1971 tarihinde Akşam’da yayımlanmış karikatürüne, yüreğinin, sanatının gücüne bir bakın hele.. Ya böylesine ağır işkencelerden sonra yoluna devam deyişinin kanıtları, şimdilerde Akşam arşivini inceleyemediğimiz için tarihlerini de veremediğimiz şu iki karikatüre birden ne demeliyiz? Ya 30 Haziran günü yine Akşam’da yayımlanmış, “27 Mayıs Anayasa ve Özgürlük Bayramı” üzerinden sorgulamasına ne demeli?

Turhan Selçuk, işkenceye hedef olduğu süreçlerde elbette ortak işkenceler alanlarında çok tanıdık dost yüzleri ile de karşılaşmış. Çok insanca, anlamlı destekleriyle özel moral aldıklarından gözlemlerini de paylaşmış.. Her daim, her dönem işkenceyle yüzlemiş bir başka güzel insan, büyük sanatçımız Ruhi Su, Ilgız Aykutlu’nun ek işkence nöbetine bahane sorusuna Turhan Selçuk uygar yanıt vermeye kalkışınca, “Eyvah ne yaptın, niye konuştun, ağzını açmayacaksın” uyarısında elbette geç kalmış.

Selçuk yine Aykutlu’nun bir ikinci işkence postası için, “Sen gel bakalım, bana cevap verdin” deyince, arkasından bir dik, cesur kadın sesi itiraz etmiş; “O cevap vermedi, sen sordun” dediğinde başını çevirdiğinde, solun, tıp dünyasının yüz akı, yine her dönem işkenceye dayanıp konuşmadığı için sağ çıkabilen Sevinç Özgüneş’i görmüş. Notlarının arasında, “Sonradan evinde katledildi, çok yürekli, değerli bir insandı. Saygıyla anıyorum” demiş.

Yılmaz Güney’in işkence kadar sanat yeteneği ile deneyimli, işkencecilerini ustalıklı diliyle oyalayabilmesini hayranlıkla izlemiş, gözlemlemiş. Ancak Yılmaz Güney’in uzun süre bırakılmayanlar arasında soluksuz işkence gördüğü gerçeğini de notlarına aktarmış. Sayfamız ancak Turhan Selçuk’un dünya ölçeğinde sanatçı sorumluluğu ile sürdürdüğü dik duruşunun kanıtı, uluslararası basın ve yerelde sonraki yıllarda yayımlanmış sayısız röportajı, söyleşilerinin de kupürleri var. Ama yerimiz yok..